Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

1 Mart 2019 Cuma

Ahlaksızlık Bayrağını En Önde Taşıyan Ünlüler

   
     20. yüzyıl ile birlikte, dünyanın diğer ucunda olan hadiseleri çok kısa zaman diliminde bizim hayatımıza sokabilme kapasitesine sahip iletişim vasıtalarının bulunup, insanların kendilerini "update" etmesi ve bunlara hızla ayak uydurması neticesinde ortaya çıkan durumlardan birisi de, "ünlü" diye bilinen şahsiyetlerin isimlerini duymaya başlamamız oldu. Bilhassa sinema ve müzik [bazen de moda ve "çağdaş sanat" (veya güncel sanat)] denilen dalların temsilcilerinin, televizyon ve radyo marifetiyle gözlerimize ve kulaklarımıza sokulmaya çalışılması, belli ünlülerin giderek artan hayran kitlelerini de beraberinde getirdi. Kendilerince seslerini, sahnedeki duruşlarını, filmlerdeki rol yapma becerilerini, icra ettikleri alanlardaki başarılarını... Ve önemli ölçüde tabi, "yakışıklı" veya "güzel"liklerini beğenip takdir eden, bilhassa gençler, bu ünlüleri her şeyleri ile birlikte, kendi özel hayatlarına sokacak ve adeta büyülenmiş gibi, peşlerinden gidecek hale geldi.

     Elbette ki böylesine gözü kör bir sevgi ve taklit, büyük bir tehlike de doğuruyordu... O şahane rol yapan kişilerin, o muhteşem sesli adamların bir kısmı, özel hayatında ahlaksız olabiliyor, zararlı madde kullanımından değişik cinsel eğilimlere kadar, birçok alanda, hiç de ayak izlerinden gidilesi bir profil çizmiyordu. İşin daha da tuhaf ve ibretlik yanı; en çok ahlaksız olan, en çok sapıklık gösteren, yaşadığı pespayelikleri en pervasızca anlatabilen ve gösterebilenleri, "kitle iletişim araçları" daha çok reklam yapıyor daha da gençlerin gözüne sokmaya uğraşıyordu. Genelde sapık ilişki yaşayanlarda daha çok görünen ve henüz çaresi bulunmamış olan AIDS illeti ile mücadele adı altında, "masum" gibi gösterilmeye çalışılan faaliyetler, LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender) sapıklığını, "meşru bir insan hakkı" olarak, geniş bir kamuoyu desteğiyle yaygınlaştırmaya kadar vardı.

     Bunlara bağlı olarak; "gelişmiş" olarak bilinen ülkelerde eşcinsel evliliğin yasalaşması, hemcinslerin nikahlarının kiliselerde de kıyılabilmesi, LGBT savunucularının "yılmaz insan hakları savunucusu" olarak yaldızlı sözlerle yere göğe sığdırılamaması, hangi cinsten olduğu bilinmeyen milletvekillerinin ve kanaat önderlerinin büyük saygı görmesi gibi vakalar, bıkmadan usanmadan pompalanan dezenformasyonun bir parçası şeklinde artarak devam ediyor. Bunun mukabilinde ise, bu hayasızlara karşı duran, su-i misal teşkil etmelerine mani olmaya çalışanlar, homofobik, gerici, örümcek kafalı gibi sıfatlarla, yine aynı basın-yayın organları tarafından yaftalanır ve tecrit edilmeye gayret edilir.

