Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: 1967 Detroit Ayaklanması (12 Sokak İsyanı) ve 1967'nin Uzun Sıcak Yazı Follow my blog with Bloglovin

3 Aralık 2019 Salı

1967 Detroit Ayaklanması (12 Sokak İsyanı) ve 1967'nin Uzun Sıcak Yazı



     1960’lardaki dünyayı düşündüğünüzde, insanların renklerinden dolayı hala ikinci sınıf muamalesi gördüğü gerçeği karşısında şaşırabilirsiniz. Ve bu renk ayrımının, 2. Dünya Savaşı sonrası tüm dünyanın yeni patronluğuna soyunan ve çoğu zaman terakkinin sembol isimlerinden birisi olan Amerika Birleşik Devletlerinden geldiğini öğrenmek, şaşkınlığınızı daha da arttıracaktır. Ama ne yazık ki durum bu. Hitler öleli on beş seneyi geçtiği halde, bu ülkede hala köleliliğin etkileri devam ediyor, cepleri şişkin, ağzı purolu beyazlar, daha düne kadar sahip oldukları siyahi kölelerin, hemen öylece “salıverilmesine“ bir türlü sıcak bakmıyordu.

     ABD’nin tarihine çok kabaca baktığımızda, geniş ve her türlü iklime, coğrafi şekle haiz topraklara yayılmış olmanın bahşettiği etkileri rahatlıkla görebiliyoruz. Bunların başında şüphesiz, merkezi otoriteden uzak olarak, bireyselliğin ve bireysel yaşamı korumanın olduğunu görürüz. Daha ilk yerleşimlerle birlikte, hem düşman bildiklerine hem de tabiatta önlerine çıkan her türlü vahşi hayvana karşı kaçınılmaz olarak gelişen ferdi silahlanma içgüdüsü, kolluk kuvvetlerinin insan haklarını koruma konusundaki hakimiyetinin artmasına rağmen, 20. yüzyıl ile birlikte devam etmiştir. Bugün bile, silahlanma rakamlarının son derece yüksek olması, Amerika’nın en dikkat çeken yanlarından birisidir (yüksek bir mahkemenin bireysel silahlanmanın anayasanın ikinci maddesi ile korunduğunu belirtmesini unutmayalım). Oysa sosyal adaleti temel alan (ya da aldığını iddia eden diyelim) Avrupa ülkelerinde bireysel silahlanma ise, katı kurallarla kontrol edilme seviyesindedir.

     ABD’nin bir başka özelliği, yine daha ilk yerleşimlerle birlikte kendini gösteren köleliktir. Uçsuz bucaksız çiftliklerde çalışacak eleman sıkıntısı çeken bu toprakların “yeni yerlileri” çözümü, “Kara Kıta”dan getirdikleri siyah renkli “sudan ucuz işçiler”di. E nasıl olsa dur diyen yoktu ve bunları bir şekilde kullanmak kolaydı… Onlar da kolay yolu seçtiler ve karın tokluğuna (karınları ne kadar doydu o ayrı konu) çalışacak siyahları, gemilere “tıkıştır”dıkları gibi, önce köle pazarlarına, ardından da tarlalara sürdüler. “Kuzey-Güney Savaşı” olarak da bilinen “Amerikan İç Savaşı”nın, temelde köleliliğin kaldırılması etrafında döndüğünü zikredersek, bu kurumun ne denli büyük ve etkileyici olduğu konusunda bir fikir verecektir.
köleler gemiye "dolduruluyor"

     Öyle veya böyle, savaş neticesinde kölelik kaldırıldı. Ancak ortada, daha düne kadar insan gözüyle dahi bakılmayan, sadece ayak işleri yapmış olan siyahların topluma entegrasyonu vardı. Bu entegrasyon da hemencecik olacak bir şey değildi tabi ki, böylesine köleliğe alışmış bir cemiyette. Ve nitekim, renklilerin Amerikan toplumuna intibakı, bir asrı da aşacak bir sürece girdi. J.F. Kennedy'nin, suikaste kurban gitmeden evvel hazırladığı ve 1964 yılında yürürlüğe giren Medeni Haklar Yasası, durumu en azından kağıt üstünde düzeltmiş gibi görünse de, bilhassa siyahlara karşı olan ön yargı ve gizli nefret, bir şekilde günümüzde dahi rahatlıkla görülebiliyor.
"I have a dream" demek suretiyle tarihi konuşmalardan birine
imza atan Martin Luther King Jr.

     Bu tarihi bilgileri üst üste koyduğunuzda ve yanına “insan hakları” kavramının hızlıca hayatımıza girdiği 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonraki dünyayı da eklediğinizde, 1960’ların Amerikası’nda zenci olmanın nasıl bir şey olacağını aşağı yukarı kestirebilirsiniz. Malcolm X, Martin Luther King Jr, Nation of Islam, Sivil Haklar Hareketi, Elijah Muhammad, Louis Farrakhan hatta Muhammed Ali isimleri de bu şekilde, biraz daha anlamlı gelecektir (bir türlü bitmek bilmeyen ve beklenmedik derecede can almaya devam eden “Vietnam Savaşı” da bonus).

