Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

3 Aralık 2015 Perşembe

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 1


     Zamanımız Müslümanlarını, din gayreti ve dinlerine gösterdikleri ehemmiyet ve hassasiyete yaklaşmaları açısından kabaca ikiye ayırsak yerinde olacaktır. Her gün her yerde karşılaştıklarımız bu iki sınıftan birine dahildir. Birinci kısımdakiler bilhassa dini vazifelerini ifa ederken, gayet dikkatli davranırken, diğer sınıftakiler, çeşitli mazeretlerin de arkasına sığınmak suretiyle mensubu olduğunu iddia ettiklerini dinin kaidelerine pek de riayet etmedikleri anlaşılmaktadır. Yığınla misaller var tabi bu konuda verilebilecek:

teravihte cami hınca hınç dolu...
peki kazalar ne olacak?
onu da sonra" hallederiz!
     1. Tedbirli Müslüman farzları yerine getirmeye azami gayret eder. Tedbirli olmayan ise nafilelerle meşgul olmaya çalışır: Günümüzde sık karşılaştığımız modellerden biri, nafile ibadetlere kafa yorup, aynı cinsten olan ve tabiri caizse dağ gibi birikmiş olan farzları kaza etmeyenlerdir. Oysaki, farzlar hemen ödenilmesi gereken borçlardır. Sünnetler (müekked dahi olsalar) yani nafileler ise hediyedir, tabiri caizse. Farzlar sermaye, nafileler kârdır. Sermaye olmadan kâr etmek düşünülebilir mi? Bu konuyu tabi ki en çok, "dinin direği" olarak tanımlanan namaz konusunda görüyoruz. Tedbirli ve dindeki öncelik sıralamasını anlayabilecek kapasitedeki her müslüman için, şu veya bu sebeple kazaya kalmış namazlarını bir an önce ödemeleri zaruridir. İnsanların teravihlerde camilere koşmaları güzel ama aynı hassasiyeti kaza namazları için göstermemeleri çok acı. Tabi bu durumun birinci derecede müsebbibi, ahır zaman alimleri. Fıkhi konuları, bırakın açıklamayı, okuyup anlamaktan dahi aciz bu zamane "allame"leri, "sünnetler terk edilir miymiş, sakın ha, sünnetleri kıl, kazaları da arada tamamlarsın" gibi, zaten vakti mahdut insanların kaza kılmalarının önüne set çekiyorlar. Dinini, salih müslümanların ilmihal ve din kitaplarından öğrenip tatbik eden "tedbirli" biri için ise konu gayet basittir: sünnet (nafile yani) namazlar, vakit içinde, farzdan başka kılınan namaz demektir ve bu, farzdan gayrı kılınan herhangi bir namazla zaten ifa edilmiş olur. Yani "nafile"ye de niyet etseniz, "sünnet"e de niyet etseniz, "kaza"ya da niyet etseniz, farzın dışında, farzın yanında kıldıklarınız zaten sünnet olacaktır.

temkin ve ihtiyat uçunca
geride kalan garabet!
     2. Tedbirli Müslüman, ibadetler hususunda Avrupalılara uyularak değiştirilen takvimlere değil, salih müslümanların eskiden beri tabi oldukları güvenilir takvimlere riayet eder: İbadet vakitleri ile alakalı konulara aşina olanlar, İslam alimlerinin, bilhassa namaz ve oruç ibadetlerinin başlama ve bitme zamanları hakkındaki, kılı kırk yaran titizliğini hemen teslim edeceklerdir. Maalesef, Diyanet İşleri Reisliği, 1981 yılında, ani bir kararla, ta Osmanlı zamanından beri uygulanan ve defaaten ehemmiyeti üzerinde durulmuş, imsak (yani oruca başlama zamanı) vakitlerindeki temkin ve ihtiyat paylarını kaldırarak, oruca başlama zamanı, 15-20 dakika almak suretiyle, oruç tutanların oruçları ile alenen oynamaya başladı. Avrupalılara uyularak, beyazlığın ufkun üzerine yayılmasına kadar sahuru geciktirmek durumu peyda oldu. Oysa İslam alimleri, beyazlığın, ufkun bir noktasında görünmesi ile imsakın bittiğini bildiriyorlar.
takvim, "şu gün şu saatte şu saniyede"
görülecek dese bile, "rü'yet" şarttır!