     Dolayısıyla ahlaksızlık, haddini bilmezlik, gayri meşru işler ve ilişkilerde en cüretli olmak ve tabi ki peşinden gidip kendisi örnek alan gençlere en kötü örnek olan isimlerden birkaçını verelim:

Freddie Mercury: Milyonlarca gencin taparcasına sevdiği, erken yaşta ölümü sebebi ile büyütüldükçe büyütülen, yakın tarihin en ahlaksız tiplerinden birisi.  Uyuşturucu ile dumanlı tamamen kontrol dışı parti gecelerinde, sayısız erkekle ilişki yaşayıp en nihayetinde, genelde lûtilerde ve gayri meşru ilişkilere düşkün olanlarda rastlanan AIDS'e yakalanmış ve bu nedenle ölmüştür. Batılı ahlaksızların, Müslüman gençleri avlamaya çalıştığı karakterlerin önde gidenlerindendir. Çünki bu herifi "büyük sanatçı" falan diye tanımladığınızda, AIDS, eşcinsellik ve her türlü ahlaksızlığa da kapı aralamış olursunuz. Din olarak da Zerdüşt'ün çıkardığı, ateşe tapanların inancı olan Mecûsi idi. Ölünce cesedi yakıldı. Britanya'nın suyunu çok içti! Az biraz daha yaşasaydı, kraliçeden "sır" ünvanı alması işten bile değildi anlayacağınız! Hele şu zamanlarda filmi de gosterime girdi ya, iyice tabulaştırılıp aziz haline sokulacak muhtemelen.
Freddie Mercury ve pos bıyıklı
sevgilisi Jim Hutton

Salvador Dali: Sürrealizm denilince akla ilk gelen, kameralara verdiği tuhaf pozları, yukarı dönük bıyığı, çizdiği tablolar, yazdığı senaryolar, evli olmasına rağmen eşinin evine getirdiği kişilerle çok sık yaşanan gayri meşru ve "çarpık" ilişkiler, eşcinsel temayülü, kibri, sado mazoşizm meyalliği... kısacası meşhur olmak için yaptığı bütün o sıradışı şeylerle, 20. yüzyılı bozanlardan, ahlaki erozyonu başlatanlardan birisi. Bunun kankasi Luis Bunuel de hakeza.
çılgınlığın ve deliliğin
ötesinde muhtemelen

Rock Hudson: Birlikte olduğu erkeklere, "Seninle birlikte olduk ve doktorum bana AIDS kapmış olabileceğimi söylüyor, lütfen doktoruna git ve kontrol ettir kendini" diye mektup yazan şahsiyet. İlişki yaşadığı elemanlardan birisi, ölümünden sonra kendisi dava etmiş ve "AIDS" olduğunu bildiği halde, benimle aylar süren ilişki yaşadı" diyerek tazminat talep etmiş ve mahkeme kendisi haklı görerek almıştır. "AIDS", "homoseksüellik" gibi kavramların, artık daha rahat, sanki sıradan şeylermiş gibi konuşulmasının yolunu açan kişidir. Zira bunun ölümünden sonra, böyle ahlaksızlıklar ve daha acısı, böyle ahlaksızlıkları alenen yapma ve duyurma işleri çığırından çıkmaya başladı. Scientology (Bilim) Kilisesi mensubuydu.

Rudolf Nureyev: "En büyük dansçılardan" diye gündemde tutulmaya çalışılan ahlaksızlardan birisi. Açıkça sapık ilişkilerini söyledi diye, bazı çevrelerce "kahraman" falan ilan edilen, sayısız gayri meşru ilişki yaşayan bir midesiz. Sovyetler Birliği zamanında, Tatar bir ailede doğdu, "su testisi su yolunda kırılır" kabilinden, AIDS yüzünden öldü. Müslüman bir aileden geldiği halde, Ortodoks Hristiyan olmuştur.