Tüm bu toparlamadan sonra, gelelim asıl konuya:

     Michigan Eyaletinin en büyük şehri olan Detroit, otomobilin insan hayatına girişi ile birlikte, Amerikan otomobil sanayisinin merkezi konumuna gelmiş ve hatta “Motor Town” ve kısaca “Motown” olarak adlandırılacak kadar bununla özdeşleştirilmişti (bu devasa otomobil imalat fabrikalarında ağırlıkla kimler çalışıyordu bir tahmin edin). Lakin her şey, 1967’nin sıcak bir yaz gecesinde değişecekti.
Detroit İsyanda

     22'yi 23 Temmuz'a bağlayan 1967 gecesinin ilerleyen saatlerinde, içki satma ruhsatı olmayan 12. Sokaktaki bir eğlence mekanına gelen polis, baskın yapmak niyetindedir ve içeride fazla insan olmadığı için işinin kolay olacağını düşünür. Kolluk kuvveti, içeride birkaç kişiyi göz altına almayı beklerken, “Vietnam Savaşı”ndan taze gelmiş iki askerin dönüşünü kutlayan 82 kişi ile karşılaşır ve alelacele hepsini tutuklamaya karar verir. Ancak bu kadar insanı alıp götürmek kolay değildir ve buna hazırlıkları olmadığı için, taşıma vasıtaları gelene kadar, siyahların oluşturduğu kalabalık olay mahalline birikmeye başlar. Sıhhatli bir empati yapabilmek adına, yazının başındaki bilgileri şimdi zihninizde gezdirin ve sabah karşı elleri kelepçelenen yüze yakın renktaşınızın, tekere teker polis arabalarına doldurulmaya çalışıldığına şahit olun… Artık her şey ufak bir kıvılcıma bakar ve kalabalığı kışkırtanlardan birisinin, polise şişe fırlatmasıyla isyan başlar.

     Polis araçlarının olay yerinden ayrılmasından sonra, kalabalık mağazaları yağmalamaya koyulur ve pazar günü olması dolayısıyla, güvenlik kuvvetleri toparlanmakta gecikir. Müdahalenin gecikmesi, yağma olaylarının genişlemesine meydan bırakır. O günün akşamında,sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Ancak isyan, buna rağmen genişlemeye devam ederken, pazartesi günü ortalık yangın yerine döner. Polis bazı göstericileri tutuklasa da, sayı olarak kafi değildir.
ABD için alışılmadık bir durum:
silahlı askerler polis vazifesinde


     Polisin yeterli olmadığı görülünce, başkan Lyndon B. Johnson Amerikan askerlerinin ayaklanmaya müdahale etmesini onaylar (siyasi bir çekişme yüzünden bu kararın geciktiği ve böylece hadisenin zapturapt altına alınmasının uzadığı bilinmektedir). Asker duruma el koymaya çalışırken, ortamın kaosu ve gerginliğinde, polis birçok yerde görevini aşacak hareketlere girişir. O gün bir de,Kathryn Bigelow'un yönettiği "Detroit" filminin bel kemiğini teşkil eden Algiers Motel Olayı yaşanır. Üç tane siyah gencin dövülerek öldürüldüğü, diğer dokuz gencin feci şekilde dövülüp aşağılandığı vak'a, ırkçı beyaz polislerin işiydi (bunu yapan üç polis ceza almadan yırttı sonra). Olay kısaca, gençlerden birinin yarış tabancası ile havaya ateş etmesi ve asayişin bunu keskin nişancı atışı zannederek otele baskın vermesi idi. Birbirine arka çıkan ırkçı polislerin hadiseyi büyütmesi, işi çığırından çıkaran nokta olmuştu.
Algiers Motel Olayında öldürülen gençler


     Silahlı kuvvetlerin etkisini artırmasıyla, perşembe günü şiddet azalmaya başlarken, 28 temmuz 1967'de hadiseler tamamen yatıştı. Yatıştı ancak geride 33'ü siyah, 43 ölü ve binlerce yaralı bırakarak. “1967'nin Uzun Sıcak Yazı” adıyla tarihe geçen ve ırk temelli 159 isyan silsilesinin en kanlı halkasıydı. Sonrasında, otomotivin kalbi olan Motor Town bir daha belini doğrultamadı. Bir zamanların çok kazanan rüya kenti, ayyaş, uyuşturucu bağımlısı ve eşkıyaların toplanma yeri oldu. 12. Sokak Ayaklanmasıolarak da bilinen ve altı gün süren olaylar, 20. yüzyıl Amerikası'nın yaşadığı en kanlı hadiselerden birisi başlığı ile tarihe geçti.
Kathryn Bigelow'un Detroit filminden
Algiers Motelde sorgulanan siyahiler

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler! Hakaret küfür olmazsa ne kaa guzel olur!