Sosyalizm
fikriyatının 20 yüzyıl başlarında bir devletin resmi ideolojisi
olması ile birlikte, uluslararası dengeler ve ilişkiler tamamen
değişti. Avrupa’dan Japonya’ya kadar uzanan devasa Rus
topraklarının, 1. Dünya Savaşı hengamesinde Bolşevik İhtilaline
boyun eğmesinin en belirgin neticesi bu olmuştu. Kapitalizmin hem
de vahşisini yaşayan batıya mukabil, süslü söz ve vaatlerle
üzeri örtülmüş yalanların hakim olduğu Sosyalist-Komünist
doğu bloku yükseldi.
Bu
Sosyalist-Komünist doğunun en üstünde durduğu şeylerden birisi,
propaganda idi. Marksist-Leninist öğretiyi yerleştirmek ve
kaçınılmaz olarak dünyaya yaymak, yeni yeni müttefikler bulmak
için, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bunun üstünde
ehemmiyetle duruyordu. Bunu kuvvetlendirmek adına da, karşısına
çıkan fırsatları kaçırmıyordu. Bu fırsatlardan birisi, siyah
renkli insanlara bilhassa Amerika Birleşik Devletlerinde yapılagelen
muamele idi. Köleliğin kaldırılmasının üzerinden bir asırlık
bir sürenin geçiyor olmasına rağmen, cilt rengi farklı insanlara
uygulanan ayrımcılık, tam da Sovyetlerin istediği cinstendi. Zira
pompalamak istedikleri algı çok basit ama bir o kadar da vurucuydu;
“Kapitalist dünya insanlara renklerine göre yaklaşır, eğer
siyahsan ikinci sınıf vatandaşsındır.... Sosyalizm çok güzel,
gelsene!”
Sosyalist Rusya’nın
siyahlara yaklaşımı ve bunu propaganda malzemesi olarak kullanmaya
başlaması, ihtilalin hemen arkasından başlar. Zencilerin bariz
bir şekilde öne çıkarıldığı afiş ve posterler, daha
1920’lerde görülmektedir. Sovyetler-ABD propaganda atışmasının
kilometre taşlarından olması hasebiyle şu anekdotu aktarmakta
fayda var: Giderek artan Sovyet propagandası karşsında
Amerikalılar, SSCB'deki insan haklarına dikkatleri çekmek
isterken, Ruslardan şöyle bir cevap almışlardır; “Siz de
zencileri linç ediyorsunuz!” (bu kalıp, özellikle Stalin
zamanında çok kullanılırmış)
Amerikalı siyah
elitlerin Sovyetlerin propagandasından etkilenmesi bir tarafa, 1919
yılında Chigaco’da tesis edilen “Amerikan Komünist Partisi”,
Afrikalı-Amerikalıların adeta sığınağı olmuştu. Zira parti,
özellikle çalışan siyahların haklarını koruma konusunda cesur
adımlar atıyordu (ilk kuruluşunda hemen hemen hiçbir siyahın
teşkilatta olmadığını belirtmiş olalım). Amerikalı siyahların
o dönem en etkin isimlerinden Otto Huiswoud ve Claude McKay,
Bolşevik İhtilalin hemen akabinde, Komünist Enternasyonalin 4.
Dünya Kongresi vesilesiyle soluğu Moskova'da almış, bu
ziyaretlerinden çok etkilendiklerini belirtmişlerdir. Ancak bu
kongreden evvel, özellikle “Jim Crow Kanunları” altında
kırılan siyahlara yönelik propaganda için, Bolşevik rejim 300
bin dolarlık bir bütçe bile ayırmıştı.
ABD'yi 1929'da
etkisi altına alan Büyük Ekonomik Buhran da, Ruslar için
fırsattı. Sovyet yönetimi, ekonomisi bozulan Amerika'da daha da
ezilen zencileri, yaşamak ve çalışmak üzere kendi ülkelerine
davet etti. Bu davete sadece birkaç yüz siyahın icabet ettiği
biliniyor. Yine aynı zamanlarda, ırkçılık ve zenofobiyi anlatan
bir film yapma projesi çerçevesinde, ABD'den siyah sanatçılar
çağrıldı. “Black and White” (Chernoe i Beloe) adı ile ve büyük umutlarla
gösterilmek istenen film projesi, hayata geçirilemedi (Harlem
Rönesansının önde gelen isimlerinden meşhur şair Langston
Hughes de projedeydi). Soğuk Savaşın ilerleyen yıllarında da,
Sovyetler bir bahane ile, Amerika'daki her ırkçı olayı propaganda
malzemesi olarak kullanmaya devam etti. Bunlar bir diğeri de, 1931
yılında trende iki tane beyaz kadına tecavüz ettikleri iddiası
ile, idama mahkum edilen 9 zenci çocuğun karıştığı, senelerdir
tartışılagelen “Scottsboro Boys” olayı idi.
