Çağımız malum "hız" çağı... "hız" kavramı hayatımızın her alanında faal olduğu gibi, haliyle maneviyatımıza (tabi kaldıysa) da tesir ediyor. Ama bu hız her zaman bizim lehimize olmayabiliyor. Hız ve çabukluk merakı, uzun vadeye yayılması ve sindire sindire öğrenilmesi gereken bilgileri, kısa bir zaman diliminde, adeta "konsantre" bir hap şeklinde almaya ittiğinde ise, çoğu zaman bünyeye kalıcı ve etkili "yan tesir"ler olarak yerleşiyor. Hızın ve hızlı olmak istemenin sirayet ettiği alanlardan biri de -ne yazık ki- "din"dir. "Din" derken, Batılılar tarafından "canı çıkarılan" Hristiyanlığı değil,
İslamiyet'i kastediyoruz elbette.
Hayatın geri kalanından "geri" kalmadan din bilgilerini öğrenme esnasında ise, tam da "hamburger kültürü"nün gerektirdiği şekilde, "
Meal" okuma ve İslamiyet'e buna göre mana verme hastalığı devreye giriyor. Dahası,
İslamiyet'le ilk defa tanışan kimselerde,
Kur'an-ı kerim'i tanıma çabası, kendisini, meallere müracaat etmek şeklinde gösteriyor. Bu, esasında gayet doğal bir harekettir çünki İslam'la ilgilenmeye başladığınızda, Kur'an-ı kerimi incelemek ihtiyacı hasıl oluyor ve her nasıl oluyorsa, birileri hemen koltuk altınıza bir tane meal sıkıştırıveriyor.
"Bunda" bir şey yok ama "bu"ndan sonrası biraz karışık.
Meal, bir derece
Arapça bilen birisinin, kendi anladığı kadar yaptığı tercümedir. Meal okuyan kimse, Kur'an-ı kerim'deki
murad-ı ilahiyi değil, onu Türkçe'ye ya da başka herhangi bir dile tercüme etmeye çalışan kişinin kendi kafasındaki açıklamayı anlar. Oysa meali okuyan bilgisi az kişi, onu doğrudan Kur'an-ı kerim diye okuyor. Aslında şu anda piyasa dolaşan "meal"ler, birer
tercümedir. Yani, Türkçe'ye birebir çeviridir. Ancak bazı açıklama girilmesi gereken yerlerde açıklamalar vardır. Zaten ayetleri kısaca tercüme etmek mümkün değildir, çok yanlış anlaşılmalara sebebiyet verir.
Filhakika Kur'an-ı kerim, Arapça dahil hiçbir dile çevrilemez. Kur'an-ı kerimin manasını anlamak demek, Allah'ın, herhangi bir ayette ne istediğini anlamak demektir. Dinini kayırmayan ve temel emir ve yasakları dahi icra etmeyen bir din cahilinin yaptığı mealden, küfre kadar gidecek zarardan başka bir şey ele geçmez.
Para ve şan kazanmak için yazılan mealler, okuyanların zihinlerine bir sürü şüphe tohumu ekmektedir. Halbuki Kur'an- kerimi yanlış anlamak veya şüphe etmek dinden çıkmaya sebebiyet vermektedir. Maalesef meal görünümlü tercümelerden beslenen bazı gençler, Kur'an-ı kerimi, mitolojik hikayelerden, manasız düşüncelerden müteşekkil "o kadar da kerim olmayan" bir kitap sanıyor. Hele bu, şahsi kanaatler içeren tercümelerden, hüküm çıkarıp, iman ve ibadet konularını, bu anladıklarının üzerine bina etmeye kalkmak, düpedüz İslam Dinini bırakıp kendi "-
izm"inin peşinden gitmektir. "
Öz Türkçe Kur'an okuyun" ya da "Çağın tefsiri" gibi yaldızlı kelimelerle satılan kitaplar, okuyanlarda onulmaz hastalıklara yol açıyor.
|
Rıza Doğrul'un kayınpederi
olup da meal yazmamak olur mu?! |
Müslümanlara "meal" okutma sevdası aslında çok eski değil.
