Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

12 Mart 2018 Pazartesi

Halk Ozanı ve Aşık Dayatması

     "Ozan" veya "Aşık" denildiğinde, gözünüzün önünde nasıl bir siluet belirir: Muhakkak bir saz... Kafada kasket... Ve burnun altında, bayağı irice, hatta kalınca bir bıyık! Evet, en azından 70-80 senedir akla bu kelimeler geldiğinde, hafızadaki imaj hemen hemen böyledir... Ve tabi ki, kaçınılmaz olarak, söylenen afilli, ders verir tarzda ve genelde biraz aykırı, çoğu zaman da protest sözler. Bu son argümanlardan, ozan ve aşık dediğimiz kişilerin genelde muhalif kimliklere sahip olduklarını çıkarmak gayet kolaydır. Tabi ki konumuz, bu iki kelimenin lügat karşılığı ve tarihi gelişimi değil, genelde hangi zihniyeti temsil ettiği, neyi hedef aldığı ve her zaman çokça alıntılanan o meşhur sözleridir.

     Bu taifeye şöyle bir bakıldığında, daha doğrusu az biraz Sünni süzgecinden geçirildiğinde, kılık kıyafetinden, elindeki enstrümana ve ağızdan dökülen kelimelere kadar... Her şeyin biraz "heterodoksi" koktuğu hemen anlaşılır. Peki neydi "heterodoksi"? "Ortodoks"un tam zıddı, yani burada inceleyeceğimiz hali ile, Sünni İslam'dan uzak, ondan pek "hoşlanmayan" bir realite.

     Dolayısıyla, daha ilk cümlelerdeki eşgalden de anlaşılacağı üzere, "ozan" denilen kavramın Sünni İslam'dan bayağıca bir mesafede olduğu hemen anlaşılır. Ortaya koydukları eserlere büyüteç tutulduğunda ise, bu durum daha da net bir hale gelir. Filhakika, o süslü ve "dolambaçlı" sözlerin göz boyamasından kurtulup, vermek istedikleri manayı anlamak için de biraz donanımlı olmak gerektiği, kendiliğinden anlaşılan bir şeydir.

     Ne demek istediğimizi isimler ve eserler üzerinden giderek inceleyecek olursak şayet, her vesileyle ısıtılıp ısıtılıp, önümüze getirilen en meşhurlarına bir bakalım:

 * Köroğlu: Ozan ve aşık denilince akla ilk gelen ve bu türün öncülerinden sayılan kişilerden biri. 16. veya 17. yüzyıllarda, yani Osmanlı Devletinin yükselişten çıkıp, durağanlaşmaya başladığı bir dönemde yaşadığı sanılıyor. Kişiliği hakkındaki değişik rivayetlerin ortak noktası şudur ki, Köroğlu namlı bu zat, bildiğin eli silahlı "eşkıya"dır, yani devlete yani Osmanlı'ya ve bu devleti temsil edenlere isyan etmiş, yollar kesmiş, meskun mahaller basmış birisidir. Bu bile başlı başına bir işarettir anlayana! Peki bu eşkıyanın eserlerinde neler var: Bol bol "asarım keserim"li göndermeler, düşmana (düşman Osmanlı bu arada) meydan okumalar vs.

* Pir Sultan Abdal: Günümüzde belli çevrelerin, sürekli eserlerinden şarkılar, sözler, alıntılar yaptığı, basbayağı heterodoks ve Sünni düşmanı bir tip. Ona ait olduğu iddia edilen sözlerde, erdem, yüksek faziletler ve iyilik tavsiyeleri arasında sırıtan, birçok isyan ve dinen küfür sayılacak sözler vardır.

* Kaygusuz Abdal: Yine belli çevrelerin göklere çıkardığı, oyunlar tiyatrolar devşirdiği bozuk itikatlı birisi.

* Dadaloğlu:  "Ferman padişahın, dağlar bizimdir", "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" sözlerinin sahibi, Osmanlı'ya hem lisanen hem de fiilen isyan eden asi ve muhalif kişilik.

* Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş: Baba oğul, ozangiller familyasının tanıdık simalarından. Bilhassa oğul Ertaş, aşk, sevgiliye duyulan özlem, iyi insan olmak, ilmin kıymeti, ölüm gibi konularda yazdığı, genel manada karamsar eserleri ile bilinir. 
Ertaşlar yardırıyor!

* Aşık Veysel: 20. yüzyılın en tanınmış ozanlarından birisidir. Geniş bir yelpazede, birçok kişi ondan sözler almış kullanmıştır.  Kendisi, "harama hile katmam" diyen ve rakıyı sek içmeyi seven birisidir. Bulunduğu sofrada içkinin olmaması nadirattandır. Şu yazı, bu ozanımızın hayatına çok acayip ışık tutuyor doğrusu! Yazdığı eserlerde ise enteresan sözlere rastlamak sıradandır... Misal:
Aşık Veysel ve maiyetindekiler
"parlatıyor"!
* Aşık Mahzuni Şerif: Afilli çetrefilli sözlerinin arasına, bol miktarda İslam'a aykırı ve Allah'a isyan olan sözler sıkıştıran çağdaş ozan. İslamiyetin yüce tuttuğu bir çok zata, satır aralarında hakaret eder. (Nem Kaldı adlı eserinde Hz. Osman'ı aşağılaması gibi) Eserlerini yorumlamakta ve tekrar tekrar milletin önüne getirmekte pek ısrarcıdır bazıları!
Aşığımızın keyfi yerinde!

     Bunların dışında, isimlerini sıkça duyduğumuz diğerleri de var: Arif Sağ, Musa Eroğlu, Ali Ekber Çiçek.

     İsmi zikredilenler ve daha nicesinin eserlerine göz gezdirildiğinde, dikkat çeken hususlar şunlardır:

* Adına deyiş, nefes, şiir falan filan denilen bu eserler, yoğun bir biçimde Safevi-Alevi-Kızılbaş-Bektaşi-Hurufi felsefesi ve bu felsefenin reklamları ile doludur. Bir çoğunda Allah'ı inkar (üstleri yaldızlı sözlerle kaplı biçimde genel olarak tabi), Allah'a isyan, yaratıcının kullarına hululü, her şeyde yaratıcıyı görme gibi ifadelere bol bol rastlanır... Sanki hepsinin içine birer Fadlullah Hurufi ve Cavidanname kaçmıştır.

* Güya Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi zatlar ve On İki İmam göklere çıkarılırken, geriye kalan neredeyse bütün Ashab-ı Kiramdan uzak durulur. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve hele de Hz. Muaviye gibi büyüklere ise alenen hakaretler ve aşağılamalar sıklıkla dile getirilir (üstü kapalı şekildedir bir kısmı haliyle). Ehl-i Beyt övülürken, karşılarında hep Hulefa-i Raşidin ve onların izinden gidenler varmış gibi gösterilerek, bizzat Peygamber Efendimiz tarafından övülen bu şanlı zevatın, Ehl-i Beyt düşmanı olduğu göze sokulur.

* Kardeşlik, hak almama, iyi insan olma, temel insan hakları gibi mevzular çok sık işlenir ve vurgulanır. Ancak bunlara değinilirken, ustaca bir şekilde her seferinde, kimsenin din ve itikadının ehemmiyeti olmadığı, herkesin kardeşçe sevişmesi gerektiği, Müslümanlığın pek de önemli olmadığı üstünde basa basa durulur ki, dinini kayıranlar nazarında pek de sıhhatli bir bakış açısı olduğu söylenemez. Sahip olunması ve kaçınılması gereken hasletler, gayet açık ve etraflıca olarak İslam alimlerinin din ve ahlak kitaplarında zaten vardır ve binlerce kez kaleme alınmıştır.