     3. Tedbirli Müslüman, Ranazan ayına ve Fıtır Bayramına hilalin görülmesiyle başlar, eğer takvimle başlamışsa da, Ramazan'dan sonra iki gün kaza orucu tutar: İslam Dininde, oruca başlama ve orucu bitirip bayrama başlama vakitleri takvime göre değil, rü'yet-i hilale göre başlar. En hassas ölçümlerle, hilalin tam olarak ne zaman ve nerede doğacağı bilinse dahi, bu dinimizin bir gereğidir. Dolayısıyla, takvimle başlandığında, Ramazan ayının giriş ve çıkışı şüpheli olmaktadır. Bu şüpheden kurtulmak isteyen tedbirli bir müslümanın atacağı adım ise, Ramazan ayından sonra, iki gün kaza orucu tutmaktır.




müslümanlar Arafat'ta...
peki ama ya 9. Zilhicce değilse?!
     4. Tedbirli Müslüman, bidat sahiplerine ve onların takvim manipülasyonlarına uyarak Zilhicce ayının 9. günü çıkılması gereken Arafat'a, bir gün önce veya bir gün sonra çıkılması durumunda, haccını ifsad etmemek için bir yolunu bulup Arafat'a çıkar, tedbirsiz olan ise o mahalleye bile uğramaz: Haremeyn-i Şerifeyni işgal altında tutan mübtedi Vehhabi kafası, müslümanlar, haccın farzlarından biri olan, Zilhicce ayının 9. günü Arafat'ta Vakfeye durma ibadetini engellemek için her sene takvimle oynar. Bu durumda, tedbirli ve dinini kayıran müslümanlar, bin bir zahmete katlanılarak yerine getirilmeye çalışılan dini bir vecibenin, "turistik bir seyahat"a dönüşmemesi için azami gayret sarf eder ve Arefe gününde mutlaka Arafat'a çıkar. Tedbirsiz müslüman ise, "nasıl olsa bu uzun sakallı ve Arapça bilenler bizden daha dindardır" düşüncesiyle, İslamın beş şartından birinin, avucunun içinden sıyrılıp gitmesine sadece seyirci kalır.




     5. Tedbirli Müslüman, ibadetleri, Asr-ı Saadetteki gibi yapmaya ihtimam göstererek, bütün
ne kadar çok hoparlör
o kadar çok sevap!
camilere sokulan mikrofon ve hoparlörlere değil, imamlara uyar. Tedbirsiz olan ise, mikrofonu ibadetin bir parçası gibi görür ve ona uyar
: Çağımızın en büyük hastalıklarından biri; camileri tepeden tırnağa mikrofon ve hoparlörlerle donatmak! Masum gibi görünen bahanelerle başlayan bu tehlikeli akım, son senelerde neredeyse ezanın ve namazın "farzı" gibi olmaya başladı. Mikrofonsuz minareye çıkmayan müezzin (gerçi artık minareye de çıkmıyorlar ya neyse), hoparlöre "üflemeden" namaza başlamayan imam kalmadı. Ancak, ufacık mescitlerde bile yerini alan bu bidatin İslamiyet'te yeri yok çünkü ibadetlerin asr-ı saadette olduğu gibi ifa edilmesi ve zerre bile değiştirilmemesi gerektiği, dinimizi, diğer bozulmuş dinlerden ayıran en önemli özelliklerinden birine işaret etmektedir. Zaten yapılan araştırmalar ve teknik olarak mikrofon ve hoparlörün açıklanması, her şeyi ortaya koyuyor: Mikrofona giren insan sesi ise, mikrofondan çıkan "şey", o sese çok benzeyen ama katiyen "aslı" olmayan, elektronik dalgaların ses dalgalarına dönüşmesi suretiyle duyulan metalik bir sestir. Yani hoparlöre uyulduğuna, cemaat, imama değil, mikrofondan çıkan o "zırıltı"ya uyar. Dinimizin emrettiği şey ise, imamın sesine ya da hareketlerine uymaktır.

     6. Tedbirli Müslüman, akaid ve fıkıh kitaplarını okuyarak ve mezhebinin müfsid ve
meal... tamam da hangisi?
farzlarına riayet ederek dinini öğrenir ve tatbik eder, tedbiri bir tarafa bırakan Müslüman ise, meal, tefsir ve hadis kitaplarını okuyup, kendine göre ahkam çıkarmaya ve ona göre yaşamaya çalışır
: Şurada detaylı bir biçimde incelenen konu:



Devam ediyor haliyle...

ve...

hatta...

