Cem Yılmaz’ın yepyeni gösterisi bu
isimle çıksa, ne kadar yerinde ve isabetli olurdu değil mi? Yakışırdı da hani... Neden mi? Elimizden geldiğince anlatmaya çalışalım:
Yaşı 35’in üzerinde olanlar, Cem
Yılmaz adını 90’lı yılların ikinci yarısında sıkça
duymaya başlamıştı. Leman Kültürde, kendi deyimiyle “üç-beş”
kişinin önünde başlayan, akabinde ta günümüze kadar uzanan ve
çok kişi tarafından, alanında “tek” olarak takdir edilen bir
kariyere sahip oldu. Saçlarını sıfıra vurdurmuş genç bir adam,
neredeyse her gösterisini kapalı gişe giden bir şova
dönüştürüyordu. Daha yirmili yaşlarındaki bu genç, günlük
hayatımıza, bizi etkileyen ancak fazla dillendirmediğimiz çeşitli
şeylere, televizyon programlarına, izlediğimiz ama çoğu zaman es
geçtiğimiz film karelerine dair şeyler anlatarak, kısa sürede
ismini duyurmayı başardı. Ancak anlattığı bazı şeyler daha
vardı ki... İşte onlar, edebin sınırlarını zorluyordu.
daha 22 yaşında bir karikatürist |
Yılmaz, özellikle gösterilerine ilk
başladığı zamanlarda, “Bir Tat Bir Doku” adı ile bilinen
gösterilerinde, gülmek için toplananlar arasında seçtikleri
üzerinde çok uğraşıyor ve adeta onları yerin dibine sokuyordu. Çünkü
alaya aldığı ve küçülttüğü kişilere çok fazla yükleniyor
ve bu aşağılamalara maruz kalanları, oraya geldiğine pişman
ediyordu. Bu “laf sokmalar” ve ağır sözler, yine bir dereceye
kadar kabul edilebilirdi. Belli ki kendisi, Batıdaki örnekleri
yakından takip ediyor ve onlardan esinleniyordu. Neticede Batıdaki
“stand-up” denilen şovlarda, böyle ofansif şeyler gayet
olağandı.
Fakat Cem Yılmaz bu kadarıyla da
kalmadı. Gösterilerinin büyük bir kısmını kaplayan ve deyim
yerindeyse, konuyu dönüp dolandırıp müstehcen mevzulara
getirmesi, edep sınırlarını zorluyordu. Kadın erkek ilişkileri,
her iki cinsin zaafları, bilhassa erkek uzuvları ve bunlara bağlı olan konular üzerine
anlattıkları ile güldürmeyi başarıyordu fakat espri ve şakalar,
“bel altı” dediğimiz cinstendi ve üstelik her izleyenin de
fark ettiği üzere, her yeni gösteri ile birlikte sertleşiyordu. Özellikle “Fundamentals” gösterisi,
gerçekten de bu konunun şimdiye kadarki “en dip” noktasıydı.
seviye bir süredir sıfırın altındaydı zaten! |
Evet, diyelim ki bu terbiyesizlikler Batı dünyasının
gösteri ve stand-up anlayışında var. Hakikaten de öyle. Louis
C.K.den Russell Peters’a, Eddie Murphy’den Dave Chappelle’e,
Richard Pryor’dan Robin Williams’a kadar birçok tanınmış
stand-up siması, çok sert ve ofansif bir dil kullanır ve kadın
erkek ilişkilerini, olabildiğince sansürsüz ve edepsiz şekilde
anlatır, onları izlemeye gelenlere de umarsızca alkışlar.
tarihin en ağzı bozuk en seviyesiz heriflerinden biri: Louis C.K. |
Tamam da, ne burası Batı ne de edep
ve ahlak seviyemiz oralarla aynı. Toplumumuzun genelinde,
erkeklerimiz veya kadınlarımız bu tür konuları kendi aralarında
konuşuyor olsalar dahi, bunlar sınırlı alanlarda ve nispeten alçak sesle
dile getirilir veya tartışılır. Normal ahlaki değerlere haiz her
cemiyette de böyledir. Dolayısıyla sahneden birisinin, böylesine
ahlak ve edep dışı şeyleri ailelerin, çocukların, kadınların
karışık olarak bulunduğu bir ortamda açıktan anlatması,
toplumun geneli için hiç de sıhhatli bir şey değildir, bir dejenerasyon göstergesidir.
Bu gerçekliğin biraz da diğer
tarafına bakalım: Cem Yılmaz, gösteri yaptığı ilk birkaç
seneyi geçecek olursak, seçim neticelerine de yansıdığı üzere,
giderek muhafazakarlaşan bir toplumun karşısına çıkıyordu.
Sonu meşhur “28 Şubat”a varan Refah-Yol hükumeti ve birkaç
sene ardından, 2000’li yılların başını domine eden Ak Parti hükumetleri, Cem Yılmaz’ın yukarıya tırmanışını hiç
kesmedi. Bilakis, vergi rekortmenleri arasına girdiği dönem de, bu
dönem oldu.
Bir diğer mevzu ise, her ne kadar bir
önceki dönem din düşmanı komedyenler kadar olmasa da, dini
konulara girmesi ve bazen dinen çok tehlikeli sözler söylemesi.