* Dünyalık aşk meşk mevzuları söz konusu olduğunda, gayet basit ve sıradan bir dil kullanılır ki, birazcık şiire kafiyeye meyyal olanlar, benzerlerini yazabilir ve yazmıştır da. Bunlar dışında kalan, dillere pelesenk olan sözler ise (ki çok az bir kısmı böyledir), gerçekten kaliteli ve ağza yapışan ifadelerdir. Bu eserlerdeki hava genelde olumsuz ve pesimisttir zaten. Dolayısıyla, sevgiliye kavuşamama, onu gözünde büyütme ve özlem, birçok insanın ortak paydasıdır. Bu paydada güzel söz ettiniz miydi de, hemen fark edilip, lügate eklenir... Eklenir ki acı daha da arabeskleşsin, daha da çekilmez hale gelsin!

* Bu eserlerde belki de mana olarak herkese hitap edecek ve ders niteliğinde olacak bir-iki tane olgu vardır ki; o da ölüm, dünya acıları ve fakirliktir. Dünya acılarının ve dünyanın faniliğinin anlatılması, zaten böyle karakterler için olmazsa olmaz bir şeydir.

     Değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta da şudur: Bu tayfaya, bazen öyle isimler eklenmeye çalışılır ki, resmen ve alenen hırsızlıktır. Zira meşhur mutasavvufların birazcık vahdet-i vücuda kaçan sözleri veya tasavvufi sarhoşluk anında söyledikleri ağır manalı ifadeler yüzünden, bazı isimler hemen Safevi zihniyetine mal edilmeye kalkışılmıştır.

     En meşhurları Yunus Emre'dir elbette. Piyasaya bakıldığında, yukarıda değinilen faktörler sebebiyle, çok sayıda ilahiye ilham olmuş eserlerin sahibi olan bu zat, bir propaganda eseri olarak, Ehl-i Sünnet dışıymış gibi gösterilmeye çalışılsa da, gerçekler tam olarak bunun zıddıdır.

     Nesimi olarak bilinen kişi de, sık sık ozanlar listesine dahil edilir. Tarihlere bakıldığında, Gerçekten de "Nesimi" ismi veya mahlası taşıyan zatın, önceleri Hurufi olduğu bilinse de, sonradan tevbe ettiği anlaşılmaktadır.

     Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve sair "abdallar" arasına sokmaya çalışmak ise, düpedüz densizliktir!

     Hulasa olarak ifade etmek gerekirse, son yüz küsür yıldır Anadolu topraklarına hükmeden zihniyet olmasa, bahsi geçen zevatı ve eserlerini belki de hiç duymayacaktık, hiç kimse de bunlar müthiş şairler ve söz üstatları olduğu iddia etmeyecekti... Gel gör ki, "parayı veren düdüğü çalıyor" ! Zaten söz konusu müzik olduğunda, bu işten en fazla yararlanacak olanları rahatlıkla kestirebiliyorsunuz. Yanına bir de sinemadaki faaliyetleri ekleyince, yaralar çok daha derin ve kalıcı oluyor ne yazık ki!



6 Kasım 2017 Pazartesi

Muhafazakarımız Neden Yozlaşıyor?


     Son senelerde, bilhassa muhafazakar kesimde bariz, gözle görünür bir yozlaşma ve "çukurlaşma" dikkat çekiyor. Evet, yozlaşma her yanda mevcut ancak, "muhafazakar" olduğunu iddia eden kesimin bilinçsiz, adeta çılgınca "çözülmesi"son derece rahatsız ve tedirgin edici. 28 Şubat'ın üstünden daha yirmi yıl bile geçmeden, ne oldu da dar pantolon giyen "başörtülüler" ve namazın farzını dahi kılmakta zorlanan, onu da vaktin sonunda ve "olsun da nasıl olursa olsun" mantığı ile bir nesille karşı karşıya kaldık. Muhafazakarların sayısı günden güne artıyordu oysaki... Yoksa Ak Partinin yükselişi ve yükseldikten sonra yükseklerde kalması nasıl açıklanabilirdi ki, bu kadar ve bu kadar sene?

