7 Ekim 2023 tarihinden bu yana, Filistin topraklarında gerçekleşen acı ve tarifi zor hadiselere şahitlik ediyoruz. Bugünlerde sıkça duyduğumuz bir tabirle, “gözümüzün önünde, büyük bir katliam yaşanıyor”. Peki bu mevzu ile alakalı ne kadar şey biliyoruz veya daha doğrusu şöyle diyelim, bildiklerimizin ne kadarı, hakikat olmasa bile, hakikate en yakın?
Yahudilerin tarihini genişçe ele aldığımız yazılarda, Hazreti Yusuf, Hazreti Musa, Yahudilerin Mısır’dan çıkışı, Arz-ı mev’uda gelişleri, 2000 sene sürecek sürgün dönemleri incelenmişti. Oradan devam edecek olursak...
Roma İmparatorluğunun, Kudüs’ü yerle bir etmesi akabinde, dünyanın her tarafına dağılmış olan Yahudiler, maddi olarak kuvvetlenmeleri ile birlikte, Siyonizm hareketi ve artan nüfuzlarını devreye sokarak, yeniden vaad edilmiş topraklara dönüş telaşına girdi. Dile kolay, 20 asır sonra, atalarının yurduna yerleşmeye çok az kalmıştı. Her şey onların lehine işliyor gibiydi: Sultan 2. Abdülhamid tahttan indirilmiş, İttihat ve Terakki işbaşına gelmiş, Araplar bölünmüş ve Osmanlı’ya baş kaldırmış, Balfour Deklarasyonu imzalanmış, hatta Osmanlı 7. Ordusu, akla havsalaya sığmayacak bir şekilde, silahlarını dahi kullanmadan, ta Şam'a kadar yüzlerce kilometre geri çekilmişti.
Birinci Cihan Harbi ve Sonrası
Balfour vaadi ve ile birlikte, Kudüs ve civarındaki Yahudi nüfusta artış görüldü. Yahudiler yerleşip, çoğaldıkça da, Filistin bölgesinde huzursuzluk arttı. İngilizler, hem Yahudilere hem de Araplar içerisindeki gruplara, ayrı ayrı vaatler vermişti. Hepsi de kendilerine verilen sözlerin peşine düşmüştü. Yahudi nüfusun yerleşecek toprağa ihtiyacı vardı ve çoğunun cebi şişkindi. Yerel Filistinliler (daha doğrusu Filistin diye bilinen sahada yaşayan Araplar) ise umumiyetle fakir çiftçilerdi ve hasat zamanlarında türlü zahmetlerle karşı karşıya kalıyordu. Dolayısıyla toprakların el değiştirmesi, şöyle veya böyle kaçınılmazdı. Topraklar el değiştirdikçe, Filistin’de yaşayan Araplar daha da fakirleşti ve iyice köşeye sıkıştı. 1920’lere gelindiğinde, yeni yerleşen Yahudiler, Haganah denilen ve yarı askeri hüviyet taşıyan silahlı teşkilatı kurdu. Zaten İngiliz Mandası, sükuneti muhafaza etmekte isteksiz davranıyordu. Kudüs ve Yafa’da isyanlar baş göstermişti. 1929’da ise büyük çapta bir Filistinli ayaklanması başladı. Filistinliler, daha fazla Yahudi’nin gelmesini istemiyordu.
Haganah paramiliter grubu |
Filistin topraklarında bir kaos vardı ve durum daha da kötüye gidecekti çünki Avrupa’da yükselen Faşizm fikriyatı, Yahudilerden pek hoşlanmıyordu. Elbetteki bu durum, daha fazla Yahudi’nin göçü demekti. Üstelik şimdi, yeni bir silahlı Yahudi organizasyon daha vardı: Irgun. 1936’da ise, Araplar, müstakil devlet kurma heyecanıyla İngiliz idaresine isyan etti ise de, bir neticeye varılamadı. Kudüs Müftüsü Emin el- Hüseyni’nin Hitler ve Nazilere yanlaması da, düşünüldüğü gibi işlemedi.