20 Eylül 2015 Pazar

Associated Press'in Gözünden Yakın Tarihimiz


     Yakın tarihimizle alakalı bize dayatılan çamur gibi görüntülerin ve çekimlerin inadına, işini ciddiye alan Associated Press isimli ajans, arşivini YouTube'a yüklemiş. Hem de ne yüklemek efendim! Sayfalar, megabytelar, açıklamalar... Adamlar oturmuşlar, işi hiç şansa bırakmadan Türkiyemizin, ancak kendi ajanslarımızda veya televizyonlarımızda bulunabileceğini tahmin edebileceğimiz, bulunmaz ve hatta "mahrem" sayılabilecek olayları çekip, itina ile kenara koymuşlar, devyarasa arşiv yapmışlar! 50'li ve 60'lı yıllar,.. hele de 70'lerden sonrası gayet kaliteli ve detaylı bir muhteviyat arz ediyor,

     Associated Press adlı kuruluş üşenmeyip ülkemizi ve bizi, bizden daha iyi gözlemleyip çekmiş, bize de en azından en ilginç ve tarihimizde yer etmiş olayları ve kişileri tasnif edip güzelce bir şekilde servis etmek düşer öyle değil mi? Biz de öyle yaptık ve yakın tarihimizin son 45 yılından bir demet sunduk... İşte o, YouTube playlisti haline gelmesi elzem olan demet (kronolojik olaraktan):

1. Deniz Gezmiş'in yakalandıktan sonraki halleri: Türk Solunun idollerinden ve Filistin Solunun liderlerinden Yaser Arafat'ın asker arkadaşı Deniz Gezmiş, 4 Mart 1971'de 4 ABD askerini kaçırmakla suçlanmaktadır. İk hafta kadar sonra,16 Mart'ta Sivas Gemerek'te yakalanıyor ve Ankara Emniyet Müdürlüğüne getiriliyor. 18 ve 19 Mart'taki bu görüntülerde, önden kelepçeli Gezmiş, yerli Che Guevara gibi pozlar vermek şöyle dursun, süt dökmüş kedi gibi adeta:



2. İsmet İnönü ve tercümanı Bülent Ecevit: 12 Mart 1971'deki muhtıranın üstünden sadece beş gün geçmiştir ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü yabancı basına demeç vermektedir. Video, İsmet İnönü'nün nadir renkli görüntülerini ihtiva etmekle birlikte, bir seneye varmadan CHP'nin başına geçecek olan Bülent Ecevit'i, İnönü'nün İngilizce tercümanı olarak göstermesiyle de enteresan bir hal arz ediyor:






3. 61 Anayasası bize fazla "lüks" geliyor: Fazla "gidip gelmemesi" sebebiyle, pek tanımadığımız eski başbakanlardan biri olan Nihat Erim, 1971 yılının Mayıs ayında, yani "12 Mart Muhtırası" olarak bilinen 1971 Askeri Darbesinin hemen ardından yabancı basının suallerini cevaplıyor. Burada dikkatimizi iki şey çekiyor (ki bunlar o zamanları bilenler tarafından konuşulur ama elle tutulur bir malzeme arz etmezdi).

     Teknokratlar Hükumetinin başbakanı olan Nihat Erim ilk önce der ki; "61 Anayasası bize fazla lüks geliyor. Biz bunu biraz değiştireceğiz". İkinci olarak da "Haşhaş üretimi yapmak suretiyle bütün dünyayı zehirliyoruz. Bunun üretimini neredeyse yok edeceğiz". Bu iki konu, o zamanın en çok konuşulan başlıklardandı, dolayısıyla kendisini şöyle alıyoruz (videoda Erim, biraz bozuk da olsa İngilizce konuşuyor ama Türkçe altyazılar orjinaldir):



 4. Ak güvercini sembol edinmekle nam salan "Karaoğlan" Bülent Ecevit, İstanbul'da bir seçim mitinginde kendisine havaya salıverilmek üzere verilen güvercinle zor anlar yaşıyor:



5. Yılmaz Güney cezaevinden çıkmakta: Yine Türk Solunun ve sinemasının tartışmalı ve sıkıntılı elemanlarından Yılmaz Güney, iki senelik "devrimcilere yardım ve yataklık yapmak" gerekçeli mahkumiyetinin ardından cezaevinden çıkıyor. Ancak bu durum çok uzun sürmeyecek elbette. İki sene sonra, ilçe yargıcını öldürmek suçundan tekrar içeri girecektir Güney:



6. Milliyetçi Cephe Hükumetleri: Türkiye siyasi geçmişinin enteresan enstantanelerinden biri daha. Tarihe 1. ve 2. Milliyetçi Cephe Hükumetleri olarak geçecek kısa süreli ortkalıkların TBMM'deki görüntüleri:

     İlk olarak Adalet Partisi + Milli Selamet Partisi + Milliyetçi Hareket Partisi + Cumhuriyetçi Güven Partisi (ki bu yukarıdaki partiler arasında en olmayacak partidir) ortaklığı ile oluşturulan ve "1. Milliyetçi Cephe Hükumeti" olarak anılan geniş koalisyonun ilk Bakanlar Kurulu toplantısı var. Videonun ilk kısmında Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş ve Turan Feyzioğlu'nu görüyoruz. Tarihler 15 Nisan 1975'i gösteriyor.

     İkinci olarak, İkinci Milliyetçi Cephe Hükumeti güvenoyu alıyor. Eski ortak Turan Feyzioğlu bu sefer "red" diyor (2 Ağustos 1977).

     Üçüncü kısım ise, ömrü fazla uzun olmayan "Milliyetçi Cephe" koalisyonunun ikincisi 02.01.1978'de, cumhuriyet tarihinin ilk gensorusunu yiyerek dağılıyor (bkz: Güneş Motel Vakası). Görüntülerde gensoruyu veren Altan Öymen de var:



 7. Tayyip Erdoğan 25 yaşındayken kalabalığa hitap ediyor: 1990'lardan sonra siyasete iyice ısınan ve 2000'li yıllarla birlikte ustalık dönemine imza atan, Türk siyasetinin belki de en çok kazananı ve oy alanı, Recep Tayyip Erdoğan 11 Ekim 1979 tarihinde, İstanbul'da düzenlenen Milli Selamet Partisi mitinginde konuşuyor. Ardından da Necmettin Erbakan konuşma yapıyor. Bu açıdan belki de internetteki en eski renkli videosu. Dikkat edilecek husus; Recep Tayyip Erdoğan mitingde on binlere hitap ederken sadece 25 yaşında:





8. Kemal Türkler'in naaşı: 22 Temmuz 1980'de evinin önünde vurularak öldürülen Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun (DİSK) kurucusu ve ilk genel başkanı Kemal Türkler'in naaşı ambulanstan indiriliyor. Associated Press'ten yakın ve net bir görüntü:



9. Nazlı Ilıcak cezaevine doğru: Çeşitli vesilelerle günümüzde de gündeme gelmekte sıkıntı çekmeyen gazeteci Nazlı Ilıcak, Ekim 1982'de, üç aylığına Sağmalcılar Cezaevine giriyor. Gerekçe, Milli Güvenlik Konseyi kararlarına, yani 80 Darbesini gerçekleştiren idareye aykırı davranmak:



10. Turgut Özal Anavatan Partisi'ni kuruyor: 80 Darbesinin ve 82 Anayasasının ardından, 1983 yılının bahar ayları yepyeni siyasi partilerin kurulmasına şahitlik ediyor. İşte onlardan biri; Turgut Özal, "Anavatan Partisi"ni kuruyor ve kuruluş gayeleri ile alakalı Associated Press'e İngilizce olarak mülakat veriyor:



11. "Elindeki kuşu kaçıran" Mesut Yılmaz ve Refahyol'un kurulması: 1996 yılının sıcak ve tartışmalı bir Temmuz gününde, 28 Şubat Postmodern Darbesi ile karşılacak ve "Refahyol" adı ile bilinecek; Refah Partisi-Doğru Yol Partisi-Büyük Birlik Partisi arasındaki koalisyon hükumeti güvenoyu alıyor... hem de kıl payı bir farkla: Kabul 278 - Red 265.