     Peki, milli ve dini değerleri muhafaza eden, bu kesimi diğerlerinden ayıran ve belli bir noktada durmasını bilmesi gereken, aksi halde fikriyat olarak karşısında olduğunu söylediği zihniyete benzemeye başlayacak olan bu kesimin yozlaşması ve duvarlarını çürütmesi ne manaya geliyor ve nasıl işliyor? Nasıl oluyor da giderek güçlenen dini ve milli bir söyleme doğru evrilen Ak Partinin seçmenleri (ki nereden baksanız halkın yarısına tekabül ediyor) giderek tuhaflaşıyor. Bunları maddeler halinde sıralamaya çalışalım:

1. Zenginlik: Belki de en mühim sebep, sağ ve muhafazakar kesimlerin baş belası, mal-mülk-servet. Evet, cebi para gören Müslüman maalesef kendini toparlayamıyor. İslam tarihinde de sık sık gördüğümüz numunelerden de yola çıkıp destek aldığımızda, bunu iddia etmek gayet yerinde olur. Bu devrede sıkça görüldüğü üzere, zenginleşen fertler ve toplumlar, zamanla savrulmalar yaşamış, esas hedeflerinden şaşmışlar, hatta bazen doğrunun karşısına geçebilecek kadar sapıtmışlardır. Şu bir hakikat ki, zenginlik imtihanını verebilen Müslüman nadirattandır.

     Ak Partinin iktidarı almasından sonraki on beş sene içerisinde yaşadığımız, daha doğrusu giderek artan bir şiddette yaşadığımız şeylerden en barizi budur. Fakirken başını secdeden kaldırmayan, az da olsa sadaka vermeye çalışan, hayır kurumlarına yardımcı olan, uzun pardesü veya çarşaf ile örtünen, eşinin ve kızının yabancı erkeklerin olduğu yerlere göndermeyen, tek hedefi biraz daha iyi paralı bir iş olan, sağa sola hiçbir şekilde harcamayıp biriktiren insanlar, daha yüksek maaşlı bir işe girip cepleri biraz para görmeye başlayınca, namazları geç kılmaya, zekatının hesabından (kendince hesaplamalarla) kaçırmaya, eşinin örtüsüne ve girip çıktığı ortamlara dikkat çevirmemeye, değişik eğlence vasıtalarıyla vaktini geçirmeye başlıyor. Cepte durduğu gibi durmuyor para işte... Çıktı mı ve çok mu, seni nereden nereye savuracağını, seni nerelere çekeceğini bilemezsin! Çeşit çeşit elbiseler, ayakkabılar, gezmeler, tatiller, uzun seyahatler, daha evvel hayatlarında olmayan eşyalar, arabalar ve gereçler... Bu liste uzayıp gider ama esas olan ve hemen hemen hiç değişmeyen kaide; malın mülkün artması, çoğu Müslümanı bozuyor, çok sağlam durabilenleri bile bir şekilde sallayabiliyor.

2. Aşağılık Kompleksi: Sağ kesimde, özellikle Osmanlı Devletinin çökmesinden sonra, zamanla artan ve derinleşen bir kompleks hasıl oldu. Gizli ve açık din düşmanı ile din cahili hükumet ve idarecilerin elinden çok çeken, sürekli aldatılan muhafazakar insanımızın yaşadığı travmalar, acı tecrübeler, bir türlü istedikleri idarecilere kavuşamamaları ve yılların üst üste birikmesiyle de, bir nevi komplekse dönüştü. Haklı oldukları davalarda dahi ölçüyü kaçırmaya, kurunun yanında yaşı da yakacak raddeye geldiler.
28 Şubat evet ama örtüler şimdikinden daha düzgün!

