Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

14 Ekim 2012 Pazar

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - 3



     Endonezya: En kalabalık müslüman nüfusa sahip ülke. Ortadoğu'ya ve genel İslam nüfusun yoğun olduğu bölgelere ve etrafında cereyan eden yenilikçi akımlara uzak olduğundan (internet çıkmadan evvel tabi) eskiden kalma Sünni geleneği devam ettirmişlerdir. Yerel gelenek göreneklerle harmanlanmış bu anlayış, dünyayı kocaman bir köy haline getiren ve "internet" denilen bir iletişim ve etkileşim mekanizmasından sonra kendini ne kadar muhafaza edebilir o ayrı konu!
 
   Nijerya: Afrika'nın en kalabalık islam nüfusuna sahip ülkesidir. Buna rağmen genel nüfusun ancak yarısını oluştururlar. Ülkede zaman zaman Müslüman ve Hristiyan nüfus arasında çatışmalar çıkar ve her iki taraftan da çok zayiat verilir. Tabi bu çatışmalar, dini etkenlerden olduğu kadar, ülkenin çok kabileli yapısından da kaynaklanır. Selefi gruplar, tıpkı Afrika'nın tamamında olduğu gibi, burada da etkinliğini giderek artırıyor.

     Irak: Tam bir keşmekeş, tam bir curcuna, tam bir dinler ve milletler bahçesi! Öyle bir ülke düşünün ki, neredeyse dünyanın ortasında, neredeyse insanoğlunun dünyadaki yaşantısına başladığı yerde. Sünniler, Şiiler, Yezidiler, Kürtler, Araplar, Türkmenler, Süryaniler, Dürziler, Sâbiiler, Keldaniler, Şabaklar, Bataklık Arapları vs. Her türlü din, her türlü azınlık, her türlü etnik grup ve çoğu da birbirine düşman. Böyle bir ortamda, bırakın siyasi istikrarı, ülke toparlamak bile zor.

     Irak'ta, hem sayı olarak hem de etkinlik olarak Şiiler üstün. Her ne kadar Bağdat gibi, Sünni İslam'ın kalelerinden birini barındırsa da, Necef gibi de Şiiler'in akın akın gittiği ve kutsal kabul ettiği bir yer var. Özellikle Amerikan kuvvetlerinin bölgeye gelmesinden sonra, Selefi-Vahhabi gruplar iyice devreye girerken, Şiiler de giderek sertleşti. Dolayısıyla ülkede huzur falan hak getire. Hergün yüzlerce ölü, onlarca patlama.

     Suriye: Günümüz Ortadoğu'sunun en problemli yeri. 1960'larda idareyi ele alan seküler Baas rejimi ve Nusayri (Aleviliğin aşırı bir kolu) Esedgiller familyası, memleketi diğer etnik gruplara ve ana unsur olan Sünniler'e zehir etmekle meşgul.

     Balkanlar: İslamiyet'in, genellikle etraftakilere zarar vermeden [diğer yozlaşmalar (Vahhabilik ve Şiilik gibi) genellikle etrafa zarar vererek büyüdükleri ve ana karakterlerinden biri reaksiyonel şiddet olduğu için] yozlaştığı yerlerdir buralar. Hem Slav ırkı gibi genellikle tembel, kibirli, cahil, içki ve sefahete düşkün insanlarla karışmaları, hem Samavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in ve takipçilerinin Balkanlar'ın tamamına yayılan fikirleri ve hem de Anadolu'dan gelen ve kendilerine "Bektaşi" denilen Alevi dedelerinin tasavvufa ve dervişliğe düşkün yerlerdeki tekkelere sızması (tabi bunda, ahkam ve fıkıh öğrenmeden tekke ve zaviyelerde tasavvufa daldığını sanan tahsilsiz, dostu düşmandan ayıramayan güruhun etkisi de çok fazla) bu yozlaşmada en önemli faktörlerdir. Sünni gibi görünen bölgelerde dahi Alevi-Bektaşi bulaşıklığı olmayan bir öğreti yok gibidir. Yaklaşık 40-45 sene süren Komünizm macerası, bu yozlaşmayı daha da körükledi. 1990'ların hemen başında Komünizm ve Sosyalizm'in çöküşü, bu ülkelerdeki Vahhabi yatırımların hızlanması ve Sünni gibi görünen Selefi yapılanmanın da giderek bölgeye sızması sonucunu doğurdu.