Madonna: Hem hayatı hem şarkıları hem gayri meşru ilişkileri hem de sahnelerde yaptıkları ile, bir şekilde gündemi meşgul edebilen, ahlaksızlık bayrağının en öndeki taşıyıcılarından. "Homofobi" diye uydurulan güya öcü ile çok mücadele ettiği için takdir topluyor. LGBT denilen oluşumların bayraktarlığını yapmakta. Ve böyleleri maalesef "İnsan Hakları aktivisti" olarak çok alkış alır. Bu kadın, daha yeni piyasaya girmeye çalışırken, karşısına çıktığı menajer tarafından, "karşımda bir hayat kadını olduğunu sanmıştım" diye övülen!!! birisi. Haliyle semavi dinlere de mesafelidir.
Yaşlandıkça ahlaksızlıklarını
artıran Madonna

Woody Allen: Amerikalı Yahudi asıllı yönetmen ve senarist. Kadın-erkek ilişkileri üzerine yaptığı pervasız filmlerle tanınır. Filmlerinde, gayri meşru ilişkiler peynir ekmek gibi giderken, hiçbir ahlaki manevi ölçü tanınmaz. Evlatlık kızı tarafından, kendisine cinsel taciz yaptığı yönündeki iddialar ayyuka çıkmıştır. Yahudi olmasına rağmen, kendini Agnostik olarak tanımlamaktadır.

Michel Foucault: AIDS'e bağlı nedenlerden ölen homoseksüel sapık. Ahlaksız din düşmanı çevrelerin pohpohlamaktan bıkmadığı ateist felsefeci. Sağda solda, kendine "entelektüel" süsü verip konuşanlar, bunun adını ağızlarına aldı mı, adeta boyut değiştirirler!
deney maksatlı çarpık ilişki yaşayıp
AIDS'ten ölen Foucault

Charlie Chaplin: "Sessiz Sinema" çağının rakipsiz oyuncularından. Binlerce diye ifade edilen sayıda kadınla gayri meşru ilişki yaşadı. Siyah beyaz filmlerin iyi kalpli, yardımsever kişiliği, küçük yaştaki kızlara tecavüz eden, sonra da kurbanları kürtaja zorlayan bir ahlaksızdı. Özel hayatını biraz tanıyanlar, kapısını her çalan dişi varlığa, "yatağa nasıl atarım" diye yaklaştığını bildirmektedir. İngiliz ve ateisttir. Harvey Weinstein'den önceki "Harvey Weinstein" idi! Zaten kendisinin, "Chaplin benim idolümdür" demişliği vardır.
çok kızın kanına giren Chaplin

Sigmund Freud: Ateist din düşmanı tayfanın bayıldığı, tarihin en alçak sapıklarından birisi. Yahudi bir aileden gelmekle beraber, ateist olmuştur. Normal bir insanın dahi düşünürken tiksineceği şeyleri, güya psikanalize tabi tutup kitaplarına geçirmiş, bebekler ve küçük çocuklar için akıl almaz saçmalıklar kaleme almıştır. Söylediklerinin çoğu, birazcık ahlaki omurgası olan insanlarda nefret uyandırır. Bozuk Hristiyanlık'tan kurtulmaya çalışan Batı'nın, din ve ahlak olmadan ne hale gelebileceğini gösterir.

David Bowie: Şişirildikçe şişirilen ahlaksızlardan birisi daha. Neredeyse her "çaplı" İngiliz gibi, homoseksüelliğe ve biseksüelliğe meyyal. Yaptıkları, ettikleri ile, hala birazcık ahlak ve din kırıntısı taşıyan gençleri yoldan çıkarmak için uğraştı. Ateizm-Agnostisizm uçlarında dolandı.
ne kadar farklı ve uçlarda olursan
o kadar hayranın olur

Stephen Fry: Al bir İngiliz ateist daha, üstelik annesi Yahudi! Kendisinden çok küçük bir erkekle evlendi! LGBT denilen tayfaya yan gözle bakanları, barbar ve nazi diye itham eder. Senelerce uyuşturucu kullanmıştır.

Mick Jagger: David Bowie'nin kankası! Ondan bir fazlası var, o da "sir" ünvanı. Geri kalanı neredeyse aynı.