     En azından 70-80 senedir devan eden bu komplekse son çiviyi, 28 Şubat diye bilinen hadise çaktı. Refah Partisinin, koalisyon ile de olsa iktidara gelmesi ve başta Erbakan olmak üzere üst düzey yetkililerin, durumun ve zamanın hassasiyetini idrak edemeden ettikleri söz ve hareketlerin de üstüne tuz biber olmasıyla, 1997 yılının Şubat ayından itibaren, çok katı tedbirler ve kurallar devreye sokuldu. Binlerce insan haksız yere işinden gücünden oldu, talebeler okullardan atıldı... Kısacası zaten "zenci" muamelesi gören Müslümanlar, hepten üçüncü sınıf vatandaş statüsüne düşürüldü. İyice bilenen muhafazakar kesim, Recep Tayyip Erdoğan'ı kendine bayrak yaptı ve 2002'den bu yana, cumhuriyet tarihinde görülmemiş işler vücuda gelmeye başladı.

     Evet, siyasi, ekonomik istikrar, düzelen dengeler, kişi başı geliri artmaya devam eden bir Türkiye vardı ama bu sefer de, havanın kendi lehlerine döndüğünü gören ve yıllardır kinini nefretini içinde biriktirmiş olan insanlar, abuk subuk konuşmaya, dengesizleşmeye yüz tuttu. Onca zaman sonra sahip olduğu ve daha fazlasına da sahip olmaya kesin gözle baktığı bazı değerlerin üstünden, kendi kendini bitirmeye başladı. Olgunluk göstereceği yerde, DNAsına işlemiş olan meş'um baskı yüzünden ayağı altındaki zemini kaydırdı.

     Bilhassa sanal dünyada ve bazen de sokakta, toplu taşıma vasıtalarında şahit olduğumuz saçma sapan açıklamaların hakaretlerin ve hareketlerin menşeyi genellikle işte bu komplekstir. Başka bir deyişle, hayırlı işlere sarf edilmesi gereken enerji ve bilinç ve zaman, boş, yüzeysel ve neticesiz sahalara aktarılıyor, gereksiz düşmanlıklar körükleniyor.

3. İnternet: Milenyum ile birlikte hayatımıza giren, "sosyal medya" denilen nanenin yaygınlaşması ile beraber de, günlük hayatın vazgeçilmesi konumundaki "şey". Çok işe yarar, lüzumlu bilgiler içerir, kolaylaştırır, fayda sağlar... Ama bir o kadar zararlı ve yıkıcı da olabilir. Bir silah gibidir... Kullanmasını bilene ve düşmana karşı kullanana fayda sağlar iken, birçok kişinin de canına kastedebilir. İşte bu interneti, bizim biraz sonradan görme, biraz cahil muhafazakarın eline verirseniz, sana karşılık olarak nasıl döneceğini az çok tahmin edebilirsiniz... Yozlaşma. Zararlı sitelerden, karşı cins ile kolayca ve gerçek kimliği gizleyerek "chat" yapmaya kadar birçok alt kalem, devasa bütçeli sinema filmlerinden, her türlü pisliğin "sanat" diye yedirilmeye çalışıldığı dizilere kadar, birçok insanın ayağı altındaki zemini kaydırıyor ve kaydırmaya devam ediyor.

4. Muhafazakar Kadınların Cemiyet Hayatına Hızla Karışması: Bu madde, üsteki sayılanlarla birlikte ve ayrı başlık olarak da ele alınabilir. Ta Osmanlı'nın son zamanlarında bu yana artan ve bizi, köklerimizden ayırıp giderek "Batı"ya benzeten en önemli yozlaşmalardan biri. İşin en enteresan ve işinden çıkılmaz kısmı ise, bunu muhafazakar diye geçinen tayfanın büyük çoğunluğu ya kabul etmez ya da en azından zararının o kadar da çok olabileceği gerçeğine ihtimal vermez. Yani bu öyle bir hastalık ki, kendisine bakılması farz olan kızlar kadınlar, "ekonomik özgürlük" peşinde koşturuyor... Bunları yaparken karşılaşacakları muhakkak olan taciz, zorluk ve aşağılanmaları da bile bile üstelik.
sarî hastalık gibi yayılan örtülü çıplaklık!

