Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

6 Kasım 2017 Pazartesi

Muhafazakarımız Neden Yozlaşıyor?


     Son senelerde, bilhassa muhafazakar kesimde bariz, gözle görünür bir yozlaşma ve "çukurlaşma" dikkat çekiyor. Evet, yozlaşma her yanda mevcut ancak, "muhafazakar" olduğunu iddia eden kesimin bilinçsiz, adeta çılgınca "çözülmesi"son derece rahatsız ve tedirgin edici. 28 Şubat'ın üstünden daha yirmi yıl bile geçmeden, ne oldu da dar pantolon giyen "başörtülüler" ve namazın farzını dahi kılmakta zorlanan, onu da vaktin sonunda ve "olsun da nasıl olursa olsun" mantığı ile bir nesille karşı karşıya kaldık. Muhafazakarların sayısı günden güne artıyordu oysaki... Yoksa Ak Partinin yükselişi ve yükseldikten sonra yükseklerde kalması nasıl açıklanabilirdi ki, bu kadar ve bu kadar sene?

     Peki, milli ve dini değerleri muhafaza eden, bu kesimi diğerlerinden ayıran ve belli bir noktada durmasını bilmesi gereken, aksi halde fikriyat olarak karşısında olduğunu söylediği zihniyete benzemeye başlayacak olan bu kesimin yozlaşması ve duvarlarını çürütmesi ne manaya geliyor ve nasıl işliyor? Nasıl oluyor da giderek güçlenen dini ve milli bir söyleme doğru evrilen Ak Partinin seçmenleri (ki nereden baksanız halkın yarısına tekabül ediyor) giderek tuhaflaşıyor. Bunları maddeler halinde sıralamaya çalışalım:

1. Zenginlik: Belki de en mühim sebep, sağ ve muhafazakar kesimlerin baş belası, mal-mülk-servet. Evet, cebi para gören Müslüman maalesef kendini toparlayamıyor. İslam tarihinde de sık sık gördüğümüz numunelerden de yola çıkıp destek aldığımızda, bunu iddia etmek gayet yerinde olur. Bu devrede sıkça görüldüğü üzere, zenginleşen fertler ve toplumlar, zamanla savrulmalar yaşamış, esas hedeflerinden şaşmışlar, hatta bazen doğrunun karşısına geçebilecek kadar sapıtmışlardır. Şu bir hakikat ki, zenginlik imtihanını verebilen Müslüman nadirattandır.

     Ak Partinin iktidarı almasından sonraki on beş sene içerisinde yaşadığımız, daha doğrusu giderek artan bir şiddette yaşadığımız şeylerden en barizi budur. Fakirken başını secdeden kaldırmayan, az da olsa sadaka vermeye çalışan, hayır kurumlarına yardımcı olan, uzun pardesü veya çarşaf ile örtünen, eşinin ve kızının yabancı erkeklerin olduğu yerlere göndermeyen, tek hedefi biraz daha iyi paralı bir iş olan, sağa sola hiçbir şekilde harcamayıp biriktiren insanlar, daha yüksek maaşlı bir işe girip cepleri biraz para görmeye başlayınca, namazları geç kılmaya, zekatının hesabından (kendince hesaplamalarla) kaçırmaya, eşinin örtüsüne ve girip çıktığı ortamlara dikkat çevirmemeye, değişik eğlence vasıtalarıyla vaktini geçirmeye başlıyor. Cepte durduğu gibi durmuyor para işte... Çıktı mı ve çok mu, seni nereden nereye savuracağını, seni nerelere çekeceğini bilemezsin! Çeşit çeşit elbiseler, ayakkabılar, gezmeler, tatiller, uzun seyahatler, daha evvel hayatlarında olmayan eşyalar, arabalar ve gereçler... Bu liste uzayıp gider ama esas olan ve hemen hemen hiç değişmeyen kaide; malın mülkün artması, çoğu Müslümanı bozuyor, çok sağlam durabilenleri bile bir şekilde sallayabiliyor.

