Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

3 Ocak 2021 Pazar

Tarihçilerle Yıldızı Barışmayan Soy: Emeviler ve Emevi Halifeleri

 

     Hulefa-i Raşidin olarak bilinen dönem, "İslamiyet değirmeni 35 veya 37 sene devam edecektir" hadisinin işaret ettiği zamanın 30 senesi ile tamamlandıktan sonra (Hz. Hasan'ın birkaç ay süren halifeliği de dahil), geriye kalan beş veya yedi yıllık dilimi, Hz. Muaviye'nin hilafeti ile nihayet buldu. Emevi veya Beni Ümeyye soyunun iktidarı da, bundan sonra başlar. 

     Hz. Ali ve Hz. Hasan'ın hilafetleri zamanında da, azledilmeden Şam valiliğine devam eden ve Hz. Hasan'ın gönül rızası ile halifeliği kendisine bırakması akabinde, Hz. Muaviye'nin idaresi ile başlayan dönem. hicretin 41. senesinde, islam topraklarında bulunanların rızasıyla halife oldu. Bu seneye "âm-ül cemaa" denir bu sebeple. Peygamber efendimizin işaretleri, bilhassa da "Ya rabbi, Muaviye'yi her yerde hakim et" duasının bereketi ile fütühatı, hemen kaldığı yerden devam ettirdi. Afrika içlerinden Buhara'ya, Yemen'den İstanbul'a kadar, İslam askeri her yere yayıldı. Çin'de çok çetin muharebeler yaşandı. Kıbrıs'ın fethine bizzat katıldı.

en geniş döneminde
Emevi İmparatorluğu

     Yönetimi altındaki halkın refah seviyesinin yükselmesi için birçok atılım yaptı. "Sosyal devlet" olarak şimdilerde bilinen kavramın içini dolduran ilklerden birisi idi. Şehirlerarası posta teşkilatı ve birçok ictimai müessese onun zamanında temellendirildi. Hz. Osman'ın şehadeti ile birlikte yaşanan çalkantılı devrin akabinde, islam devletinin tam olarak tesis edildiği bir zaman dilimi oldu.


    Hz. Muaviye hilmi ve sabrı ile meşhurdu. Batı demokrasilerine hayran olanlar için bir de not düşelim: Bir gün huzuruna birisi gelip, çok çirkin ve ağır sözler söylemesine rağmen, hiç cevap vermedi. "Bu sözlere de mi sabredeceksiniz" diye sorulunca; "Biz, mülkümüze saldırmayanların sözüne ilişmeyiz" şeklinde cevap vermiştir. Vefatından sonra gelen halifeler de şu şekilde:

     2. Yezid bin Muaviye: Kendisi hakkkında geniş malumat vermiştik zaten.

     3. Muaviye bin Yezid: Çok dindar ve muttaki olduğu için, halife olur olmaz hilafetten affını istedi ve ibadet ile meşgul oldu.

     4. Mervan bin Hakem: II. Muaviye'nin iktidardan çekilmesiyle, devlette hakim olan soyda bir kayma yaşandı. Hz. Muaviye'nin babası Hz. Ebu Sufyan bin Harb'in amcasının büyük torunu, Mervan halife oldu. Bir yıl civarında halifelik yaptı. Zalimdi, siyasi hayatı karışık ve karanlıktı fakat diğer yandan da fakih ve alim birisiydi.

     5. Abdülmelik bin Mervan: En uzun süre hilafet yapandır. Meşhur Haccac bin Yusuf Sekafi bunun komutanlarından birisiydi. Kabe'nin bir duvarını yıktırıp, Hacer-ül esved taşını eski yerine koydurdu. Ehl-i beytten Zeynelabidin Ali bin Hüseyin'i kelepçeletmiş ve başına bekçi koymuştu. Bu işlere kalkışırken, bir yandan da Kudüs ve Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa ediyordu. Meşhur komutan Mesleme bunun oğludur. Minarelerden ezan okunması da, yine bu halifenin zamanına denk gelir. Fıkıh alimiydi. İsyan eden "kadrolu asi" Muhtar-ı Sekafi'yi öldürmekle, çok büyük hizmeti oldu.