Gerçi hakkını teslim edelim, dine zarar vermede bir nesil önceki,
kabare ve gösteri adı altında İslamiyet’in emirleri ile alay
eden, dinin yasak ettiklerini övüp, akıllarınca dinle dalga geçen
dinozorlara nazaran oldukça masum sayılırdı. Çok bariz bir misal;
icracı olarak başı Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın çektiği,
Selim Naşit, Nevra Serezli hatta Yonca Evcimik gibi karakterlerin
yan desteği, Haldun Taner, Kandemir Konduk ve Umur Bugay’ın
antrenörlüğünde, neredeyse her parodi her skeç İslamiyet ile
açıkça alay içeriyordu. Doğrudan değil elbette fakat dolaylı
yollardan ve laf kalabalıkları ile. Tiyatro ve sinema ise neredeyse
tamamen bunların elindeydi ve bu güçlü silahlarla, bir yandan
Türk Milletine aba altından soba gösterirken, bir yandan da
milletimizi kendi istedikleri yola çekmek için toplum
mühendisliğine soyunuyorlardı.
Devekuşu Kabare tayfası |
İşte böylesine karanlık bir
dönemden sonra, Cem Yılmaz 90’lı yılların ikinci yarısında
ve 2000’li yılların başlarında, stand-up denilince, tereddütsüz
olarak ilk akla gelen komedyendi. Yılmaz Erdoğan - Demet Akbağ
ekibi de o aralarda parladı fakat Demet Akbağ, yukarıda
zikrettiğimiz Umur Bugay’lı, Kandemir Konduk’lu kabarlerin
mirasına sahip çıkarken (biraz yumuşatarak tabi ki), Yılmaz
Erdoğan ise, hem politik hem de ahlaki olarak, Türkiye’nin kahir
ekseriyeti oluşturan Sünni duruşa bayağı bir uzaktı. Filhakika Cem Yılmaz da muhalif olarak bilinir ve bunu bir şekilde üstü
kapalı ve nadir olarak dile veya klavyeye getirse de, genel
manada politik şakalara girmekten kaçındı ve kaçınmaya devam
ediyor. Çünki aksini yapacak olsa, atındaki zeminin, tahmin
edebileceğinden de hızlı bir biçimde kayacağını gayet iyi bilmektedir. Ata Demirer’e de küçük bir
parantez açmak gerekirse; o da sahneye çıktı bahsedilen zaman
diliminde. Onun gösterilerinde de dini konular geçti ve geçiyor
ara sıra fakat bilerek dinin emir ve yasakları ile alay etmek,
hemen hemen yok gibidir.
Neyse... Ana maddeye dönecek olur ve
bir iki kelam da filmleri için sarf edecek olursak: Gösterilerindeki
bu oldukça sert ve rahatsız edici üslup, Yılmaz’ın filmlerinde
ise, hem şiddet hem de zaman bakımından oldukça azdır. Her Şey
Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz gibi yapımlarda, hemen
her filmde duyabileceğimiz kadar, sadece birkaç kötü
diyebileceğimiz söz vardır. Absürt komedi olarak çektiği,
göndermelerle dolu ve bu gönderme ve ince mesaj verme niyeti
yüzünden izleyiciyi hırpalayan A.R.O.G., G.O.R.A. ve Yahşi Batı
filmlerindeki seviye ise, diğerlerine nazaran daha aşağıdadır.
Ancak şunu da söylemek gerekir ki Cem
Yılmaz, günlük hayatta karşılaştığımız, çoğu zaman da
fazlaca üstünde durmadığımız bazı olay, hissiyat ve garip
kişilikler ile alakalı çok enteresan ve yerinde espri ve şakalar
yaparken, birçok konuda yaptığı sosyolojik ve psikolojik
tespitler de çok yerinde ve ufuk açıdır. Lakin ne yazık ki, her
gösterisinde, olay bir şekilde bel altına gelir ve tabiri caizse
dakikalarca oradan malzeme çıkarır ve seviye sıfırdan eksilere
doğru gider. Yani ortalama bir Türk ailesinin, Cem Yılmaz’ın
herhangi bir gösterisini hep beraber oturup izlemesi çok ama çok
zayıf bir ihtimaldir. Olmuşsa bile, bu bir kereye mahsus, bilinmeden olmuştur.
konu nereye doğru gidecek tahmin edin? |
Hatime olarak,
“yiğidi öldür ama hakkını teslim et” düsturundan hareketle,
şunları eklemek insaf dairesi içerisinde olacaktır: 80’li ve
90’lı yıllarda sahneye çıkanların, sinema, müzik ve tiyatroyu elinde
tutanların sistematik mukkadesat saldırıları ve erozyon
çalışmaları sonrasında, edep, terbiye ve ahlak açısından seviyeyi
alçaltan yeni dönem neslin gelmiş olması, biraz hayal kırıklığına
sebep olsa da, dini konuları fazla bulaşmayan komedyen, tiyatrocu
ve sinemacıların eskiye nazaran daha çok olması, sayısının
artması, buna mukabil eski dinozorların sayısının ve etkisinin
azalması, az da olsa bir teselli kaynağıdır.