"Şu zinciri al biraz da sen taşı!" |
SSCB’nin
bu ilk hamlesinden sonra, zulmü ve kan dökücülüğü ile dillere
destan olan Stalin zamanında ülke tam manasıyla üstü açık
hapishaneye dönüşürken, siyahlara yönelik propaganda 50’lerin
sonunda tekrar hız kazandı çünki Afrikada’da, ülkelerin yer
altı ve üstü ne varsa her şeyini sömüren Batı devletleri,
teker teker kovulmaya başlanmıştı. Nikita Kruşçev idaresindeki
Sovyetler Birliği için bu da başka bir çıkar kapısı olabilirdi. Ayaklanma
halindeki yerlere silah yardımının yanı sıra, Afrikalı gençler
Rusya’da eğitime gidip, Sosyalizmi yerinde müşahede ediyordu.
Namibya, Kongo, Angola, Cezayir, Mozambik, Mısır bu ilişkide daha
öne çıkarken, Moskova’da tedrisattan geçen gençler, sonradan
hükumetlerde etkin vazife alıyordu.
"Moskova'ya gelin!" |
Üçüncü Dünya ülkeleri ile ilişkileri kuvvetlendirmek, pekiştirmek adına 1960 yılında Moskova'da, “Rusya Halkların Dostluğu Üniversitesi” kuruldu. 1961 başında, Kongo'nun bağımsızlığı ve Belçika sömürgesi olmaktan çıkması için mücadele veren Patrice Lumumba'nın öldürülmesi akabinde, onun adını yaşatmak için üniversiteye ismi verildi. Aslında üniversitenin kurulmasının gayesi belliydi; Soğuk Savaşın şiddetlendiği uluslararası sahada, Afrikalı gençleri Sosyalizme uygun olarak yetiştirip, onları kendi devletlerinde, çeşitli yönetici kademelerine getirmek. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Namibya eski cumhurbaşkanları başta olmak üzere, birçok Afrika ve hatta Orta Amerika ülkelerinin en üst düzey siyasetçileri buradan mezun olduğuna göre, bu gayeye kısmen de olsa ulaşılmış olduğu meydandadır (çılgın Fidel Castro ise doğrudan 300 bin asker göndermişti Afrika'ya yardım olarak, o da başka mesele). Halen Filistin Devlet Başkanı olan Mahmud Abbas da, bu üniversitenin tedrisinden geçmiştir.
"Afrika mücadele ediyor!" |
Ancak Sosyalizm
akımının ömrü, dünya genelinde fazla olmadı ve 70 senede
pili bitti. Bunun çökmesiyle, Rusların pek de öylesine zenci
hayranı olmadığı, hepsinin zorlama bir devlet politikası olduğu
da ortaya çıktı. Zira Rusya'daki zenofobik saldırılar, 90'lardan
sonra arttı. Hatta yapılan araştırmalar, son senelerde yükselişte
olduğuna işaret ediyor. Bunda mülteci akınlarının hemen her
yerde artması baş sebep olarak belirtilebilir ise de, normal
şartlar altında zaten yabancı düşmanlığı Ruslar arasında
yaygın. Batının uyguladığı ambargonun, milliyetçiliği
körüklediği de aşikar. Bu bağlamda, çeşitli Rus şehirlerinde
okumaya gelen siyah renkli talebelerin birçoğu, hava karardıktan
sonra, bilhassa ıssız yerlerde olmamaya dikkat ettiklerini
belirtiyorlar. Bu da demek oluyor ki, Sovyet idaresinin yaptığı
veya yapmaya çalıştığı propaganda, sadece bir göz boyama
girişiminden ibaret olup, halk tabanında ciddi bir karşılık
bulabilmiş değildir.