Bir insan ömrü
denilebilecek süre içerisinde teşekkül edip yıkılan Emevi İmparatorluğu, Beni Ümeyye soyunu, çoluk çocuk demeden
katletme teşebbüsü ile tarih sahnesinden silinince, Abbasiler Hilafeti başlamış
oldu. Bu dönem başlarken de, bir asra yakın devleti idare etmiş olan Emevi
soyundan olanlar, tabiri caizse kaçacak delik arar oldular. Zira yeni gelen
idare, hiç merhamet göstermeksiniz katliama girişmişti.
Ancak tarih öyle garip cilvelere gebe ki, 16-17
yaşlarında bir genç, can korkusu ile boğuşurken, soluğu Endülüs'te alıyor ve
Avrupa'nın ve dolayısıyla dünyanın çehresini değiştirecek bir devlet kurucusuna
dönüşebiliyor. Bu genç, aksiyon filmlerini aratmayacak cinsten kaçış ile: Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam.
Abdurrahman, onuncu Emevi halifesi Hişam bin Abdülmelik'in torunu. Hicri
113. yılında (m. 731) tevellüt etti. 19 yaşındayken, büyük kuzenlerinden II. Mervan'ın halifeliği sırasında,
büyüyen Abbasi tazyiki neticesinde gerçekleşen Zap Suyu Muharebesi dengeleri değiştirince, Emeviler için karanlık
günler başladı. Sadece bu muharebede bile, 300'e yakın Beni Ümeyye öldürüldü.
Halife Mervan bin Muhammed muharebe
meydanından sağ kurtuldu ancak kaçmak zorundaydı ve Şam'dan çıkarak Mısır'a
ulaşmayı becerdi. Fakat kaçışının üzerinde geçen yedinci ayda yakalandı ve
öldürüldü. Bu, Emevi Hilafeti'nin nihayeti demekti. Şehzadeler Ubeydullah ve
Abdullah Habeşistan'a kaçsa da, Abdullah orada çarpışmada katledildi. Emevi
soyundan olanların hemen hepsi de aynı sonu paylaştı.
Fakat genç Abdurrahman'ın yaşayacağı macera,
daha yeni başlıyordu. İçinde kendisi, birkaç kardeşi ve oğlu da bulunan ufak
bir grup, Şam'dan gizlice çıkarak, evvela Fırat Nehri kıyısında küçük bir köye
sığındı. Haliyle Abbasi kuvvetleri, her yerde sâbık idarenin üyelerini
arıyordu. Atlı birlikler, köyleri dahi didik didik ediyordu. Askerlerin
nefesini ensesinde hisseden Abdurrahman, küçük oğlu Süleyman ve kız
kardeşlerini burada bırakıp, yanında sadece ağabeyi Yahya ve azatlı kölesi
olduğu halde, zor bela oradan çıktı. Fırat’ın akıntısı ağır gelince,
kıyıdan kendilerine doğru bağıran ve zarar verilmeyeceği teminat veren atlılara
kanan Yahya, geri dönüp teslim oldu. Küçük kardeş Abdurrahman ise, yanında
sadece kölesi Bedr olduğu halde, karşı tarafa ulaştı. Abbasi kuvvetleri, teslim
olmuş Yahya bin Muaviye’ye merhamet göstermek şöyle dursun, başını bedeninden
ayırdı ve onu orada çürümeye terk etti.
Ölümü ensesinde hisseden genç, güneye
Filistin’e, oradan da Sina Yarımadasından Mısır’a vasıl oldu. Annesinin
memleketi olan Batı Afrika’ya kadar gidip, gözlerden ırak olmaya çalışıyordu
belli ki. Kuzey Afrika kıyılarından giderken, bugünkü Tunus’un
bulunduğu Afrikıyye (ya da
İfrikiyye) bölgesinde, onu oyalayacak meseleler yaşansa da, gecikmeli olarak yolculuğuna
devam etti. Nihayet, miladi 755’te, Afrika’nın İber Yarımadasına en yakın noktalarından birisine, Septe’ye vardı.