     Ayrıca Bosna'ya da bir cümle ile değinecek olursak; Bosna, Balkan Yarımadasının Mısır'ı gibi çalışmakta, Sünni ağırlıkta gibi görünen ülkede, reformcu fikirler hemen zemin bulmakta ve yayılmaktadır.

     ABD: Birleşik Devletler'de Müslüman sayısı hızla artmakta, eline yalan-yanlış bir meal alan insaflı kimseler ya da yüksek tahsilli, kariyer sahibi kimseler, Hristiyanlığın ne ruha ne de bedene hitap eden muğlak ve akla uymayan öğretilerinden kaçmakta, susamış ruhlarını serinletecek olan İslamiyete koşmaktadır. Bunun yanı sıra gündelik hayatında, iş, internet, bilgisayar, teknoloji, karşı cinsle münasebetler gibi yerlerde kendini kaybeden Amerikalılar'ın büyük kısmı da İslamiyeti hapishanelerde tanımaktadır. Yukarıdaki meşgalelerden kurtulunca, sudan çıkmış balığa dönen ve kendine gelmeye başlayıp, "ben ne olacağım, niye varım, nereye gidiyorum" gibi sorgulamalarla ve daha evvel bu soruları kendine soranların da yol göstermesi ile, bu suallere cevap vermekten çok uzak olan Hristiyanlığı bırakmakta ve Müslüman olmaktadır.



6 Ekim 2012 Cumartesi

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - 2



     Mısır: Batısında kalan Sünni ağırlıklı ülkeler ile doğusundaki Vahhabiliğin ortasında, 19. yüzyılın sonlarında ve takip eden yüzyılın başlarındaki reformcu hareketleri ile El Ezher Üniversitesi gibi bir değeri de bulandıran ve İslam dünyasında "ben de varım, ben de başım" çıkışları yapmaya çalışan bir ülke. İslamiyetin yayıldığı coğrafyalarda, 20. yüzyıldaki reformcu, yenilikçi fikirlerin ekserisi buradan çıkmış ve milyonları etkilemiştir. Kahire müftüsü Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mahmud Şeltut, Hasan el Benna ve Seyyid Kutub gibi reformcular hep buradan türedi.

     Osmanlı sonrası İngiliz sömürgeciliğini Sosyalizm ve Arab Milliyetçiliği ile aşmaya çalışıp, uzun soluklu diktatörlüklere yelken açan, 2011 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki ülkeleri kasıp kavuran "Arap Baharı" sonrasında Hasan el Benna'nın kurduğu "İhvan-ül Müslimin" (Müslüman Kardeşler) denilen siyasi oluşumda (şimdilik) karar kılan, Abdülbasit Abdüssamed, Ümmü Gülsüm ve Mustafa İsmail gibi seslerin ve Hz. Osman'ı şehid eden Kıptiler'in memleketi.

     Mısır, literatürde Sünni olarak gözükse de reformist hareketlerle birlikte Selefi zihniyet de oldukça yayılmıştır.

     Afganistan: Erken dönemde İslamiyet ile tanışmış ve o topraklara hakim olan büyük imparatorlukların parçası olmuş, sıkı bir Sünni gelenekten gelen ülkedir. 1970'lerin ikinci yarısından itibaren, Sovyet Rusya'nın yardımı ve tazyikiyle giderek yükselen Marksist-Komünist hareketin hükümet kurması ve bazı radikal kararlar vermesi üzerine iç savaş başladı ve kısa zaman sonra SSCB duruma müdahale etmek niyetiyle Afganistan topraklarına girdi. Afgan mücahidler, dünya müslümanlarının maddi ve manevi desteği ile on seneye yakın, Sosyalizm'in dünyadaki en güçlü temsilcisine kafa tuttu.