John Lennon: Çarpık dini görüşlü, kafası her zaman dumanlı İngiliz. "Imagine" diye, yerlere göklere sığdırılamayan bir şarkısında; dünyanın din olmadan, daha yaşanılabilir bir yer olacağını ve insanların barış içerisinde yaşayacağını hayal eder. Ne kadar ahmak olduğunu anlamak için, bu şarkının sözlerine göz gezdirmek kafi.

Iggy Pop: Sahneye genelde yarı çıplak çıkan, uyuşturucu bağımlısı, ağzı pis rockçı. Gençliğinde sahnedeyken her türlü rezilliği yapmışlığı vardır.

Elton John: İngiliz, ateist ve eşcinsel... Ha unuttuk, herif "sir" bu arada! hakkındaki iddialar, yenilir yutulur cinsten değil.

Andy Warhol: Cinsel eğilimlerinden inancına, sanat diye yaptığı şeylerden özel hayatına kadar olan her şeyiyle, gençleri yoldan çıkarmak, ahlaksızlığı daha fazla yaymak için çalışmış şeytanın askerlerinden birisi! Bazı çevrelerde "entelektüel" olarak isim yapabilmek için, bu alçak herifin yaptıklarını beğenmeniz, takdir etmeniz lazım elbet! Bedri Baykam'ın daha da ileri! halini bir tasavvur edin desek...
20. yüzyıl çılgınlarından
bir çılgın daha: Andy Warhol

George Michael: İngiliz ateist ve homoseksüel şarkıcı. Tek gecelik ilişkiler peşinde, uyuşturucu, alkol batağında depresyon içinde öldü. Yatıp kalktığı erkeklerden birisi de AIDS nedeniyle ölmüştü.

     Görüldüğü üzere, bu isimlerden çok bilinen sadece birkaçına bakıldığında, İngiliz vatandaşı veya "İngiliz tornası"ndan geçenlerin, bu listeye dahil olması daha kolay gibi duruyor. Bunun yanında eşcinsel, ateist, pervasız ve kamuoyu oluşturacak kadar "cazgır" olanlar, isimlerini tarihe altın! harflerle yazdırma potansiyeline sahip.

    "Ama efendim, bu zevata çok saldırmıyor musunuz, siz çok mu pîr-ü paksınız yani?" diyenlerin, şunu dikkate almaları lazım gelir; hedef alınan kişilerin çarpık ilişki yaşaması, özel hayatlarında çok feci şeyler yapmış olması değildir esas mevzu. Başlıca sıkıntı, bu işledikleri gayri meşrulukları, ulu orta yapmaları, bunları toplumların ahlakını bozacak şekilde herkesin gözü önünde işlemeleri ve hatta bunlarla gurur duyup, fillerini savunmaları.

22 Şubat 2019 Cuma

Türk Gençliğinin Alter Egosu; EKŞİ SÖZLÜK



     Ekşi Sözlük olarak bilinen ve klasik bir sözlükten ziyade, interaktif bir yorum mekanı olan platform, tam 20 senedir varlığını sürdürebilen nadir sitelerden birisi. Varlığını sürdürmek bir yana, bu siteye olan alaka, yıl geçtikçe daha da arttı. Yani şöyle bir düşünün, 1999 senesinden, ta bu zamana kadar kaç tane Türkçe, hatta İngilizce site ayakta kalabildi ki... Evet, bayağı az. Elbette bu karşılıklı etkileşimli platformun ayakta kalabilmesinin en önemli sebebi, gençlerin içini rahatça dökebilmesi, üstelik bunu yaparken, günlü hayatta "mahalle baskısı" diye tabir edilen toplumsal normlardan, "nick" diye tabir edilen müstear isimlerle, gerçek kimliklerini gizleyerek, kısmen de olsa kaçabilmeleridir.