Endülüs, Tarık bin Ziyad tarafından, kırk sene kadar
evvel alınmıştı ancak mevcut durumda, yarımadada karışıklık hakimdi. Bu yüzden genç Abdurrahman, karşıya geçip geçmemekte tereddüt etti. Sadık kölesi Bedr’i, Ümeyyeoğullarına
hala sadık olabileceğini zannettiği komutanlarla görüşmek için, Cebelitarık Boğazı üzerinden gönderdi. Şam’lı
komutanlar yakın durunca, Abdurrahman da Endülüs topraklarına ayak bastı. Sayıları
bine dahi varmayan bir topluluk onu karşılamış olsa da, bir Emevi soylusunun
Endülüs’te ortaya çıkma hadisesi, ortalığı çalkalamaya yetti.
Endülüs valisi, güneyden gelen tehdidi sezmişti ve tedbir almak istiyordu ki, yarımadanın kuzeyinde başgösteren bir ayaklanma, onu başka tarafa itti. Böylece oluşan askeri boşlukta, Abdurrahman ve emrindeki az sayıda Emevi askeri, Sevilla’ya vardı ve şehri 756’da aldı. Artan nüfuzu ile birlikte, ordusu da sayıca çoğaldı. Gelinen noktada, çarpışma kaçınılmazdı ve Vadi el Kebir (Guadalquivir) Nehri kıyısında, Kurtuba yakınlarında, mevcut ve yükselişteki iki güç yüz yüze geldi. Yüz yüze geldi ancak bir süre sadece karşı kıyılardan birbirlerini seyretmek zorunda kaldılar çünkü nehrin suyu, hiç olmadığı kadar yükselmişti, son taşkınlar sebebiyle. Sonra bir müddet yazışmalar mevzubahis oldu. Netice çıkmayınca, 25 yaşındaki Abdurrahman, karşı tarafa hücüm ederek, kesin bir zafer kazandı. Bu zaferle birlikte, Endülüs Emevi Devletinin ilk adımı atılmış oldu.
Endülüs Emevileri haritası |
Devletinin tesisi, İslam Medeniyetinin neşv-ü nema bulması için de atılan ilk adımdı. Zira Endülüs, uzun yıllar aydınlanmanın beşiği oldu. Bilhassa Sultan III. Abdurrahman zamanı, tarihin gördüğü nadir refah ve gelişmişlik zamanlarından biriydi. Endülüs Müslümanlarının tuttuğu ışık, Avrupa’daki Rönesans ıslahatın da temel taşıdır. Bilindiği üzere, İber Yarımadasındaki kalkınmayı gören kabiliyetli bazı Avrupalıların, İslam alimlerinin kitaplarını Avrupa lisanlarına tercüme etmesi, Avrupa’da o sıralarda maddi ve manevi anlamda pislik içinde yaşayan cahil halkın uyanışının temel taşı oldu.
Dünyanın en muhteşem eserlerinden biri iken vahşi Batılılar tarafından darmadağın edilen Kurtuba Cami |
Ancak refah seviyesinin artması ve
zenginlik, Müslümanlar için genelde iyi neticelenmez... Endülüs örneğinde de
aynı şekilde oldu ve önce İbn-i Hazm, sonra da İbn-i Rüşd gibi faal
felsefecilerin fikirleri her yere yayılmaya başlayınca, Endülüs eski günleri
arar oldu ve vahşi İspanyolların elinden cezasını bularak, tarih sahnesinden
silindi.
herkes Endülüs emevilerinin ne kadar ileri ve uygar olduğuna vurgu yapar. ancak bilimde, uygarlıkta kendilerinden nerden baksan üçyüz yıl geride olan, yobaz İspanyollar karşısında gümbür gümbür yenildiler ve yok oldular.
YanıtlaSilEsas üzerinde düşünülmesi gereken, vurgulanması gereken bu..
Yazının sonunda da değindiğimiz gibi, zenginlik beraberinde yozlaşmayı da getiriyor haliyle.
Sil