     Bundan sonra başlayacak süreç, Afganistan'a hiç hayır getirmedi. Zira, ithal Selefi-Vahhabi zihniyet ülkeyi esir almaya başlayınca, "orta yol"dan aşırılığa ve yobazlığa kaymalar başladı. Özellikle de 11 Eylül 2001'de, New York'taki Dünya Ticaret Merkezi denilen ikiz gökdelenlere ve Pentagon'a eş zamanlı yapılan saldırılardan sonra, Müslüman=terörist olgusu iyice ayyuka çıkarak Afganistan'ı "yeşil terörizm"in kaynaklardan biri olarak gösterme stratejisi, bu işin işbirlikçi kaynaklarını gizlemek ve "aa, şu iptekine bak" güdümü zirveye ulaştı. Paranoyalar, komplo teorileri, "bin Ladin'in peşindeyiz, valla size bir zararımız olmaz" vaadleri biribirini takip etti. Bir taraftan NATO Kuvvetleri, diğer taraftan Taliban denilen garabet, ülkeyi mahvetti. Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi bir değeri çıkarmış topraklar, tepeden inme (daha doğrusu dışarıdan ithal) Selefiliğe ve dolayısıyla Vahhabiliğe mahkum oldu.

     Afganistan'da ayrıca, güçlü olmasa da, Caferi Şii oluşumlar ve taa Büyük İskender'den kaldığına inanılan ve ekserisi sarışın, mavi gözlü olan, puta tapan, enteresan ve ufak bir azınlık da var.

     Pakistan: Dünyanın ikinci en kalabalık Müslüman nüfusu ünvanına sahip olan ve 1947'de Şii Ali Cinnah'ın önderliğinde ve İngiliz sponsorluğunda, Hindistan'dan koparılan ülke. Zira Bangladeş, Pakistan ve Hindistan'dan oluşan bir devlet, hem Müslümanları ana unsur haline getireceğinden ve hem de bir ağırlık ve çekim merkezi olacağından, Britanya'nın gözünü korkutmaya yetiyordu.

     Ülkede güçlü bir Sünni gelenek olmasına rağmen, nüfus olarak azınlık fakat etki olarak her zaman güçlü ve baskın bir Şii topluluk vardır. Ebu'l Ala Mevdudi'nin kurduğu Cemaat-i İslami ve Hindistan menşeli Tebliğ-i Cemaat denilen oluşumlar da oldukça faaldir. Ayrıca, 1900'lerin başında Müslümanları parçalamak için oluşturulan ve Kadıyani (ya da Ahmedi) ismi verilen azınlık ile genel nüfusa oranla az sayılabilecek Hindu, Hristiyan ve Bahai nüfus da mevcut. Chitral eyaletindeki Kalaşlar, Afganistan'ın kuzeyinde, Pakistan sınırında yerleşmiş olan sarışın, mavi gözlü, enteresan pagan azınlığın akrabalarıdır.

       2001 yılının Eylül ayındaki saldırıların ardından, ABD'nin hedeflerinden biri de El Kaide ve dolayısıyla Pakistan'dı. Vahhabi hareket burada da rahat durmayarak, ülkeyi "geri kalmış", "örümcek kafalı" olarak göstermekte iyi çalıştı.

30 Eylül 2012 Pazar

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - 1


     İslam ülkeleri diye geçinen memleketlere bir göz atmadan evvel, bugün İslam dünyasını oluşturan 3 ana kısmı ele almak lazım:

1. Ehl-i Sünnet veya Sünniler: Ehl-i İslam'ın yarısından fazlasını oluşturan ve "Ortodoks" olarak da adlandırılan akımdır. Ehl-i Sünnetin aslına en yakın yaşandığı ve uygulandığı yer olarak Türkiye'yi söylesek herhalde ayıp kaçmaz.

2. Şiiler: Bayraktarlığını ve propagandasını İran'ın yaptığı akım.

3. Vahhabiler: Kendilerini gizlemek için kendilerine "Selefi" denilmesini isteyen ve özellikle Suudi Arabistan sponsorluğundaki akımdır.

Bu üç ana kola, son 150 sene içerisinde ortaya çıkardığı reformcularla katılmak isteyen bir de Mısır var tabi.