2. Aşağılık Kompleksi: Sağ kesimde, özellikle Osmanlı Devletinin çökmesinden sonra, zamanla artan ve derinleşen bir kompleks hasıl oldu. Gizli ve açık din düşmanı ile din cahili hükumet ve idarecilerin elinden çok çeken, sürekli aldatılan muhafazakar insanımızın yaşadığı travmalar, acı tecrübeler, bir türlü istedikleri idarecilere kavuşamamaları ve yılların üst üste birikmesiyle de, bir nevi komplekse dönüştü. Haklı oldukları davalarda dahi ölçüyü kaçırmaya, kurunun yanında yaşı da yakacak raddeye geldiler.
28 Şubat evet ama örtüler şimdikinden daha düzgün!

     En azından 70-80 senedir devan eden bu komplekse son çiviyi, 28 Şubat diye bilinen hadise çaktı. Refah Partisinin, koalisyon ile de olsa iktidara gelmesi ve başta Erbakan olmak üzere üst düzey yetkililerin, durumun ve zamanın hassasiyetini idrak edemeden ettikleri söz ve hareketlerin de üstüne tuz biber olmasıyla, 1997 yılının Şubat ayından itibaren, çok katı tedbirler ve kurallar devreye sokuldu. Binlerce insan haksız yere işinden gücünden oldu, talebeler okullardan atıldı... Kısacası zaten "zenci" muamelesi gören Müslümanlar, hepten üçüncü sınıf vatandaş statüsüne düşürüldü. İyice bilenen muhafazakar kesim, Recep Tayyip Erdoğan'ı kendine bayrak yaptı ve 2002'den bu yana, cumhuriyet tarihinde görülmemiş işler vücuda gelmeye başladı.

     Evet, siyasi, ekonomik istikrar, düzelen dengeler, kişi başı geliri artmaya devam eden bir Türkiye vardı ama bu sefer de, havanın kendi lehlerine döndüğünü gören ve yıllardır kinini nefretini içinde biriktirmiş olan insanlar, abuk subuk konuşmaya, dengesizleşmeye yüz tuttu. Onca zaman sonra sahip olduğu ve daha fazlasına da sahip olmaya kesin gözle baktığı bazı değerlerin üstünden, kendi kendini bitirmeye başladı. Olgunluk göstereceği yerde, DNAsına işlemiş olan meş'um baskı yüzünden ayağı altındaki zemini kaydırdı.

     Bilhassa sanal dünyada ve bazen de sokakta, toplu taşıma vasıtalarında şahit olduğumuz saçma sapan açıklamaların hakaretlerin ve hareketlerin menşeyi genellikle işte bu komplekstir. Başka bir deyişle, hayırlı işlere sarf edilmesi gereken enerji ve bilinç ve zaman, boş, yüzeysel ve neticesiz sahalara aktarılıyor, gereksiz düşmanlıklar körükleniyor.

3. İnternet: Milenyum ile birlikte hayatımıza giren, "sosyal medya" denilen nanenin yaygınlaşması ile beraber de, günlük hayatın vazgeçilmesi konumundaki "şey". Çok işe yarar, lüzumlu bilgiler içerir, kolaylaştırır, fayda sağlar... Ama bir o kadar zararlı ve yıkıcı da olabilir. Bir silah gibidir... Kullanmasını bilene ve düşmana karşı kullanana fayda sağlar iken, birçok kişinin de canına kastedebilir. İşte bu interneti, bizim biraz sonradan görme, biraz cahil muhafazakarın eline verirseniz, sana karşılık olarak nasıl döneceğini az çok tahmin edebilirsiniz... Yozlaşma. Zararlı sitelerden, karşı cins ile kolayca ve gerçek kimliği gizleyerek "chat" yapmaya kadar birçok alt kalem, devasa bütçeli sinema filmlerinden, her türlü pisliğin "sanat" diye yedirilmeye çalışıldığı dizilere kadar, birçok insanın ayağı altındaki zemini kaydırıyor ve kaydırmaya devam ediyor.