     6. Velid bin Abdülmelik: Mescid-i Nebevi'yi genişletti. Kardeşi Mesleme'yi Anadolu seferine gönderdi. Bu ordu İstanbul'a kadar geldi. Diğer kardeşi Süleyman da deniz yoluyla buraya ulaştı. Arap Cami bu zamanda yapıldı. Şam'daki meşhur Emevi Camii'ni (Ümeyye Cami) yaptırdı. İyilik yapmayı severdi. İlk defa olarak imaret ve hastane, onun zamanında yapılmıştır. EndülüsSemerkant, Ankara gibi yerler, yine onun hilafetinde alındı. Ünlü Kuteybe bin Müslim onun komutanlarındandı. Türklerin İslam dini ile geniş çapta ilk karşılaşmasıydı. Kuteybe, Buhara'yı Türklerden barış yoluyla aldı. Anlı şanlı kumandan Tarık bin Ziyad'ın Endülüs'ün kapılarını açması da, yine Velid iktidarında vuku buldu.

Şam'da Ümeyye Camii

     7. Süleyman bin Abdülmelik: Alim ve hayırsever birisi olarak, adil olmaya dikkat ederdi.

     8. Ömer bin Abdülaziz: Mervan bin Hakem'in torunu. Annesi tarafında soyu Hz. Ömer'e ulaşır. Zaten lakabı da İkinci Ömer idi. Amcası oğlu Süleyman vefat edince, onun yerine, hicri 99 yılında halife oldu. Hz. Muaviye'nin vefatı sonrası, hutbelerde ehl-i beyte lanet okutulması çirkin işini hemen kaldırdı. Daha 41 yaşındayken, kölesi tarafından zehirlendi.

     9. Yezid bin Abdülmelik: Önceleri nefsine düşkün iken, halife olunca tövbe etti edip adalet üzere bulunmaya gayret etti.

     10. Hişam bin Abdülmelik: İyilik etmeye ve adil davranmaya çalıştı. Hz. Hüseyin'in torunu, Zeyd bin Zeynelabidin Kufelilerin tahrikiyle orada halifeliğini ilan edince, Irak valisi Yusuf bin Amir'in ordusu ile çarpıştı. Tabi kaypak, çapulcu ve yalancı Kufeliler, tıpkı Kerbela'da yaptıkları gibi, yine Ehl-i beyte ihanet etti ve bu zat şehit oldu.

     11. Velid bin Yezid: Bir sene kadar iktidarda kaldıktan sonra, Kur'an-ı Kerim okurken öldürüldü.

     12. Yezid bin Velid: Dinine bağlı birisiydi.

     13. İbrahim bin Velid: Sadece 70 gün halifelik yaptı. O zaman dilimi de, Mervan bin Muhammed ile mücadelede geçti.

     14. Mervan bin Muhammed bin Mervan: Cesur, akıllı ve istidatlı bir idareci idi. Hariciler ile savaştı. Abbasi hücumunda mağlup olup öldürüldü. Son Emevi hükümdarı olarak tarihe geçti. Böylelikle, aşağı-yukarı bir insan ömrü kadar sürmesine rağmen, muhteşem başarılar kazanmış lakin tarihçilerin lanetinden kurtulamayıp, çoğu zaman şerle yad edilen bir imparatorluk, neredeyse tüm soyu katledilmek suretiyle son buldu. 

     Genel ve tarafsız olarak bakıldığında, Emeviler devrine bakılınca, şunlar öne çıkıyor: İslam Devletinin toprakları, çok kısa sürede inanılmaz derecede artıyor. Her tür zihniyetten insan ya Müslüman oluyor ya da Dar-ül İslam'da yaşamayı kabul ediyor. Kimi gönüllü kimi gönülsüz. Gelenler, her türden inancını birlikte getiriyor. Bir yandan hadisler tasnif ediliyor, diğer yandan tabiinden gençler, cihat etmekten oturmaya fırsatı dahi olmayan eshab-ı kiramdan, dinin tüm hükümlerini alıp kitaplara geçirmeye çalışılıyor. İmam-ı azam Ebu Hanife gibi bir zat yetişiyor.