Şimdi bu ülkelerden bazılarının "İslam" anlayışlarına biraz daha yakından bakalım:

     Türkiye: Çok dağınık, bazen de birbirlerine muhalefet eden cemaatleşmeye ve ara sıra kıpırdatılan reformcu hareketlere rağmen, taa hicri 2. asırda kitaplara geçirilmeye ve kalıpları belirlenmeye başlayan "Ehl-i Sünnet vel Cemaat" (yani Resulullah Efendimizin sünnetine ve O'nun Eshabının icmaına tam olarak uyanlar) mezhebinin aslına en uygun bir şekilde yaşatıldığı ülkelerden biridir. Bunda köklü bir Sünni-Hanefi (Osmanlı Devleti) gelenekten geliyor olmanın da büyük etkisi var tabi. Hem Batıya daha yakın ve daha açık hem de Sünni gelenekten geliyor olmanın Türkiye'ye kattığı bir diğer şey ise, modern çağın gereksinimleri ve getirdikleri ile baş etme ve sindirmede (nispi de olsa) kolaylık sağlamasıdır.

Devrimin kaymağını yiyen
Rafızi Humeyni
     İran: Çok eski bir medeniyet ve çoğu zaman Ortadoğu'yu kontrol eden imparatorlukları olan bir gelenekten gelmekte olan bir devlettir. Taa Şah İsmail'den bu yana da Şiiliğin merkezi ve ihraç edilme kaynağı olmuştur. 20. yüzyılda, Şah idaresi zamanında Sünnilik biraz olsun canlandırılmışsa da, 1979 yılındaki devrimle birlikte, koyu Eshab-ı Kiram düşmanı Caferi ve hatta Rafıziler işbaşına gelerek, tekrar Şah İsmail ve Şah Tahmasb çizgisine dönmüştür. "İslam Devleti" olduğunu iddia eden 1979 sonrası İran'ı ayrıca, eskiden kalan ne kadar putperest Mecusi bayramı ve kutlanan günleri varsa onları da "milli bayramlar" diye halkına yutturmaya çalışmıştır.

Örtülü! ve estetik kaygılı
çağdaş İran kızları
    İran, su an yeryüzündeki en en garip ve tutarsız ülkelerden biridir. Halkı ve özellikle gençler, devrimi gerçekleştiren kelli-felli -güya- "Ayetullah"lara bir türlü ayak uyduramamakta, kızlar "başörtüsü" niyetine taktıkları şeyleri habire arkaya doğru ittirmekte ve millet kendi aralarında müt'a nikah yapmak suretiyle (belirli bir vakit bir kadından istifade etmek için para karşılığı yapılan muamele) acayip bir yozlaşmanın içinde debelenip durmakta ve bütün dünyanın eğlence kaynaklarından biri olmaktadır. Şiiliğin, hem ahkam hem de fıkıh hem de mantık olarak eksiklikleri de bunda büyük pay sahibidir elbette.

Atina'da içki ve fuhşa dalan
Kral Suud bin Abdülaziz
     Suudi Arabistan: Osmanlı idaresi altında iken, Necid Çöllerinde ortaya çıkan iki açgözlü, hırslı, kibirli ve işbirlikçi kişinin (Muhammed bin Abdülvehhab ve Muhammed bin Suud) 18. yüzyılın sonlarına doğru başlayan hareketi ile birlikte ve elbetteki olmazsa olmaz İngiliz deseteği ile kurulan Vahhabi cenneti. Güya yabancılara karşı en sert ve -güya- "en cihatçı" yapısına rağmen, Batılı hamilerine danışmadan tuvalete bile gitmeyen, Afgan-Rus savaşında Komünist Rusya'yı destekleyen, -güya- "Hadim-ül Harameyn" diye geçinip, Avrupa'da ve sağda-solda içki ve fuhuş alemlerinde can veren krallardan müteşekkil, en az İran kadar ucube bir devlet!

     Her sene akan umre paraları ve fışkıran petrol sayesinde rejim, resmi ideolojisini bütün dünyaya yaymakta hiçbir maddi sıkıntı çekmiyor. Yaldızlı, güzel ciltli kitaplar ve Suud üniversitelerinde okumuş, bol maaş ve malla satın alınan "allame"ler, "Selefi"lik diye zekice kılıf giydirilmiş Vahhabiliği durmaksızın bütün dünyaya yayıyor. Bu ülkenin, ansiklopedi ve diğer çok sağlam internet bilgi kaynaklarında mezhebinin "Sünni" görünmesi işte bu azimli çalışmanın bir neticesidir.