4. Muhafazakar Kadınların Cemiyet Hayatına Hızla Karışması: Bu madde, üsteki sayılanlarla birlikte ve ayrı başlık olarak da ele alınabilir. Ta Osmanlı'nın son zamanlarında bu yana artan ve bizi, köklerimizden ayırıp giderek "Batı"ya benzeten en önemli yozlaşmalardan biri. İşin en enteresan ve işinden çıkılmaz kısmı ise, bunu muhafazakar diye geçinen tayfanın büyük çoğunluğu ya kabul etmez ya da en azından zararının o kadar da çok olabileceği gerçeğine ihtimal vermez. Yani bu öyle bir hastalık ki, kendisine bakılması farz olan kızlar kadınlar, "ekonomik özgürlük" peşinde koşturuyor... Bunları yaparken karşılaşacakları muhakkak olan taciz, zorluk ve aşağılanmaları da bile bile üstelik.
sarî hastalık gibi yayılan örtülü çıplaklık!

     Kadınların, erkeklerin bulunduğu okul ve iş yeri gibi yerleri paylaşmaları, kadınlar açısından son derece yozlaştırıcıdır. Başörtülü olarak okuma ve çalışma serbesti yaygınlaşınca, iş iyice çığrından çıktı. İlk önce utanarak, kendini koruyarak, uzun pardesü, düşük ses ile başlayan "hayat müşterektir" siperinin altındaki kıpırdanışlar, giderek kısalan ve daralan elbiselere, yüzde koyulaşan makyaja, ofisin ortasında yüksek sesli kahkahalara, hatta iş yerindeki erkeklerle gayri meşru ilişkilere kadar vardı. İş, bir noktada öyle bir yere varıyor ki, ortada "muhafaza" edecek bir şey kalmıyor!

5. Hedefsizlik: Zenginlik gibi, hedefsizlik de son derece yozlaştırıcı bir parametredir. AK Partinin iktidara gelmesi, bir şekilde düşman olarak hedefe konulan ve bilenilen çevrelerden bir bir "intikam alınması" sonrasında, gerçekleştirilecek büyük hedeflerin hemen hemen kalmaması, muhafazakarı tembelleştirmeye yetip artıyor... Tıpkı etrafında köpek balığı olmayan balıklara dönüyor.

     Bütün bu yukarıda sayılan ve daha sayılamayanların ışığında bakıldığında, tarihi hakikatler de göz önünde tutulduğunda, bir tür baskı hisseden, mücadele içerisinde olan, bir davaya hizmet eden dindarlar, ekonomik ve sosyal olarak rahatladıklarında, ya çeşitli "oyuncaklara" takılarak esas hedefinden sapabiliyor ya da büsbütün başka bir yola kayabiliyor.

16 Ekim 2017 Pazartesi

Amerikalıların Late Night Talk Show Sevdası


     "Late Night" tabiri, Amerikalıların televizyon terimlerinden biri olan "prime time"ın (yani içerik olarak bir televizyonun en iyi ve en çok reklam çeken programlarını akışa koyduğu zaman dilimi ki, çoğu zaman 19 - 23 veya 20 - 23 saatleri arasındadır), hemen arkasındaki kuşaktır. Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları bu late night zamanında "talk show" izlemeyi sever. Zira onlar bir açıdan bu türün başlatıcıları olduğu gibi, bilhassa sosyal medya aracılığıyla, bir nevi ABD’nin sert tenkitlerden korkmayan demokrasi yuvası ve fırsatlar ülkesi propagandası da yapılmış oluyor.