Osmanlı Devleti, Arap olmayan bir çoğunluk tarafından yönetildiği ve asırlar boyu çok geniş ve değişik
Arap olmayan toplulukları idare ettiği halde, hiçbir zaman, kendi dili de dahil olmak üzere hiçbir lisana, Kur'an-ı kerim tercümeleri yapıp okutmamıştır. Çünki atalarımız, İslam Dinini öğrenmenin ve öğretmenin usulünü çok iyi biliyordu. Meal ve tercümeler yerine, temel kelam,
akaid ve
fıkıh kitapları okutuluyordu (meşhur
Mızraklı İlmihal mesela). Osmanlı Devleti, dini konuları o kadar hassas ve aslını hiç bozmadan ele alıyordu ki,
Cuma Namazı hutbesini
bile, dini kaynaklarda cevaz bulamaması sebebiyle, sadece Arapça okutmuş, hutbenin anlaşılabilmesi için ise, namazdan evvelki vaazı ihdas etmiştir.
Osmanlı Devletinin son zamanlarında, bilhassa
2. Abdülhamid Han'ın hal edilmesinden ve
2. Meşrutiyet'in ilanından sonra, kabiliyetli ve salahiyetli din alimlerinin de çok azalmasıyla, bir sürü yol saptırıcı ortaya çıktı. Türkiye coğrafyasındaki ilk meal çalışmalarının gayrimüslimlerin elinden çıktığı tarihi bir hakikattir (Müslümanların ne kadar lehine olur bu çalışmalar varın siz düşünün). Kelam ve fıkıh kitapları yerine, herkesin kendi ahkamını çıkaracağı bir ortam hazırlanması için çalışıldı. Böylece, tıpkı tahrif edilmiş Hristiyanlık gibi, herkesin kendi yolu olacak, birlik yolu bozulmuş olacaktı.
Günümüzde ise bu "meal" işine girenler umumiyetle Sünni İslam'dan uzaklaşmış ve kendi felsefi düşüncelerine tabi olmaktadır. Kendilerini "allame-i cihan" sanan bir sürü
İlahiyatçı, birbirleri ile yarışırcasına "meal yazma" olayına dalmakta, birbirlerine çamur atmayı da ihmal etmemektedir. Ülkemizde, her meal ya da din kitabı görünümlü kitap yazanları alim sananlar olduğu için de, bu işlerden para ve şöhret kazanma sevdasında olanlar her geçen gün çoğalıyor.
Aslında
mealciliğin ne kadar zararlı ve yoldan saptırıcı olduğu,
Hristiyan Dünyasının bugünkü halinden çok açık olarak okunabilir. Malum olduğu üzere
Hristiyanlık Dininde, İseviliğin tahrif edilmesinin ardından,
İnciller hızla diğer dillere tercüme edilmeye başlandı. Hele de
Katoliklere kızan
Protestanların, kendi yolunu çizmesinden sonra ortalık, her dildeki
Kitab-ı Mukaddes tercümelerinden geçilmez oldu. Bu da, herkesin kendi kapasitesi ve anlamasına göre amel etmesine ve birliğin bozulmasına neden oldu. Yani temelde, meal denilen tercümeleri okuma ve bunlardan anladığına göre amel etme sevdası bariz bir şekilde Hristiyanlık kokuyor.
Kur'an-ı kerimi anlamak ve öğrenmek isteyen kimse, eski alimlerin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır. Çünki bu din alimlerinin kitapları, Kur'an- ı kerimden ve hadislerden alınmış ve yazılmıştır. Salih
Müslümanların, seneler süren yıpratıcı uğraşıları neticesinde hazırladıkları
ilmihal ve din kitapları, zaten geniş kapsamlı ve derin birer meal ve
tefsirdir.
Eğer herkes, Kur'an-ı kerimi doğru olarak anlasaydı, İslam Alemi bu kadar parçalanabilir miydi? Her kafasına göre takılan, yanlış anladığı için bu kadar çok abuk-subuk yol yok mu?