İngilizler, durumun kendi kontrollerinden çıktığını çoktan fark etmiş ve pişman olmuştu. İkinci Cihan Harbinden galip çıkmış gibi görünseler de, esasında savaş İngiliz İmparatorluğuna çok zarar vermişti. Hem de artık meskun Yahudiler, açıktan onları hedef almaya başlamıştı. 1946’nın Temmuz ayında, Irgun teşkilatının üyeleri, Britanya yöneticilerinin bulunduğu King David Otelini patlattı... İçerisinde Yahudiler de olduğu halde! Bu olay artık bardağı taşırmıştı. Taze kurulan Birleşmiş Milletler müdahil olunca, İngilizler Filistin topraklarından çekilmeye başladı.
Birleşmiş Milletler Filistin Taksim Planı ve Tepilen Fırsat
Gelelim işin en can alıcı noktalarından birine: 1947 senesinin nihayetlerinde, BM bir paylaştırma plan ortaya attı. Buna göre; Arap Devleti, Kudüs etrafındaki arazinin %42’sine, Yahudi Devleti de %56’sına sahip olacaktı. % 2’lik kısım ise (Kudüs ve Beytüllahim de içinde) beynelmilel bir vesayete terk edilecekti. Yahudiler bunu kabul ederken, Araplar karşı çıktı. Günümüz İsrail-Filistin çıkmazının en büyük sebeplerinden birisi bu oldu. Zira Filistin’de yaşayanlar, tarihin hiçbir döneminde müstakil bir devlet kurmamış iken, kendilerine adeta bahşedilen bu fırsatı, çevredeki diğer Arap ülkelerin de tazyikiyle reddetti. Durduk yere bir Yahudi devletin kurulmasını istememekle, belki de kendi ayaklarına sıkıyorlardı!
Taksim Teklifi |
1948 Arap-İsrail Savaşı
Taksim Planının ardından, huzursuzluk iyice arttı ve savaş başladı. Bu, Filistinliler için tam bir felaket oldu. Bugün bile en çok atıf yapılan terimlerden birisi olan “nekbe” işte bu harbin ağır mirasıdır. Sürekli takviye edilen modern silahlarla donanımlı Yahudi kuvvetleri, ekseriyeti çiftçi olan Arapları mağlup etti. Daha birkaç ay evvel, devlet kurmalarına ramak kalmışken, buna sırt çeviren Filistinliler, şimdi yerlerinden silah zoruyla ediliyordu. Bu gürültü-patırtı arasında, İngilizler bölgeyi boşaltınca, İsrail Devleti de kuruluverdi. Etraftaki Arap Devletlerin müdahale etmesi üzerine, Arap-İsrail Savaşlarının ilki cereyan eder oldu. Savaş devam ederken, her taraftan silah ve yeni yeni yerleşimci-savaşçı Yahudi akın ediyordu bölgeye. Rakiplerini küçümseyen Arap Devletleri okkalı bir tokat yerken, yeni kurulmuş İsrail’in sadece kendine güveni gelmedi, topraklarını da arttırdı. Her yandan duyduğumuz “Filistinli mülteci” tabiri de, bu dönemin acı bir neticesidir. Akdeniz kıyısındaki Gazze, Mısır’ın ve kontrolüne geçerken, Kudüs’ün doğusunda kalan Batı Şeria, Ürdün nüfuzuna geçti. Yurtsuz kalan çok sayıda Filistinli, bu bölgelerdeki kamplarda yaşamaya başladı. 1949’da tesis edilen “Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı” ta günümüze kadar, bu mıntıkalardaki ahaliye yardım ulaştırmakta. Daha savaş bitmeden, Gazze kısmında, Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni liderliğinde, “Umum Filistin Hükumeti” kuruldu. Yahudiler ise diğer yandan, hayallerinden birini daha gerçekleştirdi ve Kudüs’e girmek de bu harbin akabinde kabil oldu. Batı Kudüs resmen onların eline geçti.