     Bu "Late Night Talk Show" olayı adı üzerinde genelde gece yapılan, bir sunucu ve bir ya da birden fazla misafirden oluşan elemanlarla, genelde mizahi bir altyapıyla, monolog, skeçler, parodiler ve laf sokmalara sahip sohbet programlarıdır. Taa siyah beyaz dönemdeki nispeten seviyeli ve tekdüze şovlar, ilk başladığı zamanlara nazaran daha renklileşen ve eğlenceli kısımları artan bir hale geldiği hemen göze çarpmaktadır.

     “Late Night Talk Show” tanımını 1 kilometre öteden görseniz tanıyacağınız genel bir stüdyo konsepti vardır ki; sunucunun oturduğu ufakça bir masa ve genelde sunucunun hemen sağında tekli veya üçlü bir koltuktan oluşur basit bir tanımla. Koltuk seyircilere bakmaktadır, dolayısıyla gelen misafir tam olarak izleyenlerin karşısında dururken, sunucunun suallerini almak ve onunla yüz yüze konuşmak için soluna, sunucu da kendi sağına dönmek zorundadır. Sembolik olarak, bazılarında masa üstünde retro tarz bir mikrofon da bulunur. Seyirciler, bizdeki evlilik ve sabah programlarının seyircileri gibi antrenmanlı ve çılgındır. Alkış ve gaz vermekte sınır tanımazlar. Ancak bu tarz, talk şov kavramını başlatan programlarda böyle iken, çok daha değişik bir dizayn ve anlayışta yayın yapanları da yok değil.

     Sunucular, uzun süre bu konularda pişmiş, genelde sivri dilli zeki elemanlar olurken, karşılarına gelenler de eğlence ve sanat (büyük kısmı ahlaksızlardan oluşan bu güruha sanatçı demek de nasıl bir saçmalıktır o ayrı bir mevzu) dünyasının meşhur simaları olur. Siyasi konular ve politikacılara odaklanan ve onları iyice terleten modellerinin de sıkı takipçisi vardır.

     Gelelim bu alemin en önemli şov ve simalarına:
  • The Tonight Show”: bu sohbet programı konsepti, ta 1954’ten beridir NBC kanalında yayında. 1954’ten 62’ye kadarki sunucuları ilk olsa da, esaslı haline Johnny Carson ile ulaşmıştır. Yine NBC’nin bir diğer programı “Late Night” şovunun sunucuları bazen üstteki ile yer değiştirdiği için, anmaya değer. CBS’te ise, yine böyle bir seri gibi devam edip markalaşan “The Late Late Show” gelir ekranlara. Gelelim bu iki program etrafında dönen “host”lara:
    halef-selef
    Carson ve Leno
  1. Johnny Carson: 1962-1992 yılları arasında yani tam 30 sene gibi bir süre NBC kanalında “The Tonight Show” adlı talk şovu sunmuştur. Aslında “talk show” kalıbı ondan evvel başlamıştı ancak bu konsepti modern ve daha da izlenir hale sokan kendisidir. Zamanında veya daha sonrasında meşhur olan bir çok kişiyi misafir etmiştir. Hoş sesi ve akıcı üslubuyla, defaatle Oscar Ödüllerini sunmuştur ve mesleğinde duayen sayılır.                                             
  2. Dick Cavett: O da öncülerden biri. Birçok meşhur simayı misafir etmişliği vardır, The Dick Cavett adlı şovuna.                                                                                                                                     
  3. Jay Leno: Carson’un 1992’deki emekliliği sonrasında, yine ilk kendi şovunda çıkardığı stand upçı, akabinde de yardımcısıyken, bu pozisyona geçmiş ve 2009’a kadar programı götürmüştür. Programın adı “The Tonight Show with Jay Leno” şeklinde idi. Fakat daha programdan ayrılmasından birkaç ay sonra, 2010’da tekrar aynı isimli şova döndü ve nihayet 2014’te emekliye ayrıldı.                                                                                                                               
  4. Conan O’Brien: Jay Leno’un 2009’daki ayrılışı ardından “The Tonight Show with Conan O’Brien” şekliyle NBC’ye devam eden kızıl ve garip saçlı eleman. Fakat bunun evvelinde, “Late Night with Conan O’Brien” ismiyle 1993’te başlayan kendi talk şovu vardı. 2010’da “The Tonight Show” markası tekrar Leno’nun eline geçince, kendisi de oradan ayrıldı ve TBS kanalında, hala devam etmekte olan “Conan” isimli sohbet programına başladı. Saturday Night Live tayfasından olduğu için, hazırcevaplığı ve enteresan skeçleri ile tanınır.   
    genç Conan ve
    yaşlı kurt Letterman
                             