     Kadınların, erkeklerin bulunduğu okul ve iş yeri gibi yerleri paylaşmaları, kadınlar açısından son derece yozlaştırıcıdır. Başörtülü olarak okuma ve çalışma serbesti yaygınlaşınca, iş iyice çığrından çıktı. İlk önce utanarak, kendini koruyarak, uzun pardesü, düşük ses ile başlayan "hayat müşterektir" siperinin altındaki kıpırdanışlar, giderek kısalan ve daralan elbiselere, yüzde koyulaşan makyaja, ofisin ortasında yüksek sesli kahkahalara, hatta iş yerindeki erkeklerle gayri meşru ilişkilere kadar vardı. İş, bir noktada öyle bir yere varıyor ki, ortada "muhafaza" edecek bir şey kalmıyor!

5. Hedefsizlik: Zenginlik gibi, hedefsizlik de son derece yozlaştırıcı bir parametredir. AK Partinin iktidara gelmesi, bir şekilde düşman olarak hedefe konulan ve bilenilen çevrelerden bir bir "intikam alınması" sonrasında, gerçekleştirilecek büyük hedeflerin hemen hemen kalmaması, muhafazakarı tembelleştirmeye yetip artıyor... Tıpkı etrafında köpek balığı olmayan balıklara dönüyor.

     Bütün bu yukarıda sayılan ve daha sayılamayanların ışığında bakıldığında, tarihi hakikatler de göz önünde tutulduğunda, bir tür baskı hisseden, mücadele içerisinde olan, bir davaya hizmet eden dindarlar, ekonomik ve sosyal olarak rahatladıklarında, ya çeşitli "oyuncaklara" takılarak esas hedefinden sapabiliyor ya da büsbütün başka bir yola kayabiliyor.

16 Ekim 2017 Pazartesi

Amerikalıların Late Night Talk Show Sevdası


     "Late Night" tabiri, Amerikalıların televizyon terimlerinden biri olan "prime time"ın (yani içerik olarak bir televizyonun en iyi ve en çok reklam çeken programlarını akışa koyduğu zaman dilimi ki, çoğu zaman 19 - 23 veya 20 - 23 saatleri arasındadır), hemen arkasındaki kuşaktır. Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları bu late night zamanında "talk show" izlemeyi sever. Zira onlar bir açıdan bu türün başlatıcıları olduğu gibi, bilhassa sosyal medya aracılığıyla, bir nevi ABD’nin sert tenkitlerden korkmayan demokrasi yuvası ve fırsatlar ülkesi propagandası da yapılmış oluyor.

     Bu "Late Night Talk Show" olayı adı üzerinde genelde gece yapılan, bir sunucu ve bir ya da birden fazla misafirden oluşan elemanlarla, genelde mizahi bir altyapıyla, monolog, skeçler, parodiler ve laf sokmalara sahip sohbet programlarıdır. Taa siyah beyaz dönemdeki nispeten seviyeli ve tekdüze şovlar, ilk başladığı zamanlara nazaran daha renklileşen ve eğlenceli kısımları artan bir hale geldiği hemen göze çarpmaktadır.

     “Late Night Talk Show” tanımını 1 kilometre öteden görseniz tanıyacağınız genel bir stüdyo konsepti vardır ki; sunucunun oturduğu ufakça bir masa ve genelde sunucunun hemen sağında tekli veya üçlü bir koltuktan oluşur basit bir tanımla. Koltuk seyircilere bakmaktadır, dolayısıyla gelen misafir tam olarak izleyenlerin karşısında dururken, sunucunun suallerini almak ve onunla yüz yüze konuşmak için soluna, sunucu da kendi sağına dönmek zorundadır. Sembolik olarak, bazılarında masa üstünde retro tarz bir mikrofon da bulunur. Seyirciler, bizdeki evlilik ve sabah programlarının seyircileri gibi antrenmanlı ve çılgındır. Alkış ve gaz vermekte sınır tanımazlar. Ancak bu tarz, talk şov kavramını başlatan programlarda böyle iken, çok daha değişik bir dizayn ve anlayışta yayın yapanları da yok değil.