Filistinlilerin Mücadeleleri ve Altı Gün Savaşı
İsrail, kendi ayakları üzerinde durma istidadını gösterince, 1950’de Kudüs’ü resmen başşehir ilan etti. Muhacirler de akın akın geliyordu. İsrail’in etrafındaki Arap Devletleri, kendilerine meydan okuyan bu yeni devleti bir türlü kabul etmedi. Filistinliler de, bir şekilde silahlı mücadele yapmak maksadıyla, bir araya gelmeye çalışıyordu. Bu gaye ile kurulan teşkilatlardan birisi “Filistin Fedaileri” idi. Bölgede hakim olmaya başlayan sosyalist rüzgarın da tesiriyle, sol bir insiyakla hareket eden teşkilat, genelde hudut mıntıkalarından İsrail Silahlı Kuvvetlerini hedef almaya çalışsa da, sivilleri de vuruyordu.
1956’da, İsrail, Süveyş Krizi yaşanırken Gazze’yi işgal etti. Dört aylık bu işgal, bine yakın ölü geride bıraktı. 1959’da, bundan sonraki aşamalarda sıkça ismi duyulan Yaser Arafat öncülüğünde, sol zihniyete sahip El-Fetih ve 1964’te ise, birçok Marksist-Leninist organizasyona şemsiye vazifesi görecek Filistin Kurtuluş Örgütü tesis edildi. Bu teşkilatlar, bilhassa 1970’lerde, sivil-asker göz etmeden birçok yeri kan gölüne çevirdi. Bizdeki meşhur Deniz Gezmiş ve tayfası da, Yaser Arafat’la aynı kamplarda eğitim görmüş ve aynı solcu-ateist kafa yapısını paylaşmıştır.
Bölgedeki tansiyon hiç düşmeyince, 1948’teki harbin ardından daha 20 sene bile geçmeden, tekrar savaş patlak verdi. Yıllarca süreceği düşünülürken, Pazartesi günü başlayıp, Sebt günü, İsrail’in rakiplerini tam manasıyla ezmesiyle neticelendi. Yalnız 6 gün istimrar eden harbin akabinde, İsrail topraklarını 4 katına çıkarırken, Sina Yarımadasını, Golan Tepelerini, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’yı ele geçirmiştir. Arap Devletleri, bu savaştan sonra seslerini kesmeye başlamış ve artık İsrail’in haritadan silinemeyeceğini anlamışlardı. Savaş başında umutlarını yeşerten göçebe Filistinlileri ise, daha da karanlık günler bekliyordu. Filhakika, çeşitli isimlerle zuhur eden teşkilatların, sağda-solda bombalı faaliyetleri artırması, bu harpten sonradır.
Arafat ve İsrailli İzak Rabin |
FKÖ, Hamas, Kassam Tugayları ve 21. Asırdaki durum
Sonraki senelerde Arafat ve Filistin Kurtuluş Teşkilatı çok aktifti. FKÖ’nün, rahatlıkla “terör” olarak tanımlanabilecek faaliyetleri çoğalırken, işleri kendilerine acıyıp yer açan Ürdün’de asayişi bozmaya kadar vardırınca, Melik Hüseyin tarafından basıldılar ve Ürdün’den sürüldüler. Bir müddet sonra, Melik Hüseyin, Batı Şeria’ya yönelik koruyucu bağlarını da kesti.
1973’te yine harp başladı. Yom Kippur Savaşı olarak tarihe geçen çatışma uzun sürmedi. Arap Devletleri yine saldırmış, İsrail de bir şekilde saldırıyı bertaraf etmişti. 1967’deki Altı Gün Savaşının yirminci senesinde, İsrail işgali altındaki sahada, “Birinci İntifada” olarak bilinen hadiseler başlaı. Bu ateş, Oslo Anlaşması’na (1993) kadar devam etti.
Bu intifada başladığında ise, (Şeyh) Ahmet Yasin ve birkaç arkadaşı, Hamas'ı (İslami Direniş hareketi) kurdu. Mısır'da ortaya çıkan İhvan ül-Müslimin teşkilatı ilişkisi vardı ve şimdiye kadarki ağır sol-sosyalist organizasyonlara mukabil, İslami bir çizgiye vurguyu yapılıyordu. Tabi ki İhvan bağlantısı, bu teşkilatlanmanın Selefi bir temelde olduğunun açık belirtisi. Oslo'daki görüşmeler neticesinde, FKÖ, İsrail'i devlet olarak tanıdığını ilan etti. Hamas ise, bu konuda katı idi ve İsrail'i ortadan kaldırmak için savaşacağını bildiriyordu.