  5. Jimmy Fallon: meşhur “Saturday Night Live“ ekibinden biri iken, 2009’da Conan O’Brien’dan boşalan “Late Night” markasını sunmaya başlamıştır. 2014’te ise, “The Tonight Show”a geçti ve hala onu devam ettirmektedir. Fallon, SNL ekibinde bulunmasının da vermiş olduğu artılarla, şovu daha renkli hale getirmiştir ancak duruş olarak, kendisinden evvel gelenlere nazaran biraz daha zayıf kalmaktadır.                                                                              
  6. David Letterman: “Late Night” serisinin ilk temsilcisidir. 1982’den 1993’e kadar buna devam etti ama daha da öncesinde, yine aynı kanalda “The David Letterman Show”u 1980-82 arasında sundu. 1993’te ise CBS’e geçti ve “Late Show with David Letterman” olarak programına devam eti ve 2015’te emekliliğe ayrıldı. Birçok ünlünün, kendisinin programındaki görüntülerini, acemiliklerini, enteresan hallerini ve Letterman’ın konulara hakimiyetini YouTube’da görmek gayet mümkün.
  • “The Tonight Show” haricindekilere bir bakacak olursak:
  1. Jimmy Kimmel: 2003’ten bu yana, ABC’de “Jimmy Kimmel Live!” adlı programın sunucusudur. Bilhassa son yıllarda, Fallon ile birlikte, daha mizahi ve eğlenceye yönelik hale gelen bu geç saat sohbet programlarının takip edilen kişilerinden biridir. Hatta 2017 Akademi Ödüllerini (Oscar deyu bildiğimiz) sunmuştur. Sert bir Donald Trump muhalifidir ve yeri geldi mi lafı çakar.                                                                                                                                     
    soldan sağa:
    Ferguson-Fallon-Kimmel
  2. Stephen Colbert: 2005 – 2014 arasında “The Colbert Report” ve hemen akabinde, CBS’te David Letterman’dan boşalan “Late Show”u sundu. “Late Show with Stephen Colbert” ismiyle bilinen programın sivri dilli sunucusudur. En sert siyasi konulara girmekten ve eleştirmekten geri kalmaz.                                                                                                               
  3. Jon Stewart: 1993-1995 aralığında “The Jon Stewart Show” ve sonra Comedy Central’ın “The Daily Show” markasını 1999’dan 2015’e kadar sunan eski stand-upçı. Ondan sonra bu görevi, Güney Afrikalı komedyen Trevor Noah devraldı. Trevor genç bir komedyen ve işin hakkını vermeye çalışıyor şu aralar.                                                                                                 
  4. James Corden: Son dönem talk şovculardan. CBS’te “The Late Late Show with James Corden”ı sunar. “The Late Late Show” markasının son temsilcisi. Özellikle YouTube’u etkili kullanan bir isimdir.           
    Colbert ve Corden 
                                                                                                                   