     Bunlar olurken de, her fırsatta ayaklanmaya çalışan Şii ve Harici gruplar, istikrarı bozmaya gayret ediyor. Ehl-i beyti sürekli tahrik edenler çoğalıyor. Kerbela Vakası yaşanıyor ve dahası, buna benzer daha bir yığın planlar yapılıyor. Bir sürü sapık dini grup meydana çıkarken, kendilerine taraftar bulmaya gayret ediyor. Daha da ötesi; Abdullah bin Zübeyr gibi bir yiğit çıkmış, Mekke'de halifeliğini ilan ediyor. Şimdi, böyle bir ortamda iktidar olanların, her ne kadar adil ve dengeli olmaya çalışsa da, ortayı tutturması hakikaten zor bir hadise. Ubeydullah bin Ziyad ve Haccac gibi komutanlarınız ile valileriniz var ve ordular hem içeride hem dışarıda devamlı faaliyette.

     Tabi Beni Ümeyye'nin hükümranlığında geçen bir asırdan az zaman dilimi, bilhassa Abbasi tarihçilerinin, yönetimi yeni ele alanlara yaranmak ve paye kapmak için karaladıkları yalan yanlış bilgiler vesilesiyle, sonra gelen nesillere önyargılı ve bazen gerçeğin tam tersi şeklinde aktarıldı. Zararlı dini grupların, kasten uydurdukları yalanlar da eklenince, bu muazzam imparatorluk, "tu kaka" oldu. 

     Ehl-i beyte düşman oldukları, bu yalanlardan en büyüğü elbette. Oysa dikkatle irdelenildiğinde, devlet - Ehl-i beyt düşmanlığı olarak sunulan şey, tamamen devletin güvenliğini sağlamaya yönelik siyasi hamlelerdi.Yani, Ehl-i beytin önde gelenlerini sürekli kışkırtmaya çalışan gruplar (özellikle Kufeliler) isyan etme ve istikrarı bozma girişimlerinde bulunmasa, günümüze kadar gelen acı hadiseler hiç yaşanmayacaktı.

     Emevi iktidarının "Arap milliyetçisi" olduğu iddiası, kavmiyetçilik davası güttüğü de kocaman bir yalandır. Bu devletin çatısı altında bulunan ve herhangi bir makamda görev almak isteyende aranan şeyler arasında, Arap olmak veya Ümeyye soyunda bulunmak gibi kayırmacılık alameti olan hususlar istenmesi bir yana, liyakat sahibi ve ibadetlerini yerine getiren vali, kumandan ve idarecilerin bu mevkilere getirildiği aşikardır. 

     Türk kamuoyuna, bozuk çevreler tarafından sokulan; Emevilerin "Türk düşmanı" olduğu iddiası da gerçekle pek örtüşmüyor. Talkan Katliamı gibi, Emevi ordularının bilhassa Kuteybe komutasında, Türkleri çoluk-çocuk demeden, adeta omuz üstünde baş bırakmamacasına katlettikleri söylentileri, tarihi veriler ile örtüşmüyor. Hatta Buhara'nın sulh ile, o zamanki Türklerden alındığı biliniyor. 

     Bütün buradan varılabilecek en mühim netice şudur esasında; Emevi halifelerinin hiçbirisi din düşmanı değildi. Din düşmanı olmak şöyle dursun, dini değiştirmeye dahi çalışmadılar. Din sahasına hiç müdahale etmedikleri için esasında, Ehl-i sünnet itikadı olduğu gibi kitaplara geçirildi. Bu zaman dilimi, Eshab-ı kiramın tabiin ile tabiinin de tebe-i tabiin ile karışması, en ufak dini detayların dahi kayıt altına alınması, Peygamber Efendimizin hayatının en ince şekilde öğrenilmesi zeminine ev sahipliği yaptı. Devlet de, bunların hiçbirisinde herhangi bir yönlendirmede bulunmadı.

     Evet, bu idareciler arasında zalim, fasık ve haddi aşanları vardı. Ancak bunlar dahi, devlete isyan eden ve fitne fesat peşinde koşanları sert şekillerde cezalandırmak için uğraştı.