Güvenoylamasından sonra Başbakan Necmettin Erbakan, Tansu Çiller'i meth ederken, koasliyon görüşmelerine yanaşmayan Anavatan Partisi lideri Mesut Yılmaz'a da kendince ayar veriyor; "Mesut Yılmaz eline gelen kuşu kaçırdı":




12. Deyusu Ekber Dışarı: Seneler 1997'yi gösterirken, yine sıcak bir Temmuz gününde toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir milletvekili Sabri Ergül, Refah Partisi Rize milletvekili Şevki Yılmaz'ı hedef alan "Deyusu Ekber Dışarı" yazılı bir pankart açmak suretiyle, adeta meclisimizde bir meydan muharebesi ve kovalamaca başlatıyor! Mecliste o sırada cereyan eden hadise ise, Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığındaki hükumetin güven oylamasıdır:



13. Olaylı 1997 MHP Kongresi: Alparslan Türkeş'in ölümünden sonraki ilk Milliyetçi Hareket Partisi Kogresi, çıkan olaylar ve karışıklıklar nedeniyle iptal olmuş. Temmuz ayındaki kongrede Devlet Bahçeli MHP Genel Başkanı seçilmiştir. Görüntülerde, savaş alanına dönen salondan sahneler ve Ülkü Ocakları eski Genel başkanı Azmi Karamahmutoğlu'nun "Artık söz yok, eylem var" ifadesi eşliğinde, mikrofonu estetik bir şekilde kenara fırlatıp "eylem"e girişmesi de var:



14. 90'lı yılların kaçınılmazlarından; Sağ-Sol kavgaları: 1997 yılının İstanbul Üniversitesinden bir kesit; Sağ ve Sol görüşlü talebeler çatışıyor. Fakülte de malum; Fen Edebiyat Fakültesi:




15. Van Gölü Canavarı gölde serinliyor mu ki acaba: Associated Press'in, İhlas Haber Ajansı görüntüleri ile servis ettiği -güya- Van Gölü Canavarı görüntüleri. 90'lı yılların en çok konuşulan olaylarından biri bu "Canavar" meselesi idi:



16. AK Parti'nin ilk zaferi ve Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk başbakanlığı: Kasım 2002 Seçimlerinden tek başına iktidarla çıkan AK Parti'de Recep Tayyip Erdoğan, 9 Mart 2003'teki milletvekili yenileme seçiminin ardından, önce milletvekili sonra da 59. Hükumetin Başbakanı oluyor.

Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili seçilmesi, mecliste yemin etmesi ve Başbakan olarak Bakanlar Kurulu listesini açıklamasını ihtiva eden videodur:

 

     Playlist olmuş hali:


BÜYÜKÇE NOT: Hepsi kesildi biçildi ama Youtube tek hamlede hepsini çöpe gönderdi. Fırsat ve imkan olursa tekrar yüklenebilir bazıları.


6 Mart 2015 Cuma

Semboller Sarmış Dört Bir Yanımı: İngiltere, Westminster ve Birleşik Krallık Parlamentosu


     Britanya, Kraliçe, Westminster, Avam Kamarası, Lordlar Kamarası... denince aklınıza başı peruklu adamlar, ufacık daracik bir parlamento, Thames'in kıyısında yükselen kocaman gotik bir bina, süslü faytonlar ve şaşalı törenler mi geliyor? Evet, bu kelimeler yan yana sıralandığında, istemsiz olarak bizde retro çağrışımlar yapıyor. Geleneklerine, kraliçesine ve dolayısıyla Monarşiye sahip çıkan, sahip çıkmaktan öte bunlara sahip olmakla övünen bir devletten bahsediyoruz çünki. Britanya'nın kendine has meşruti monarşisinin gelenekselliğine, geleneklerine ve geleneklerin içinde barınan güçlü sembolizme şöyle genel sayılabilecek bir bakış atmak ve daha yakından tanımak isteyenler için birkaç enteresan bilgi derlendi:

çatısı çok yerden su alan
devyarasa Westminster
     Evvela binaya bakalım: Westminster çok eski bir binadır ancak 19. Yüzyılda aslına sadık kalınarak tamir ve tezyin edilmiştir. Hitler’in uçurttuğu bombaların altısının bu binaya isabet etmişliği de vakidir. Çok milletvekilinin de dediği gibi hem bir müze hem de bir kilisedir. Binlerce odadan oluşur ve bilhassa yeni vekiller, küçük ve labirenti andıran koridorlarda sık sık kaybolur. En yaşlı temsilcilerin dahi hiç girmediği, bilmediği odalar çoktur. Çatı çok kötü durumdadır ve birçok yerden akıtır, her fırsatta tamir edilmeye gayret edilir ancak tam manasıyla "yamalı bohçaya dönmüştür". Binanın çatısını güvercinlerden ve onların asitli ve yapışkan dışkılarından korumak için, çatıda görevli hususi bir "şahincibaşı" vardır. Elindeki eğitimli şahini ara sıra havalandırır ve güvercinlerin peşine takar. Wesminster binası, Kasım ayından itibaren Noel için süslenmeye başlar ve ilk önce kocaman üç tane çam getirilip bahçeye yerleştirilir.

     Şimdi de binanın muhteviyatı özellikle de Avam Kamarası hakkında detaylar ve parlamento oturumlar, oylamalar ve milletvekillerinin genel ahvali konusunda bilgi verelim: 

* Avam Kamarasının gözü kulağı mesabesindeki katip ve memurları çok uzun süredir burada çalışmaktadır. Alışık olduğumuzdan çok daha fazla yetkilere sahiptirler ve vekiller dahi onlara saygı duyar, hatta çoğu zaman onlara muhtaçtırlar... bilhassa tasarı hazırlamak zorunda kaldıklarında. "Clerk of the House" olarak tanın kişi, en kıdemli memur veya katiptir. Bu memurlar özel bir şekilde yetiştirildikleri için aynı zamanda kolluk kuvveti gibi de hareket ederler.

bitişik nizam parlamento ve geç
gelip ayakta bekleyen mebuslar
* Seremonik ve sembolik hareketler hiç eksik olmaz: Mesela meclisi yönetecek olan ve "Speaker of the House" ünvanı ile tanınan kişi gelirken, törenle gelir. Önünde bir katip, büyük kısmı altından olan seremoni gürzünü (Ceremonial Mace) taşır, arkadan da tören elbisesi ile başkan kamaraya girer ve gürz, kendi için ayrılan yere (ki başbakan ve muhalefet liderlerinin dayanarak konuştukları masanın ucundadır) konulur. Tören gürzü Monarşinin kamaradaki temsilcisidir. O gürz kamarada olmadan hiçbir toplantı gerçekleşemez.

* Oturumlarda dikkat çeken bir husus; ayağa kalkıp söz alana herkes (başbakan da dahil) doğrudan karşısındakini muhatap alamaz. Oturumu yöneten başkana hitaben konuşur ve eleştirdiği ya da hakkında konuştuğu kimseyi üçüncü tekil şahısla ve ismiyle dolaylı olarak anar.

renkli başkan Bercow yüksek 
sesle "orrdeeer" diye bağırır
* Genel kurul genel manada (hele kalabalıksa) gülüşmelerden, karşılıklı atışmalardan ve yüksek sesli nidalardan geçilmez. Salon çok küçük olduğu ve herkes sıkış tepiş oturduğu için de inanılmaz bir uğultu vardır. “Yeeahh” “Nooo” gibi nidalar havada uçuşur. Birisi konuşmasını bitirdiği esnada, konuşma yapmak isteyen diğerleri, ayağa kalkıp, boy verip oturur. Speaker yani başkan, tartışmalar şiddetlendiği zaman , sık sık “order” hatta “orrdeeeer” diye kendini yırtar. Son zamanların speakerı John Bercow çok eğlenceli ve hiciv seven bir başkandır. İnanılmaz nidalar eşliğinde çok iğneleyici sözler sarf edebilir (muhalefete olduğu gibi ait olduğu Muhafazakarlara da dahil).

* Temizlik, yemek ve çay işlerinde çok sayıda zenci dikkati çeker. Aynı şeyi parlamentonun kendisi için söyleyemeyiz. Siyahi vekil sayısı neredeyse yok gibidir.

* Parlamentonun çay ocağı (veya cafesi diyelim) dahi partilere göre ayrılmıştır. Yani her siyasi teşkilat ayrı ayrı masalarda çay içer.