  5. Seth Meyers: NBC’nin “Late Night” markasının “Late Night with Seth Meyers” ismiyle devam ettiricisi. Jimmy Fallon, “The Tonight Show”a geçince, onun yerine geldi. “Saturday Night Live”ın önde gelen yazarlarındandı zamanında.                                                                     
  6. Craig Ferguson: 2005-2014 arasında “The Late Late Show” serisini sundu. Hey dostum, bu İskoç bir acayip ve garayip doğrusu!                                                                                               
  7. Bill Maher: HBO’nun “Real Time with Bill Maher” talk şovunu 2003’ten beri sunuyor. Politik konulara sert biçimde girmesi ile tanınır. Neden? Çünki adam tecrübeli... 1993-2002 arasında, “Politically Incorrect” adlı programı sunmuştu.                                                             
  8. Larry King: 1985-2010 yılları arasında, CNN’de “Larry King Live” programını sunan yaşlı gazeteci. CNN denince ilk akla gelen isimlerden ve dolayısıyla sohbet programlarındandır. O masa üstündeki retro mikrofonla özdeşleşmiştir. Sonra ne oldu ne gitti, herif Russia Today adlı tuhaf kanala gidip program yapmaya başladı.   
    Larry King ve
    meşhur mikrofonu
                                                                                   
  9. John Oliver: HBO’daki “Last Week Tonight with John Oliver” talk şovunun sivri dilli, İngiliz aksanlı sunucusu. 2014’ten beri bunu sunuyor. Daha evvelinde ise Jon Stewart ile beraber çalıştı. Hiç çekinmeden sağa sola giydirenler ekolündendir.

     Bu işin Amerika yakasında genelde yukarıda sayılanlar anılırken, yine bunlar kadar dikkat çeken ve ne kadar meşhur aktör, şarkıcı vs. varsa programına getirebilen İngiliz Graham Norton vardır. The Graham Norton Show'dur program adı. Ama kanalı BBC olunca, kendisi yukarıdaki listeyi ıskalamıştır tabi. 


8 Eylül 2017 Cuma

Cem Yılmaz’la Edebin Sınırlarını Zorlarken

     Cem Yılmaz’ın yepyeni gösterisi bu isimle çıksa, ne kadar yerinde ve isabetli olurdu değil mi? Yakışırdı da hani... Neden mi? Elimizden geldiğince anlatmaya çalışalım:

     Yaşı 35’in üzerinde olanlar, Cem Yılmaz adını 90’lı yılların ikinci yarısında sıkça duymaya başlamıştı. Leman Kültürde, kendi deyimiyle “üç-beş” kişinin önünde başlayan, akabinde ta günümüze kadar uzanan ve çok kişi tarafından, alanında “tek” olarak takdir edilen bir kariyere sahip oldu. Saçlarını sıfıra vurdurmuş genç bir adam, neredeyse her gösterisini kapalı gişe giden bir şova dönüştürüyordu. Daha yirmili yaşlarındaki bu genç, günlük hayatımıza, bizi etkileyen ancak fazla dillendirmediğimiz çeşitli şeylere, televizyon programlarına, izlediğimiz ama çoğu zaman es geçtiğimiz film karelerine dair şeyler anlatarak, kısa sürede ismini duyurmayı başardı. Ancak anlattığı bazı şeyler daha vardı ki... İşte onlar, edebin sınırlarını zorluyordu.
daha 22 yaşında
bir karikatürist 

     Yılmaz, özellikle gösterilerine ilk başladığı zamanlarda, “Bir Tat Bir Doku” adı ile bilinen gösterilerinde, gülmek için toplananlar arasında seçtikleri üzerinde çok uğraşıyor ve adeta onları yerin dibine sokuyordu. Çünkü alaya aldığı ve küçülttüğü kişilere çok fazla yükleniyor ve bu aşağılamalara maruz kalanları, oraya geldiğine pişman ediyordu. Bu “laf sokmalar” ve ağır sözler, yine bir dereceye kadar kabul edilebilirdi. Belli ki kendisi, Batıdaki örnekleri yakından takip ediyor ve onlardan esinleniyordu. Neticede Batıdaki “stand-up” denilen şovlarda, böyle ofansif şeyler gayet olağandı.