24 Kasım 2020 Salı

Yabancı Yapımlardaki "Türk" Algısını Yıkan Karakter; Ayaz Kobanbay


     Film ve dizi sektörüne aşinalığı olan hemen herkesin rahatlıkla katılacağı bir durum var ki, o da Türkler ve Türk tipini canlandıran karakterlerin, yabancı film ve dizilerde genelde pek itibar görmediği gerçeğidir. Varsa da ya figürandır ve esere pek bir katkısı olmaz ya da kötü karakterdir veya en azından karanlık taraftadır. Birkaç sahnesi veya tamamı Türkiye'de geçen filmlerde ise, bilindiği üzere ülkemiz, genelde pek de parlak bir biçimde tanıtılmaz. Dolayısıyla bu tür yapımları seyredenler, genelde Türk ve Türkiye ile alakalı müspet bir izlenim almazlar... Daha doğrusu aldırılmazlar. 

     Ancak 2020 yılının COVID-19 kısıtlamalarına denk gelen Mayıs ayında, Netflix denilen yayın platformunda gösterime giren bir dizi, Türk imajını bambaşka yerlere taşıdı. "Into The Night" (Gecenin İçinde) dizisini kısaca ve tanımak gerekirse eğer (konuyu ve olayları anlatmakta herhangi bir beis yok çünki hem konu ters yatırmalı bir bilmece değil hem de heyecanından bir şey kaybettirmiyor): Rayından çıkan güneşin radyasyonlu şuaları, önüne gelen her şeyi yok oluşa sürüklerken, bunu haber alan bir avuç insan, geceleri bir uçakta sürekli batıya doğru gitmek zorundadır. Çünki güneşin doğması, hepsinin anında ölümü anlamına geliyor. Ancak uçak, kelimenin tam manasıyla bir Birleşmiş Milletler karmasıdır, zira Fransızından Faslısına, Rusundan Türküne kadar birçok ırk, başrollerde olduğu kadar, yan rollerde de temsil edilmekte. Ve haliyle tüm bu ırklar, helak olmanın eşiğinde, aynı tayyarenin içinde olunca, diziyi birkaç bölüm devam ettirecek bolca malzeme çıkıyor.
Into the Night dizisinin posteri
Ayaz Kobanbay dördüncü
     
     Dizinin baş mimarı Jason George diye, birkaç tane daha Türk dizisinde katkısı bulunan bir yapımcı. iki yönetmen de Belçikalı Inti Calfat ve Dirk Verheye (keza dizi de Belçika yapımı olarak geçer). Bir yığın karakter var lakin konumuz, dizi ve içindeki diğer ırklardan ziyade, Into The Night dizisinin Türk kahramanı; Ayaz Kobanbay (tabi söylenecekler birinci sezon için cari, sonradan raydan çıkarsa o ayrı).

     Evvela şöyle başlamak lazım sanırım; yabancıların yaptığı, şimdiye kadar izlediğim ya da bir vesileyle duyduğum eserlerdeki en iyi tasvir edilmiş "Türk" karakteri bu. "Ayaz" aslında alışılagelmiş bir Türk adı değil fakat eski bir Türkçe kelimedir (Ayaz veya Ayas). Bu rolde, Almanya doğumlu ve daha çok yönetmen Fatih Akın'ın filmlerinden tanıdığımız, Mehmet Kurtuluş var. Kurtuluş'un buradaki performansı gerçekten parlaktır ve teknik olarak üst düzey sayılabilecek bir diziyi, başarılı bir şekilde götüren dört-beş ön karakterden biri ve belki de en dikkat çekici olanıdır. Yani, Leh, Belçikalı ve hatta Bulgar yapımcı, senarist ve yönetmenlerin idaresindeki bir yapımda, "Türk" tiplemesine bu kadar kredi verilmesi gerçekten takdire şayan. Bu diziyi izleyip de, ön yargısı ve kompleksi olmayan bir yabancının, Ayaz Kobanbay'dan müspet olarak etkilenmemesi mümkün değil. Hele de temsil ettiği zihniyeti hesaba katacak olursak... Ki şimdi esas olarak o mevzuya gelelim:
Mehmet Kurtuluş, Ayaz rolünde