     Sunucular, uzun süre bu konularda pişmiş, genelde sivri dilli zeki elemanlar olurken, karşılarına gelenler de eğlence ve sanat (büyük kısmı ahlaksızlardan oluşan bu güruha sanatçı demek de nasıl bir saçmalıktır o ayrı bir mevzu) dünyasının meşhur simaları olur. Siyasi konular ve politikacılara odaklanan ve onları iyice terleten modellerinin de sıkı takipçisi vardır.

     Gelelim bu alemin en önemli şov ve simalarına:
  • The Tonight Show”: bu sohbet programı konsepti, ta 1954’ten beridir NBC kanalında yayında. 1954’ten 62’ye kadarki sunucuları ilk olsa da, esaslı haline Johnny Carson ile ulaşmıştır. Yine NBC’nin bir diğer programı “Late Night” şovunun sunucuları bazen üstteki ile yer değiştirdiği için, anmaya değer. CBS’te ise, yine böyle bir seri gibi devam edip markalaşan “The Late Late Show” gelir ekranlara. Gelelim bu iki program etrafında dönen “host”lara:
    halef-selef
    Carson ve Leno
  1. Johnny Carson: 1962-1992 yılları arasında yani tam 30 sene gibi bir süre NBC kanalında “The Tonight Show” adlı talk şovu sunmuştur. Aslında “talk show” kalıbı ondan evvel başlamıştı ancak bu konsepti modern ve daha da izlenir hale sokan kendisidir. Zamanında veya daha sonrasında meşhur olan bir çok kişiyi misafir etmiştir. Hoş sesi ve akıcı üslubuyla, defaatle Oscar Ödüllerini sunmuştur ve mesleğinde duayen sayılır.                                             
  2. Dick Cavett: O da öncülerden biri. Birçok meşhur simayı misafir etmişliği vardır, The Dick Cavett adlı şovuna.                                                                                                                                     
  3. Jay Leno: Carson’un 1992’deki emekliliği sonrasında, yine ilk kendi şovunda çıkardığı stand upçı, akabinde de yardımcısıyken, bu pozisyona geçmiş ve 2009’a kadar programı götürmüştür. Programın adı “The Tonight Show with Jay Leno” şeklinde idi. Fakat daha programdan ayrılmasından birkaç ay sonra, 2010’da tekrar aynı isimli şova döndü ve nihayet 2014’te emekliye ayrıldı.                                                                                                                               
  4. Conan O’Brien: Jay Leno’un 2009’daki ayrılışı ardından “The Tonight Show with Conan O’Brien” şekliyle NBC’ye devam eden kızıl ve garip saçlı eleman. Fakat bunun evvelinde, “Late Night with Conan O’Brien” ismiyle 1993’te başlayan kendi talk şovu vardı. 2010’da “The Tonight Show” markası tekrar Leno’nun eline geçince, kendisi de oradan ayrıldı ve TBS kanalında, hala devam etmekte olan “Conan” isimli sohbet programına başladı. Saturday Night Live tayfasından olduğu için, hazırcevaplığı ve enteresan skeçleri ile tanınır.   
    genç Conan ve
    yaşlı kurt Letterman
                             