* Sabah erkenden, koku konusunda eğitimli bir köpek gelir ve kendisine nezaret eden polis ile birlikte bütün koltuk aralarını ve avam kamarasını herhangi bir tehlikeye karşı koklar (her sabah mı bilmiyorum ama bütçe görüşmeleri öncesinde mutlaka vazifesini ifa eder).

başkan, masa, tören gürzü, bir sürü sembol ve
face to face duran başbakan & muhalefet lideri
* Avam kamarasında oturulacak yer sayısı 427’dir ancak şu andaki durumda 650 milletvekili vardır. Son meclisteki kadın vekil sayısı ise 148’dir ki, çoğu kadın vekil de bütün Westminster’in ve içindeki kamaralarının çok fazla erkeksi olduğunu ve erkeklere göre dizayn edildiğini kabul eder. Koltuk sayısının azlığından dolayı, ayakta kalmak istemeyen vekiller, çok erken gelip ellerindeki isimleri yazılı küçük kağıtları, yeşil koltukların sırt kısımlarındaki boşluklara yerleştirirler. Bu, diğerlerinin oturmaması için bir nevi rezervasyondur. Başbakan ve muhalefet liderlerinin oturacağı yerlerin haricinde sadece birkaç engelli ve “Father of the House” olarak tanımlanan, en uzun süre aralıksız milletvekili seçilen şahsın yer bulma telaşı yoktur. Bu yer bulma telaşından sonra vekiller, toplu dua ve ardından kahvaltı için oradan ayrılırlar. Geç gelen milletvekilleri ya salonun kapı kısmındaki boşlukta ayakta beklerler ya da üst katlardaki ziyaretçi yerlerinde otururlar.

* Salona başkan varken girenler, hem kapının önündeki çizgide hem de daha sonra aşağı yukarı beş adım attıktan ve başkanın masasının önüne geldikten sonra, başkanı ve dolayısıyla kurulu selamlar.

* Kamara küçük dikdörtgen bir odadır. Girişin tam karşısında ve yüksekçe bir yerde, tören elbiseleri içerisindeki speaker oturur ve meclisi yönetir. Aslında kamaranın başkanı da vardır ancak oturumları speaker yönetir. Speakerın sağında hükumet, solunda ise ana muhalefet vardır, salonun dibindeki yerlerde de diğer muhalefet partileri sıkışmıştır. Başkanın önünde tarihi ve sembolik bir masa vardır.

* Westminster’da tek evi olan yani bilfiil orada yaşayan tek kişi speakerdır (ailesi varsa ailesi ile tabi). Her speakerın kendine has bir arması yapılır ve geçmiş başkanların da armalarının muhafaza edildiği yere işlenir.

* Tartışılacak olan mesela bütçe ise, bütçeyi içeren kalın kağıt yığını, yüksek bir mahremiyetle muhafaza edilir ve özel ulaklarla yüzyıllardır yapılageldiği haliyle bakanlıktan alınıp, özel kırmızı bir mahfaza içinde ve mühürlü olarak meclisteki katipliğe teslim edilir.

* Herhangi bir tasarı, Avam Kamarasında görüşüldükten sonra, Lordlar Kamarasına gönderilirken, Avam Kamarasının en kıdemli katibi, tören elbisesinin yanı sıra, tören peruğunu da takar ve tören adımıyla tasarıyı teslim eder.

* Muhtemelen Guy Fawkes’ın başarısız parlamentoyu havaya uçurma girişimi sebebiyle, Kasım aylarında, binanın alt odalarında, tören elbisesi içerisindeki bir grup asker ve katip, ellerindeki asaları yerlere vurarak ve barut kontrolü yaparak koridorlardan geçerler.