     Ayaz Kobanbay, dediğimiz gibi, diziyi sürükleyen baş karakterlerden birisi ve Türk olduğu vurgusu hiç saklanmadan, doğrudan veriliyor. Kendisi ana dilinin yanında, rahat şekilde Almanca, Fransızca ve İngilizce konuşabilen birisi ve değişiklilere süratle intibak etmesi neticesinde, belki de dünya üzerinde hayatta kalan ve kalma umudu olan birkaç insanın arasında yerini almıştır. Bir kere Ayaz, bir Türk milliyetçisi ve muhafazakar bir Anadolu çocuğudur. Rollerin tanıtıldığı anlardan birisinde, kendisine aşağılayıcı bir şekilde "Arap" diye hitap edilmesini hazmedemiyor. Aynı dinden dahi olsa, son yüzyılda iyice kirlenen Arap imajını kabul etmiyor. Bunu da zorunlu olarak belirtmek çabasında giriyor, haklı olarak. Muhafazakar dedikse, piyasadaki ortalamanın üstünde bir muhafazakarlıktan bahsediyoruz. Osmanlı mirasına sahip çıkmakla birlikte, ülkesi için yapmayacağı şey yok gibidir. Son Halife Sultan Vahideddin'in kıymetli taşların ele geçirmek için operasyon yapması bunlardan birisidir (taş olayı gerçek mi değil mi mühim değil tabi). Cenaze defin ve tekfin işlerinden şöyle yada böyle anlar. Merhametli ve affedicidir. Dizinin en can alıcı yerlerinden birisi, sert, inatçı ve cahil bir Hristiyan olan "Rik" denilen Belçikalıyı affetmesi olmuştur. Ancak yeri geldi mi, sert çıkmaktan geri durmaz, gözünü budaktan esirgemez, hakkı söyler. Fedakardır, kendisi yardıma muhtaç olduğu halde, bir masumu kucağına alıp kilometrelerce, başa kakmadan hatta gıkını dahi çıkarmadan taşır.
Ayaz ve diğer karakterler

     Kendisine isnat edilen kötü taraflar da yok değil; kadın satıcılığı ve kaçakçılık. Kaçakçılık dedikleri şeyin, menfi manasını kabartacak bir vaziyet olmadığı az çok belli oluyor. Genelev işletmeciliği konusu ise, muhtemelen ülkesinin çıkarları için gizli şekilde görev alırken, kılıf olarak kullandığı bir organizasyon olarak algılanabilir. Kaldı ki, onun ile alakalı en güzel enstantane, dikkatle bakıldığında, Red Light District'te malum kadınların önünden geçerken, gözlerini başka tarafa çevirmesi ve bu halde bulunmaktan memnun olmadığını hassaten belirtmesidir. 

     Hülasa, hatasıyla sevabıyla kendisini vatanına adamış bir karakter olarak, şunu rahatlıkla belirtebiliriz; bu karakterin Osmanlı'daki karşılığı "akıncı"dır. Biraz daha yakın tarihten örnek verecek olursak da; kendisi 21. yüzyıl Abdullah Çatlısı'dır .

5 Ağustos 2020 Çarşamba

Central Park Beşlisi Olayı


     Amerika'daki "Central Park" isimli yeşillik alanı hiç görmedik ama uzaktan dahi devasa, sık ağaçlı ve hoş görünüyor. Wikipedia'ya bakılırsa, içinde 260 bin ağaç varmış. Ancak konumuz tabi ki Central Park'ın bitki örtüsü ve kapladığı alan değil, 19 Nisan 1989 tarihinin akşam saatlerinde, orada cereyan eden ve senelerce konuşulan bir olay.

     Birleşik Devletlerdeki ırkçılığın birkaç ayağına bakmıştık. Bunların en son halkalarından birisi, Central Park Beşlisi, Central Park Olayı ve Central Park Jogger Davası olarak bilinen hadise oldu. "Beşli" denilmesine sebep, beş siyahi gencin olaylara karışma olma ihtimalinden dolayıdır. İhtimal denildi ancak olayların büyük bir cadı avı olduğu sonradan anlaşıldı.