1991'de ise bu sahneye, "İzzeddin el-Kassam Tugayları" da çıktı. Bu teşkilatlanma, Hamas'ın askeri kanadı olarak tanındı. İzzeddin el-Kassam, Osmanlı'nın sön dönemlerinde doğmuş ve Muhammed Abduh denilen reformcu-masonun talebesi ve hatta bunun çömezi mezhepsiz Reşid Rıza'nın arkadaşı olmakla, bu şahısların fikriyatını benimsemişti.
2000'de başlayan İkinci İntifada 2005'te, İsrail kuvvetlerinin Gazze'den çekilmesiyle bitti. Hamas ve El-Fetih, Gazze'de iktidar mücadelesine girişti ve Arafat'ın ölümünden sonra kan kaybetmeye başlayan sol tanzim, 2006 senesindeki seçimlerde, yerini Hamas'a bıraktı. O günden bu yana, Gazze'de hükumet hep onlarda. Zaten, hareketin lideri Yasin'in 2004'te öldürülmesi, Hamas'ı daha da çok bilemişti. 2007'de de bu sefer, Filistin davası güttüğünü iddia eden taraflar (Hamas-Fetih) birbirine girdi ve 700'e yakın Filistinli bu çatışmalarda can verdi.
Hamas'ın iktidarı ile birlikte Gazze, bir açık hava hapishanesi haline geldi. İsrail, hudutları iyice tahkim etti. Gazze'de yaşayanlar, büyük oranda dışarıdan gelecek yardımlara bağımlı hale geldi. İşsizlik ve sefalet çok yüksek düzeye çıktı. Haberleşme vasıtalarının çoğalması neticesinde, sağda-solda şahit olduğumuz haberler genelde şu minvalde oluyordu: "Gazze Şeridinden fırlatılan 3 füze, iki İsraillinin yaralanmasına sebep oldu. İsrail Kuvvetleri de buna mukabil, içerisinde sivil ve çocukların da bulunduğu binayı hedef aldı! Çok sayıda ölü ve yaralı var." Basitçe söylemek gerekirse; Hamas ve Kassam elemanlarının herhangi bir şeyle İsrail tarafına saldırması, çocuk-kadın-yaşlı demeden, en az 5-10 misli Filistinlinin ölmesi demek!
2008 nihayetinde, orada olup bitenlerin özeti sayılabilecek bir harp daha yaşandı. Hamas, İsrail tarafına roket attı ve İsrailli sivil öldürüldü. Bunun üzerine İsrail Askeri, Gazze tarafına operasyon başlattı. Bir aydan kısa süren bu süpürme harekatı neticesinde ölenler dağılımı şu şekilde oldu: İsrail 3 ölü, Gazze 1200'den fazla!
2014'te yine geniş çaplı bir operasyon gerçekleşti. 3 İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesi üzerine yine harekat başladı ve Hamas'ın diğer tarafa attığı roketlerden 3-5 kişi ölürken, Gazze'de 2000'den ziyade insanın hayatı son buldu! Hem de bu sefer Hamas, "İsrail işbirlikçisi" diye yaftaladığı 20'den fazla Filistinliyi, bizzat kendisi katletti!
7 Ekim 2023 ve Sonrasında Yaşananlar
İrili-ufaklı çatışmalar, eksik olmuyordu elbette ama daha birkaç ay evvel başlayan büyük hadiseler, şimdiye kadar yaşananları bile gölgede bırakacak cinstendi. 7 Ekim 2023 Cumartesi sabahı, Hamas ve El-Kassam Tugayları elemanlarının "El-Aksa Tufanı" adını verdikleri saldırı başladı. Nasıl olduğu tam olarak anlaşılamamakla birlikte, 3bin civarında kişi, sınırları aşıp, İsrail mıntıkasına geçti ve burada, çocuk-kadın-yaşlı demeden binden fazla sivili katletti. 200'den fazlasını da esir alıp, Gazze tarafına çekildi. İsrail bu durum karşısında, Hamas'a resmen savaş açtı ve kara-hava saldırısına geçti. Şu güne kadar, resmi bilgilere göre, en azından 30bin Filistinli öldürüldü.