  5. Jimmy Fallon: meşhur “Saturday Night Live“ ekibinden biri iken, 2009’da Conan O’Brien’dan boşalan “Late Night” markasını sunmaya başlamıştır. 2014’te ise, “The Tonight Show”a geçti ve hala onu devam ettirmektedir. Fallon, SNL ekibinde bulunmasının da vermiş olduğu artılarla, şovu daha renkli hale getirmiştir ancak duruş olarak, kendisinden evvel gelenlere nazaran biraz daha zayıf kalmaktadır.                                                                              
  6. David Letterman: “Late Night” serisinin ilk temsilcisidir. 1982’den 1993’e kadar buna devam etti ama daha da öncesinde, yine aynı kanalda “The David Letterman Show”u 1980-82 arasında sundu. 1993’te ise CBS’e geçti ve “Late Show with David Letterman” olarak programına devam eti ve 2015’te emekliliğe ayrıldı. Birçok ünlünün, kendisinin programındaki görüntülerini, acemiliklerini, enteresan hallerini ve Letterman’ın konulara hakimiyetini YouTube’da görmek gayet mümkün.
  • “The Tonight Show” haricindekilere bir bakacak olursak:
  1. Jimmy Kimmel: 2003’ten bu yana, ABC’de “Jimmy Kimmel Live!” adlı programın sunucusudur. Bilhassa son yıllarda, Fallon ile birlikte, daha mizahi ve eğlenceye yönelik hale gelen bu geç saat sohbet programlarının takip edilen kişilerinden biridir. Hatta 2017 Akademi Ödüllerini (Oscar deyu bildiğimiz) sunmuştur. Sert bir Donald Trump muhalifidir ve yeri geldi mi lafı çakar.                                                                                                                                     
    soldan sağa:
    Ferguson-Fallon-Kimmel
  2. Stephen Colbert: 2005 – 2014 arasında “The Colbert Report” ve hemen akabinde, CBS’te David Letterman’dan boşalan “Late Show”u sundu. “Late Show with Stephen Colbert” ismiyle bilinen programın sivri dilli sunucusudur. En sert siyasi konulara girmekten ve eleştirmekten geri kalmaz.                                                                                                               
  3. Jon Stewart: 1993-1995 aralığında “The Jon Stewart Show” ve sonra Comedy Central’ın “The Daily Show” markasını 1999’dan 2015’e kadar sunan eski stand-upçı. Ondan sonra bu görevi, Güney Afrikalı komedyen Trevor Noah devraldı. Trevor genç bir komedyen ve işin hakkını vermeye çalışıyor şu aralar.                                                                                                 
  4. James Corden: Son dönem talk şovculardan. CBS’te “The Late Late Show with James Corden”ı sunar. “The Late Late Show” markasının son temsilcisi. Özellikle YouTube’u etkili kullanan bir isimdir.           
    Colbert ve Corden 
                                                                                                                   
  5. Seth Meyers: NBC’nin “Late Night” markasının “Late Night with Seth Meyers” ismiyle devam ettiricisi. Jimmy Fallon, “The Tonight Show”a geçince, onun yerine geldi. “Saturday Night Live”ın önde gelen yazarlarındandı zamanında.                                                                     
  6. Craig Ferguson: 2005-2014 arasında “The Late Late Show” serisini sundu. Hey dostum, bu İskoç bir acayip ve garayip doğrusu!                                                                                               
  7. Bill Maher: HBO’nun “Real Time with Bill Maher” talk şovunu 2003’ten beri sunuyor. Politik konulara sert biçimde girmesi ile tanınır. Neden? Çünki adam tecrübeli... 1993-2002 arasında, “Politically Incorrect” adlı programı sunmuştu.                                                             
  8. Larry King: 1985-2010 yılları arasında, CNN’de “Larry King Live” programını sunan yaşlı gazeteci. CNN denince ilk akla gelen isimlerden ve dolayısıyla sohbet programlarındandır. O masa üstündeki retro mikrofonla özdeşleşmiştir. Sonra ne oldu ne gitti, herif Russia Today adlı tuhaf kanala gidip program yapmaya başladı.   
    Larry King ve
    meşhur mikrofonu
                                                                                   
  9. John Oliver: HBO’daki “Last Week Tonight with John Oliver” talk şovunun sivri dilli, İngiliz aksanlı sunucusu. 2014’ten beri bunu sunuyor. Daha evvelinde ise Jon Stewart ile beraber çalıştı. Hiç çekinmeden sağa sola giydirenler ekolündendir.

     Bu işin Amerika yakasında genelde yukarıda sayılanlar anılırken, yine bunlar kadar dikkat çeken ve ne kadar meşhur aktör, şarkıcı vs. varsa programına getirebilen İngiliz Graham Norton vardır. The Graham Norton Show'dur program adı. Ama kanalı BBC olunca, kendisi yukarıdaki listeyi ıskalamıştır tabi.