     Amerika topraklarındaki ırkçılıktan bahsederken, daha evvel zikrettiğimiz vak'aların son bir halkası
beyazın boyunduruğu
altındaki siyah
olarak, 2020'nin Mayısında Minneapolis'te (Minnesota Eyaleti) acı bir örnek daha yaşandı. Kırk altı yaşındaki, George Floyd adlı bir Afroamerikalı, beyaz bir polisin dizini, Floyd'un boynuna tam tamına sekiz dakika kırk altı saniye bastırması neticesinde orada öldü. Uyuşturucu ve yüz kızartıcı suçlar sicili olan adamın, polisin acımasız ve aşırı uzun baskısı ile ölümü ve son nefeslerinde "I can't breathe" (nefes alamıyorum) haykırışlarının an be an kameralara kaydedilmesi, ABD'deki siyahların büyük tepkisi ve sağı solu yağmaya kadar varan eylemleri ile protesto edildi (ve hala da ediliyor). 

     Daha evvel Detroit Ayaklanması ve Muhammed Ali - Malcolm X - Elijah Muhammed ekseninde yaşanan ırk temelli baskı, ayaklanma ve başkaldırışlara değinmiştik. Şimdi kısaca Central Park hadisesine de bakalım:

     19 Nisan 1989'da Central Park'ta, mutadı olduğu üzere, akşam saat dolaylarında koşusuna başlayan Patricia (Trisha) Meili, bir süre sonra tecavüze uğrar ve feci şekilde dövülür. Gece yarısından çok sonra bulunduğunda, kan ve çamur içinde ölmek üzeredir. 12 gün komada kalan ve başına aldığı darbeden hafıza kaybı yaşayan kadıncağız, olayla alakalı hiçbir şeyi hatırlamadığından, soruşturmaya faydası olmaz. 

olay gecesi ağır yaralanan ve yaşananlarla alakalı
hiçbir şey hatırlamayan Trisha Meili


     Şimdi gelelim işin en çetrefilli kısmına: Aynı akşam yine saat dokuz civarlarında, Harlem tarafından Central Park'a, 30 kişiyi aşan genç siyahlardan oluşan bir grup giriş yapar. Birbirlerinden destek alan bu delikanlılardan bazıları, o sırada parkta bulunan insanların bir kısmına sataşır, hatta saldırır ve onları soymaya kalkışır. Polis telsizlerine yaşananlar düşmeye başlayınca, kolluk kuvvetleri duruma el koymaya çalışır ve parktaki siyah gençlerden yakaladıklarını derdest etmekle uğraşırken, yaşadığı ağır saldırı neticesinde ölmek üzere olan Trisha Meili bulunur. Bu noktadan sonra polis, önlerine her gelen siyahiyi polis merkezlerine götürmekle meşguldür. Bu şekilde 20'ye yakın zenci genç alıkonuldu. 

     Ölmek üzere olan kadını o hale getirenleri hemen içeriye tıkma telaşı esnasında, gecenin ilerleyen saatlerinde, korkudan ödleri kopan ve çelişkili hatta birbirlerini suçlayıcı ifadeler veren gençlerin içinden ihale; Yusef Salaam, Raymond Santana, Korey Wise, Kevin Richardson ve Antron McCray isimli gençlere çıktı. "Genç" diyoruz ancak bunlar çocuk sayılabilecek çağdaydı, zira yaşları 14-16 arasındaydı. Bir kadının tecavüz edilip ölesiye dövülmesinin akabinde, esas zanlı olarak, yedi-sekiz saat boyunca, bağırıp söven polislerin karşısında sorguya çekildiğinizi (Avukat falan da yok tabi ortada), sonra da yazılı ifade verdiğinizi düşünün şimdi... Bırakın çocuğu, aklı başında sakin bir yetişkin bile başa çıkamaz. 
apar topar sorguya çekilip
sonradan masum oldukları ortaya çıkan gençler

