Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: alevi ozanlar Follow my blog with Bloglovin
alevi ozanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alevi ozanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2018 Pazartesi

Halk Ozanı ve Aşık Dayatması

     "Ozan" veya "Aşık" denildiğinde, gözünüzün önünde nasıl bir siluet belirir: Muhakkak bir saz... Kafada kasket... Ve burnun altında, bayağı irice, hatta kalınca bir bıyık! Evet, en azından 70-80 senedir akla bu kelimeler geldiğinde, hafızadaki imaj hemen hemen böyledir... Ve tabi ki, kaçınılmaz olarak, söylenen afilli, ders verir tarzda ve genelde biraz aykırı, çoğu zaman da protest sözler. Bu son argümanlardan, ozan ve aşık dediğimiz kişilerin genelde muhalif kimliklere sahip olduklarını çıkarmak gayet kolaydır. Tabi ki konumuz, bu iki kelimenin lügat karşılığı ve tarihi gelişimi değil, genelde hangi zihniyeti temsil ettiği, neyi hedef aldığı ve her zaman çokça alıntılanan o meşhur sözleridir.

     Bu taifeye şöyle bir bakıldığında, daha doğrusu az biraz Sünni süzgecinden geçirildiğinde, kılık kıyafetinden, elindeki enstrümana ve ağızdan dökülen kelimelere kadar... Her şeyin biraz "heterodoksi" koktuğu hemen anlaşılır. Peki neydi "heterodoksi"? "Ortodoks"un tam zıddı, yani burada inceleyeceğimiz hali ile, Sünni İslam'dan uzak, ondan pek "hoşlanmayan" bir realite.

     Dolayısıyla, daha ilk cümlelerdeki eşgalden de anlaşılacağı üzere, "ozan" denilen kavramın Sünni İslam'dan bayağıca bir mesafede olduğu hemen anlaşılır. Ortaya koydukları eserlere büyüteç tutulduğunda ise, bu durum daha da net bir hale gelir. Filhakika, o süslü ve "dolambaçlı" sözlerin göz boyamasından kurtulup, vermek istedikleri manayı anlamak için de biraz donanımlı olmak gerektiği, kendiliğinden anlaşılan bir şeydir.

     Ne demek istediğimizi isimler ve eserler üzerinden giderek inceleyecek olursak şayet, her vesileyle ısıtılıp ısıtılıp, önümüze getirilen en meşhurlarına bir bakalım:

 * Köroğlu: Ozan ve aşık denilince akla ilk gelen ve bu türün öncülerinden sayılan kişilerden biri. 16. veya 17. yüzyıllarda, yani Osmanlı Devletinin yükselişten çıkıp, durağanlaşmaya başladığı bir dönemde yaşadığı sanılıyor. Kişiliği hakkındaki değişik rivayetlerin ortak noktası şudur ki, Köroğlu namlı bu zat, bildiğin eli silahlı "eşkıya"dır, yani devlete yani Osmanlı'ya ve bu devleti temsil edenlere isyan etmiş, yollar kesmiş, meskun mahaller basmış birisidir. Bu bile başlı başına bir işarettir anlayana! Peki bu eşkıyanın eserlerinde neler var: Bol bol "asarım keserim"li göndermeler, düşmana (düşman Osmanlı bu arada) meydan okumalar vs.

* Pir Sultan Abdal: Günümüzde belli çevrelerin, sürekli eserlerinden şarkılar, sözler, alıntılar yaptığı, basbayağı heterodoks ve Sünni düşmanı bir tip. Ona ait olduğu iddia edilen sözlerde, erdem, yüksek faziletler ve iyilik tavsiyeleri arasında sırıtan, birçok isyan ve dinen küfür sayılacak sözler vardır.

* Kaygusuz Abdal: Yine belli çevrelerin göklere çıkardığı, oyunlar tiyatrolar devşirdiği bozuk itikatlı birisi.

* Dadaloğlu:  "Ferman padişahın, dağlar bizimdir", "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" sözlerinin sahibi, Osmanlı'ya hem lisanen hem de fiilen isyan eden asi ve muhalif kişilik.

* Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş: Baba oğul, ozangiller familyasının tanıdık simalarından. Bilhassa oğul Ertaş, aşk, sevgiliye duyulan özlem, iyi insan olmak, ilmin kıymeti, ölüm gibi konularda yazdığı, genel manada karamsar eserleri ile bilinir. 
Ertaşlar yardırıyor!

* Aşık Veysel: 20. yüzyılın en tanınmış ozanlarından birisidir. Geniş bir yelpazede, birçok kişi ondan sözler almış kullanmıştır.  Kendisi, "harama hile katmam" diyen ve rakıyı sek içmeyi seven birisidir. Bulunduğu sofrada içkinin olmaması nadirattandır. Şu yazı, bu ozanımızın hayatına çok acayip ışık tutuyor doğrusu! Yazdığı eserlerde ise enteresan sözlere rastlamak sıradandır... Misal:
Aşık Veysel ve maiyetindekiler
"parlatıyor"!
* Aşık Mahzuni Şerif: Afilli çetrefilli sözlerinin arasına, bol miktarda İslam'a aykırı ve Allah'a isyan olan sözler sıkıştıran çağdaş ozan. İslamiyetin yüce tuttuğu bir çok zata, satır aralarında hakaret eder. (Nem Kaldı adlı eserinde Hz. Osman'ı aşağılaması gibi) Eserlerini yorumlamakta ve tekrar tekrar milletin önüne getirmekte pek ısrarcıdır bazıları!
Aşığımızın keyfi yerinde!

