Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: abdurrahman emevi Follow my blog with Bloglovin
abdurrahman emevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
abdurrahman emevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2022 Perşembe

Endülüs Emevi Devletinin Kuruluşu ve I. Abdurrahman'ın Kaçış Hikayesi


     Bir insan ömrü denilebilecek süre içerisinde teşekkül edip yıkılan Emevi İmparatorluğu, Beni Ümeyye soyunu, çoluk çocuk demeden katletme teşebbüsü ile tarih sahnesinden silinince, Abbasiler Hilafeti başlamış oldu. Bu dönem başlarken de, bir asra yakın devleti idare etmiş olan Emevi soyundan olanlar, tabiri caizse kaçacak delik arar oldular. Zira yeni gelen idare, hiç merhamet göstermeksiniz katliama girişmişti. 

    Ancak tarih öyle garip cilvelere gebe ki, 16-17 yaşlarında bir genç, can korkusu ile boğuşurken, soluğu Endülüs'te alıyor ve Avrupa'nın ve dolayısıyla dünyanın çehresini değiştirecek bir devlet kurucusuna dönüşebiliyor. Bu genç, aksiyon filmlerini aratmayacak cinsten kaçış ile: Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam

     Abdurrahman, onuncu Emevi halifesi Hişam bin Abdülmelik'in torunu. Hicri 113. yılında (m. 731) tevellüt etti. 19 yaşındayken, büyük kuzenlerinden II. Mervan'ın halifeliği sırasında, büyüyen Abbasi tazyiki neticesinde gerçekleşen Zap Suyu Muharebesi dengeleri değiştirince, Emeviler için karanlık günler başladı. Sadece bu muharebede bile, 300'e yakın Beni Ümeyye öldürüldü. Halife Mervan bin Muhammed muharebe meydanından sağ kurtuldu ancak kaçmak zorundaydı ve Şam'dan çıkarak Mısır'a ulaşmayı becerdi. Fakat kaçışının üzerinde geçen yedinci ayda yakalandı ve öldürüldü. Bu, Emevi Hilafeti'nin nihayeti demekti. Şehzadeler Ubeydullah ve Abdullah Habeşistan'a kaçsa da, Abdullah orada çarpışmada katledildi. Emevi soyundan olanların hemen hepsi de aynı sonu paylaştı. 

     Fakat genç Abdurrahman'ın yaşayacağı macera, daha yeni başlıyordu. İçinde kendisi, birkaç kardeşi ve oğlu da bulunan ufak bir grup, Şam'dan gizlice çıkarak, evvela Fırat Nehri kıyısında küçük bir köye sığındı. Haliyle Abbasi kuvvetleri, her yerde sâbık idarenin üyelerini arıyordu. Atlı birlikler, köyleri dahi didik didik ediyordu. Askerlerin nefesini ensesinde hisseden Abdurrahman, küçük oğlu Süleyman ve kız kardeşlerini burada bırakıp, yanında sadece ağabeyi Yahya ve azatlı kölesi olduğu halde, zor bela oradan çıktı. Fırat’ın akıntısı ağır gelince, kıyıdan kendilerine doğru bağıran ve zarar verilmeyeceği teminat veren atlılara kanan Yahya, geri dönüp teslim oldu. Küçük kardeş Abdurrahman ise, yanında sadece kölesi Bedr olduğu halde, karşı tarafa ulaştı. Abbasi kuvvetleri, teslim olmuş Yahya bin Muaviye’ye merhamet göstermek şöyle dursun, başını bedeninden ayırdı ve onu orada çürümeye terk etti.

     Ölümü ensesinde hisseden genç, güneye Filistin’e, oradan da Sina Yarımadasından Mısır’a vasıl oldu. Annesinin memleketi olan Batı Afrika’ya kadar gidip, gözlerden ırak olmaya çalışıyordu belli ki. Kuzey Afrika kıyılarından giderken, bugünkü Tunus’un bulunduğu Afrikıyye (ya da İfrikiyye) bölgesinde, onu oyalayacak meseleler yaşansa da, gecikmeli olarak yolculuğuna devam etti. Nihayet, miladi 755’te, Afrika’nın İber Yarımadasına en yakın noktalarından birisine, Septe’ye vardı.

     Endülüs, Tarık bin Ziyad tarafından, kırk sene kadar evvel alınmıştı ancak mevcut durumda, yarımadada karışıklık hakimdi. Bu yüzden genç Abdurrahman, karşıya geçip geçmemekte tereddüt etti. Sadık kölesi Bedr’i, Ümeyyeoğullarına hala sadık olabileceğini zannettiği komutanlarla görüşmek için, Cebelitarık Boğazı üzerinden gönderdi. Şam’lı komutanlar yakın durunca, Abdurrahman da Endülüs topraklarına ayak bastı. Sayıları bine dahi varmayan bir topluluk onu karşılamış olsa da, bir Emevi soylusunun Endülüs’te ortaya çıkma hadisesi, ortalığı çalkalamaya yetti.

     Endülüs valisi, güneyden gelen tehdidi sezmişti ve tedbir almak istiyordu ki, yarımadanın kuzeyinde başgösteren bir ayaklanma, onu başka tarafa itti. Böylece oluşan askeri boşlukta, Abdurrahman ve emrindeki az sayıda Emevi askeri, Sevilla’ya vardı ve şehri 756’da aldı. Artan nüfuzu ile birlikte, ordusu da sayıca çoğaldı. Gelinen noktada, çarpışma kaçınılmazdı ve Vadi el Kebir (Guadalquivir) Nehri kıyısında, Kurtuba yakınlarında, mevcut ve yükselişteki iki güç yüz yüze geldi. Yüz yüze geldi ancak bir süre sadece karşı kıyılardan birbirlerini seyretmek zorunda kaldılar çünkü nehrin suyu, hiç olmadığı kadar yükselmişti, son taşkınlar sebebiyle. Sonra bir müddet yazışmalar mevzubahis oldu. Netice çıkmayınca, 25 yaşındaki Abdurrahman, karşı tarafa hücüm ederek, kesin bir zafer kazandı. Bu zaferle birlikte, Endülüs Emevi Devletinin ilk adımı atılmış oldu.

Endülüs Emevileri haritası

     Devletinin tesisi, İslam Medeniyetinin neşv-ü nema bulması için de atılan ilk adımdı. Zira Endülüs, uzun yıllar aydınlanmanın beşiği oldu. Bilhassa Sultan III. Abdurrahman zamanı, tarihin gördüğü nadir refah ve gelişmişlik zamanlarından biriydi. Endülüs Müslümanlarının tuttuğu ışık, Avrupa’daki Rönesans ıslahatın da temel taşıdır. Bilindiği üzere, İber Yarımadasındaki kalkınmayı gören kabiliyetli bazı Avrupalıların, İslam alimlerinin kitaplarını Avrupa lisanlarına tercüme etmesi, Avrupa’da o sıralarda maddi ve manevi anlamda pislik içinde yaşayan cahil halkın uyanışının temel taşı oldu. 

Dünyanın en muhteşem eserlerinden biri iken
vahşi Batılılar tarafından darmadağın edilen
Kurtuba Cami

     Ancak refah seviyesinin artması ve zenginlik, Müslümanlar için genelde iyi neticelenmez... Endülüs örneğinde de aynı şekilde oldu ve önce İbn-i Hazm, sonra da İbn-i Rüşd gibi faal felsefecilerin fikirleri her yere yayılmaya başlayınca, Endülüs eski günleri arar oldu ve vahşi İspanyolların elinden cezasını bularak, tarih sahnesinden silindi.