     Kolluk kuvvetlerinin usulsüzlükleri bunlarla da bitmedi. Birkaç gün içinde isimleri basına sızdı ve çocuklar açıktan medyanın ve haliyle kamuoyunun hedefi haline geldi, aileleri tehdit edildi. Hatta halen ABD başkanı olan Donald Trump, o sırada televizyonda fazlaca bu olayın üstüne giderek ve gazetelere sayfalarca ilan vererek, idam çığırtkanlığı yaptı. Trump ve bazı çevrelerin ısrarla bu olayın üstüne giderken, açık bir şekilde çocuklara karşı saf tutmaları, tüm süreci de etkiliyordu haliyle. 
Trump'ın tam sayfa "idam" ilanı

       Çelişkili ifadelerden en dikkat çeken durum, çocuklardan hiçbirisinin doğrudan tecavüz ettiğini kabul etmemek ile birlikte, yardımcı olduklarını ve diğerlerinin tecavüz ettiğini iddia etmeleri idi. Filhakika, itiraflarının kayda alınmasını takip eden haftalarda, gençlerin hepsi, kendilerden zorla ve ağır baskı altında ifade alındığını ve "itiraf" gibi görünen kayıtların tamamen gerçek dışı olduğunu dillendirmeye başladı. DNA karşılaştırması da, hiçbir genç ile uyuşmuyordu üstelik.
delikanlıları içeri tıkmak için elinden 
gelen tüm gayreti gösteren kadınlardan biri

     Bu hengame ve belirsizlik sürerken, mahkeme safhası devreye girdi. Şimdilerde aktif çalışma hayatında olsa, "İstanbul Sözleşmesi" denilen ucube şeyin ateşli savunucusu olması muhakkak olan Elizabeth Lederer ve Linda Faistein'in, çocukları parmaklık ardında görme konusundaki "azmi" karşılık buldu ve çocuklar, o yaştakilerin alabileceği azami cezaya çarptırıldı. Neticede o beş genç şu cezaları aldı:

    Antron McCray, Raymond Santana ve Yusef Salaam: 1990-96 arasında altı sene çocuk cezaevlerinde yattı.

     Kevin Richardson: 1990-97 arasında çocuk cezaevinde kaldı.

     Korey Wise: En yüksek cezaya çarptırılan genç oldu. İçlerindeki en yaşlısıydı (16). Cinsel saldırı ve isyana katılma suçlarından, toplamda 13 sene çeşitli yetişkin hapishanelerinde kaldı. Ancak hani, "kaderin cilvesi" derler ya, Wise içerideyken, esas fail olarak sonradan itirafta bulunan Matias Reyes ile karşılaştı (When They See Us ismiyle yayına giren dört bölümlük mini dizide, bu karşılaşma dramatik bir şekilde anlatılıyordu).
 
sonradan itiraf eden Matias Reyes

     Matias Reyes isimli kişinin olayı itiraf etmesi sonrasında, DNA testleri falan neticesinde de, olayı Reyes'in işlediği kesinleşince, davanın seyri tamamen değişti. 2002'de beş gence yönelik suçlamalar düşürüldü. Siyah vatandaşlar sokaklara indi tabiatıyla. Gençlerin avukatları ve kamuoyunun desteğiyle, bu sefer onlar dava açtı ve 40 milyon dolarlık tazminat kazandılar.

     Çocuk yaşta yaşadıkları travmayı atlatıp atlatamadıkları bilinmez ama tüm bu olup bitenin ardından tek bir soru geliyor akla: Şayet o gece Central Park'ta bulunan ve zanlı olarak yakalananlar, "beyaz" ırktan olsaydı, davanın seyri ne nasıl olurdu ve daha da önemlisi, zanlı diye derdest edilenler bu kadar baskı görür, bu kadar ciddi cezalara çarptırılırlar mıydı?
dizinin yönetmeni, suçsuz yere
hapse giren beşli ile bir arada

     2019 yapımı "When They See Us", siyah bir yönetmen olan Ava DuVernay, yaşananlar tekrar gündeme geldi ve dört bölümlük dizi genelde başarılı bulunurken, delikanlılarla çok uğraşan Linda Faistein ve bir takım çevrele rahatsız oldu. Eserin çok fazla ırk temelli olduğu ve bazı kısımların çok abartılı verildiği iddia edildi. Ancak neticede, bu hadise de, tıpkı daha evvelki ve ne yazık ki, sonrakileriyle, Amerikan tarihine kara leke olarak geçti.