     Bunların dışında, isimlerini sıkça duyduğumuz diğerleri de var: Arif Sağ, Musa Eroğlu, Ali Ekber Çiçek.

     İsmi zikredilenler ve daha nicesinin eserlerine göz gezdirildiğinde, dikkat çeken hususlar şunlardır:

* Adına deyiş, nefes, şiir falan filan denilen bu eserler, yoğun bir biçimde Safevi-Alevi-Kızılbaş-Bektaşi-Hurufi felsefesi ve bu felsefenin reklamları ile doludur. Bir çoğunda Allah'ı inkar (üstleri yaldızlı sözlerle kaplı biçimde genel olarak tabi), Allah'a isyan, yaratıcının kullarına hululü, her şeyde yaratıcıyı görme gibi ifadelere bol bol rastlanır... Sanki hepsinin içine birer Fadlullah Hurufi ve Cavidanname kaçmıştır.

* Güya Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi zatlar ve On İki İmam göklere çıkarılırken, geriye kalan neredeyse bütün Ashab-ı Kiramdan uzak durulur. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve hele de Hz. Muaviye gibi büyüklere ise alenen hakaretler ve aşağılamalar sıklıkla dile getirilir (üstü kapalı şekildedir bir kısmı haliyle). Ehl-i Beyt övülürken, karşılarında hep Hulefa-i Raşidin ve onların izinden gidenler varmış gibi gösterilerek, bizzat Peygamber Efendimiz tarafından övülen bu şanlı zevatın, Ehl-i Beyt düşmanı olduğu göze sokulur.

* Kardeşlik, hak almama, iyi insan olma, temel insan hakları gibi mevzular çok sık işlenir ve vurgulanır. Ancak bunlara değinilirken, ustaca bir şekilde her seferinde, kimsenin din ve itikadının ehemmiyeti olmadığı, herkesin kardeşçe sevişmesi gerektiği, Müslümanlığın pek de önemli olmadığı üstünde basa basa durulur ki, dinini kayıranlar nazarında pek de sıhhatli bir bakış açısı olduğu söylenemez. Sahip olunması ve kaçınılması gereken hasletler, gayet açık ve etraflıca olarak İslam alimlerinin din ve ahlak kitaplarında zaten vardır ve binlerce kez kaleme alınmıştır.

* Dünyalık aşk meşk mevzuları söz konusu olduğunda, gayet basit ve sıradan bir dil kullanılır ki, birazcık şiire kafiyeye meyyal olanlar, benzerlerini yazabilir ve yazmıştır da. Bunlar dışında kalan, dillere pelesenk olan sözler ise (ki çok az bir kısmı böyledir), gerçekten kaliteli ve ağza yapışan ifadelerdir. Bu eserlerdeki hava genelde olumsuz ve pesimisttir zaten. Dolayısıyla, sevgiliye kavuşamama, onu gözünde büyütme ve özlem, birçok insanın ortak paydasıdır. Bu paydada güzel söz ettiniz miydi de, hemen fark edilip, lügate eklenir... Eklenir ki acı daha da arabeskleşsin, daha da çekilmez hale gelsin!

* Bu eserlerde belki de mana olarak herkese hitap edecek ve ders niteliğinde olacak bir-iki tane olgu vardır ki; o da ölüm, dünya acıları ve fakirliktir. Dünya acılarının ve dünyanın faniliğinin anlatılması, zaten böyle karakterler için olmazsa olmaz bir şeydir.

     Değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta da şudur: Bu tayfaya, bazen öyle isimler eklenmeye çalışılır ki, resmen ve alenen hırsızlıktır. Zira meşhur mutasavvufların birazcık vahdet-i vücuda kaçan sözleri veya tasavvufi sarhoşluk anında söyledikleri ağır manalı ifadeler yüzünden, bazı isimler hemen Safevi zihniyetine mal edilmeye kalkışılmıştır.

     En meşhurları Yunus Emre'dir elbette. Piyasaya bakıldığında, yukarıda değinilen faktörler sebebiyle, çok sayıda ilahiye ilham olmuş eserlerin sahibi olan bu zat, bir propaganda eseri olarak, Ehl-i Sünnet dışıymış gibi gösterilmeye çalışılsa da, gerçekler tam olarak bunun zıddıdır.

     Nesimi olarak bilinen kişi de, sık sık ozanlar listesine dahil edilir. Tarihlere bakıldığında, Gerçekten de "Nesimi" ismi veya mahlası taşıyan zatın, önceleri Hurufi olduğu bilinse de, sonradan tevbe ettiği anlaşılmaktadır.

     Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve sair "abdallar" arasına sokmaya çalışmak ise, düpedüz densizliktir!

     Hulasa olarak ifade etmek gerekirse, son yüz küsür yıldır Anadolu topraklarına hükmeden zihniyet olmasa, bahsi geçen zevatı ve eserlerini belki de hiç duymayacaktık, hiç kimse de bunlar müthiş şairler ve söz üstatları olduğu iddia etmeyecekti... Gel gör ki, "parayı veren düdüğü çalıyor" ! Zaten söz konusu müzik olduğunda, bu işten en fazla yararlanacak olanları rahatlıkla kestirebiliyorsunuz. Yanına bir de sinemadaki faaliyetleri ekleyince, yaralar çok daha derin ve kalıcı oluyor ne yazık ki!