lordlar dinliyor kraliçe konuşuyor
* “State Opening of Parliament” denilen merasimde, Kraliçe gelmeden evvel binada yüksek maliyetli hazırlıklar yapılır. Kraliçe, Lordlar Kamarasına gelince herkes ayağa kalkar (lordların geleneksel kıyafetleri içerisinde olduklarını bilmem söylemeye gerek var mı). Ancak kraliçe konuşmasına başlamadan önce, kraliçenin özel temsilcisi (Black Rod denilir) hususi kıyafeti içerisinde elinde bir asa ile avam kamarasının bulunduğu yere geçer. İçeride en kıdemli kapıcı “black rod“ diye başkana doğru yüksek sesle bağırır, başkan da “kapıyı kapatın” diye yüksek sesle emir verir. Tam bu temsilci gelirken salonun kapısı neredeyse suratına hızlıca çarpılır. Bunun üzerine de black rod, elindeki asanın dibiyle, salonun giriş kapısındaki özel yere üç kere sertçe vurur (ülkenin güçlü demokrasine bir vurgudur bu ve kraliçe de gelse bize saygı göstermek zorundadır biz burada demokrasiyi işletiyoruz kardeşim manasında yüzyıllardır yaşatılan bir gelenektir). İçeriden baş kapıcı kim olduğunu kontrol eder ve kapıyı açar. Kraliçenin temsilcisi genel kurulu ve başkanı selamladıktan sonra kraliçenin konuşmasını dinlemek üzere vekilleri lordların oraya davet eder. Önde başkan, yanında temsilci, arkalarında en kıdemli katip, lordlar kamarasının doğru yola koyulur. Başbakan ve muhalefet başkanı bunların arkasındadır, sonra da diğer vekiller. Vekiller, lordların oraya varınca kraliçeyi başla selamlarlar ve hemen kapının girişindeki daracık yerde, suçlu çocuklar gibi ayakta dinlerler ve sonra yine başta başkan arkasında başkatip sonra da piskopos oradan çıkıp ait oldukları yerlerine dönerler.

Black Rod kapıyı üç kere çalar

* Kraliçeden herhangi bir mesaj geldiğinde ise (kraliçe Avam Kamarasına girmez çünki), temsilcisi yine törenle içeri girdikten sonra, geriye dönüp gitmez, geri geri giderek kuruldan çıkar ve Avam Kamarasına saygısını gösterir.

* Oylama olduğunda, evet ve hayır diyecekler ayrı ayrı yerlerde oylarlar. Evetin karşılığı “aye”dır hayır da “no”dur. 

* Oylama salonlarının olduğu yerlerin kapılarında bellerinde geleneksel kılıçları olan gardiyanlar bekler.

* Oylamaların neticesi, dört tane görevli tarafından genel kurula gelerek (ve tabi ki yine girişte ve başkan masasının önünde selamlayarak) başkanın karşısında ona doğru söylenir. “The ayes to the right şu kadar” ve “The noes to the left şu kadar” şeklinde ifade edilir. Sonra da başkan neticenin yazılı olduğu kağıdı alır ve tekrar yüksek sesle okur.

* Milletvekili odaları, Cem Yılmaz’ın “iki dönüm”ü kadardır. Bir yardımcı bir iki tane de masa koydun mu kıpırdayacak yer kalmaz.

* Çarşamba günleri milletvekillerinin başbakana soru sorma günüdür.

* Muhafazakar Partililere geleneksel olarak “Tories” (Tory) denir. Liberal Demokrat Parti ise “Whig” ismiyle de tanınır.

* Partilerin “whip” (esas manada kamçı) dedikleri özel milletvekilleri vardır ki bunlar genelde parti disiplinini sağlayanlardır. Umumiyetle diğer vekiller onlardan çekinir. Oylama ve özellikle de kritik oylamalarda parti bütünlüğünün bozulmaması ve herkesin oyunu kullanması için devreye girerler. Bu whipler, gelenek gereği genel kurulda hiç konuşmazlar.

* Haftanın bir gününde, milletvekilleri seçmenleri ile buluşur ve isteklerini dinler.

* Kamarada edilen yeminlerde, Tanrı’ya ve Kraliçeye bağlılık ifadelerinin altını kalın çizilir.

* Kamara içerisinde amatör çekim yapmak yasaktır.

* Salon bir oylama için boşaltılacağı zaman başkan, “division, clear the loby” diye bağırır ve baş kapıcı bunu tekrar yüksek sesle meslektaşlarına iletir.

* “Private members’ bill” diye bir uygulama vardır ki, mebusların parti ve hükumetten bağımsız olarak kendi başlarına verdikleri yasa tasarılarına denir. Yasa tasarı öneren yirmi tane vekil arasında kura çekilir ve genelde ilk üçü, genel oturumda on dakika içerisinde önerilerini genel kurula aktarır.

* Kamara, bir parlamento olarak değil, bir komite olarak toplanıp, milletvekillerinin şahsi tasarılarını görüşüceği sırada tören gürzü, masanın üstündeki yerinden alınıp, masanın yan tarafındaki daha alçak yere konur.