İsrail vatandaşı Araplar ve Mecelle
Şimdi gelelim madalyonun diğer yüzüne. İsrail devleti teşekkül ederken, hudutları içerisinde 150bin kadar Arap nüfusu kaldı. Bu nüfusun soylarından gelenler, şu anda İsrail nüfusunun neredeyse 1/4'üne denk gelmektedir. Bunlarından da yüzde 80'den fazlası Müslümandır. Arapları Knesset'te (İsrail parlamentosu) temsil eden mebusları vardır. 2018'e kadar Arapça iki resmi dilden biriydi. Hala da şu anda yarı-resmi sayılır. Kendi dillerinde eğitim hakları vardır. Dahası, Osmanlı Devletinin dünyaya miras bıraktığı, numune hukuk kitabı Mecelle, şu anda hala tatbik edilmektedir. Müslüman bir Arap, şayet talep ederse, şer'i mahkemede Mecelle ahkamına göre yargılanma hakkına sahiptir!
İsrail Yüksek Mahkemesi üyesi Arap Halid Kebub |
Medyanın Hali ve Boykot Mantığı
7 Ekimden sonra medyamız, ara vermeden Gazze'den ölüm haberleri veriyor. Vuku bulan protestoları ve tel'in mesajlarını döndürüp duruyor. Sabahtan akşama kadar verilen şeyleri özeti şu cümle: "İsrail masumları öldürüyor, lanetliyoruz!" Peki bunları söyleyince, İsrail tarafında bi geri çekilme alameti var mı? Tabi ki yok! Bir de, hangi kaynaklardan yayıldığı belli olmayan, "İsrail mallarını boykot" sesleri yükselince, çok acayip bir manzara çıktı ortaya. Örnek verecek olursak, Gazze'de fabrikası bulunan ve yerel Filistinlilere istihdam sağlayan Coca-Cola, Yahudi sermayesi diye her vesile ile protesto ediliyor!
Hülasa
Birçok farklı noktadan bakmaya çalıştığımız "İsrail-Filistin" konulu yazının özetini çıkaracak olursak şayet, şu acımasız satırları yazmak mecburiyetindeyiz:
1. Filistin diye bir devlet, hatta Filistinli diye bir tabir, 20. asra kadar hiç olmadı. Filistinliler, ayaklarına kadar gelen, hem de milletlerarası camia tarafından peşinen tanınacak devlet olabilme fırsatını 1948'de tepmiş oldu. Bundan sonraki geçen her senede, ıstırap ve dertleri arttı.
2. Gazze'deki Filistinlilerin, bir an önce Hamas ve uzantısı, savaş ve çatışmadan beslenen yapılardan uzaklaşması gerekir. Bu teşkilatlar, masum insanların hayatını daha da çekilmez hale sokuyor. Arkasında ABD, İngiltere, Almanya gibi kuvvetlerin olduğu bir İsrail'i, "yeryüzünden sileceğiz" tarzında yaklaşımlar, realiteyle hiç bağdaşmıyor.
3. İsrail'in 7 ekim sonrasında başlattığı harp, bir din savaşı değildir. Yani Yahudiler, Müslümanları toptan katletmek için sahada değiller. Öyle olsa önce kendi topraklarındaki Müslümanları öldürürlerdi. Birkaç tane sivri tipin "tüm Araplara ölüm" naralarını alıp umuma mâl etmek yanlış olur, zira Yahudiler çok fazla fırkaya bölünmüş durumda.
4. Müslümanların, sol bir fiiliyat olan "boykot" gibi şeylere kalkışması, acz ve zavallılıklarını göstermekten başka bir şey değil! Aklı selim bir Müslüman, bazı söylentilerin peşine takılıp, muvakkat bir lanetleme ve boykot işine girişmez. Dostunu-düşmanını iyi tanır ve tüm hayatını ona göre bina eder!