     Fakat Cem Yılmaz bu kadarıyla da kalmadı. Gösterilerinin büyük bir kısmını kaplayan ve deyim yerindeyse, konuyu dönüp dolandırıp müstehcen mevzulara getirmesi, edep sınırlarını zorluyordu. Kadın erkek ilişkileri, her iki cinsin zaafları, bilhassa erkek uzuvları ve bunlara bağlı olan konular üzerine anlattıkları ile güldürmeyi başarıyordu fakat espri ve şakalar, “bel altı” dediğimiz cinstendi ve üstelik her izleyenin de fark ettiği üzere, her yeni gösteri ile birlikte sertleşiyordu. Özellikle “Fundamentals” gösterisi, gerçekten de bu konunun şimdiye kadarki “en dip” noktasıydı.
seviye bir süredir
sıfırın altındaydı zaten!

     Evet, diyelim ki bu terbiyesizlikler Batı dünyasının gösteri ve stand-up anlayışında var. Hakikaten de öyle. Louis C.K.den Russell Peters’a, Eddie Murphy’den Dave Chappelle’e, Richard Pryor’dan Robin Williams’a kadar birçok tanınmış stand-up siması, çok sert ve ofansif bir dil kullanır ve kadın erkek ilişkilerini, olabildiğince sansürsüz ve edepsiz şekilde anlatır, onları izlemeye gelenlere de umarsızca alkışlar.
tarihin en ağzı bozuk en seviyesiz
heriflerinden biri: Louis C.K.

     Tamam da, ne burası Batı ne de edep ve ahlak seviyemiz oralarla aynı. Toplumumuzun genelinde, erkeklerimiz veya kadınlarımız bu tür konuları kendi aralarında konuşuyor olsalar dahi, bunlar sınırlı alanlarda ve nispeten alçak sesle dile getirilir veya tartışılır. Normal ahlaki değerlere haiz her cemiyette de böyledir. Dolayısıyla sahneden birisinin, böylesine ahlak ve edep dışı şeyleri ailelerin, çocukların, kadınların karışık olarak bulunduğu bir ortamda açıktan anlatması, toplumun geneli için hiç de sıhhatli bir şey değildir, bir dejenerasyon göstergesidir.

     Bu gerçekliğin biraz da diğer tarafına bakalım: Cem Yılmaz, gösteri yaptığı ilk birkaç seneyi geçecek olursak, seçim neticelerine de yansıdığı üzere, giderek muhafazakarlaşan bir toplumun karşısına çıkıyordu. Sonu meşhur “28 Şubat”a varan Refah-Yol hükumeti ve birkaç sene ardından, 2000’li yılların başını domine eden Ak Parti hükumetleri, Cem Yılmaz’ın yukarıya tırmanışını hiç kesmedi. Bilakis, vergi rekortmenleri arasına girdiği dönem de, bu dönem oldu.

     Bir diğer mevzu ise, her ne kadar bir önceki dönem din düşmanı komedyenler kadar olmasa da, dini konulara girmesi ve bazen dinen çok tehlikeli sözler söylemesi. Gerçi hakkını teslim edelim, dine zarar vermede bir nesil önceki, kabare ve gösteri adı altında İslamiyet’in emirleri ile alay eden, dinin yasak ettiklerini övüp, akıllarınca dinle dalga geçen dinozorlara nazaran oldukça masum sayılırdı. Çok bariz bir misal; icracı olarak başı Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın çektiği, Selim Naşit, Nevra Serezli hatta Yonca Evcimik gibi karakterlerin yan desteği, Haldun Taner, Kandemir Konduk ve Umur Bugay’ın antrenörlüğünde, neredeyse her parodi her skeç İslamiyet ile açıkça alay içeriyordu. Doğrudan değil elbette fakat dolaylı yollardan ve laf kalabalıkları ile. Tiyatro ve sinema ise neredeyse tamamen bunların elindeydi ve bu güçlü silahlarla, bir yandan Türk Milletine aba altından soba gösterirken, bir yandan da milletimizi kendi istedikleri yola çekmek için toplum mühendisliğine soyunuyorlardı.
Devekuşu Kabare tayfası

     İşte böylesine karanlık bir dönemden sonra, Cem Yılmaz 90’lı yılların ikinci yarısında ve 2000’li yılların başlarında, stand-up denilince, tereddütsüz olarak ilk akla gelen komedyendi. Yılmaz Erdoğan - Demet Akbağ ekibi de o aralarda parladı fakat Demet Akbağ, yukarıda zikrettiğimiz Umur Bugay’lı, Kandemir Konduk’lu kabarlerin mirasına sahip çıkarken (biraz yumuşatarak tabi ki), Yılmaz Erdoğan ise, hem politik hem de ahlaki olarak, Türkiye’nin kahir ekseriyeti oluşturan Sünni duruşa bayağı bir uzaktı. Filhakika Cem Yılmaz da muhalif olarak bilinir ve bunu bir şekilde üstü kapalı ve nadir olarak dile veya klavyeye getirse de, genel manada politik şakalara girmekten kaçındı ve kaçınmaya devam ediyor. Çünki aksini yapacak olsa, atındaki zeminin, tahmin edebileceğinden de hızlı bir biçimde kayacağını gayet iyi bilmektedir. Ata Demirer’e de küçük bir parantez açmak gerekirse; o da sahneye çıktı bahsedilen zaman diliminde. Onun gösterilerinde de dini konular geçti ve geçiyor ara sıra fakat bilerek dinin emir ve yasakları ile alay etmek, hemen hemen yok gibidir.

     Neyse... Ana maddeye dönecek olur ve bir iki kelam da filmleri için sarf edecek olursak: Gösterilerindeki bu oldukça sert ve rahatsız edici üslup, Yılmaz’ın filmlerinde ise, hem şiddet hem de zaman bakımından oldukça azdır. Her Şey Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz  gibi yapımlarda, hemen her filmde duyabileceğimiz kadar, sadece birkaç kötü diyebileceğimiz söz vardır. Absürt komedi olarak çektiği, göndermelerle dolu ve bu gönderme ve ince mesaj verme niyeti yüzünden izleyiciyi hırpalayan A.R.O.G., G.O.R.A. ve Yahşi Batı filmlerindeki seviye ise, diğerlerine nazaran daha aşağıdadır.

     Ancak şunu da söylemek gerekir ki Cem Yılmaz, günlük hayatta karşılaştığımız, çoğu zaman da fazlaca üstünde durmadığımız bazı olay, hissiyat ve garip kişilikler ile alakalı çok enteresan ve yerinde espri ve şakalar yaparken, birçok konuda yaptığı sosyolojik ve psikolojik tespitler de çok yerinde ve ufuk açıdır. Lakin ne yazık ki, her gösterisinde, olay bir şekilde bel altına gelir ve tabiri caizse dakikalarca oradan malzeme çıkarır ve seviye sıfırdan eksilere doğru gider. Yani ortalama bir Türk ailesinin, Cem Yılmaz’ın herhangi bir gösterisini hep beraber oturup izlemesi çok ama çok zayıf bir ihtimaldir. Olmuşsa bile, bu bir kereye mahsus, bilinmeden olmuştur.
konu nereye doğru
gidecek tahmin edin?

     Hatime olarak, “yiğidi öldür ama hakkını teslim et” düsturundan hareketle, şunları eklemek insaf dairesi içerisinde olacaktır: 80’li ve 90’lı yıllarda sahneye çıkanların, sinema, müzik ve tiyatroyu elinde tutanların sistematik mukkadesat saldırıları ve erozyon çalışmaları sonrasında, edep, terbiye ve ahlak açısından seviyeyi alçaltan yeni dönem neslin gelmiş olması, biraz hayal kırıklığına sebep olsa da, dini konuları fazla bulaşmayan komedyen, tiyatrocu ve sinemacıların eskiye nazaran daha çok olması, sayısının artması, buna mukabil eski dinozorların sayısının ve etkisinin azalması, az da olsa bir teselli kaynağıdır.