     Türkiye'de internet kullanımının kısmen yaygınlaşmaya ve ferdi kullanıcıların bağlanmaya başlaması ile birlikte, 2000'lerin başlarında, çoklu paylaşımlı sitelerden önce forumlar ve dolayısıyla "forum kültürü" gelişti. Biraz vahşi, bayağı düzensiz ve oldukça kafa karıştırıcı ilk yıllardan sonra, internet kullanımı daha düzenli hale geldi haliyle. Gerçi forum kültürü bir şekilde hala devam ediyor ancak sadece çok üyeli ve belli konular üzerine yoğunlaşan siteler vasıtasıyla. İşte Ekşi Sözlük, hem o vahşi dönemi, hem de forum furyası dönemini atlattı ve her geçen sene ziyaretçilerini artırarak, hayatına devam etti. Ama nasıl geldi? Önce o ilk yıllarına kısacık bakalım:

     Sözlüğün fikir babası ve kurucusu, sanal alemde bilinen en eski nicklerden biri olan "SSG" olarak da tanınan Sedat Kapanoğlu. 20. yüzyılın ilk sülüsünde, Yugoslavya'dan göç eden bir ailenin çocuğu olarak Eskişehir'de doğan Kapanoğlu'nun okullarla arası iyi olmamasına rağmen, merak saldığı bilgisayar dünyası ile erken yaşta tanışıklığı ve atılımları sebebiyle, projelerinden birisi olan Ekşi Sözlük isimli platformu hayat geçiriyor. Tabi ki ilk başlarda fazla kimsecikler yok sitede. Sedat'ın birkaç arkadaşı hariç (bu arkadaşların ne menem "arkadaşlar" olduklarına bilahare bakacağız). Bu arkadaşların siteyi devamlı sıcak tutmaları, sözlüğün, arama motorlarındaki bazı kelime aramalarında önde çıkması (SEO daha yok galiba ortalıkta tam manasıyla) her geçen gün ile birlikte daha fazla gencin içeriye akın etmesine neden oldu. Hatta birkaç kere yazar alımlarının, teknik ve denetim yetersizliğinden dolayı, durması, siteyi daha da "elit" ve girilmez havaya sokunca, kapıda bekleşenler iyice arttı. Sonrası malum zaten... Her yer reklam!
Sözlüğün ilk hali

     Kapanoğlu'nun en başta tasarladığı site, kendisinin de tabiriyle çok ilkel ve geliştirmeye muhtaçtı ancak onu diğerlerinden, "sol frame" denilen zımbırtı muhtemelen. Site evrildikçe fonksiyonu daha da öne çıkan bu sol frame, o gün veya o zaman diliminde, sözlüğe girilen başlık, entry ve entry sayılarını ihtiva eder. Dolayısıyla bu sitede, forumlardaki gibi ana menüye çıkıp, herhangi başlığı seçip içine girmek gibi biraz soğuk ve uzak işlemler yapmak yerine, doğrudan tek tıkla hem yazılanları görebiliyor hem de sol taraftaki başlıkları takip edebiliyorsunuz. Sözlüğün diğer sitelerden başka bir mühim farkı da, devasa bir arşiv olması ve doğru arama parametrelerini girdiğinizde, aradığınız konu ile alakalı, anında derinlemesine bilgi sahibi olmanız.
Halef-Selef (SSG- Kanzuk)
Sedat Kapanoğlu ve Başak Purut 

     Evet, site devasa bir arşiv ancak neyi nasıl arayacağınızı bilmiyorsanız, fake başlık ve entryler arasında kaybolmanız ve daha da kötüsü bir sürü saçmalıkla dolu, elleriniz ise boş şekilde çıkmanız gayet mümkün. Zira öyle başlıklar var ki, genel kültürümüz biraz zayıf olsa, Torku'nun bira ürettiğine, Queen diye bilnen dünyaca meşhur grubun Afyon'da konser vermiş olduğuna, Bilecik diye bir yerin hiç var olmadığına rahatlıkla inanabilir, "öyle bir şey olur mu hiç" diye size itiraz edenlere, sayfalar dolusu entryleri delil niyetine gösterebilirsiniz.

     Ancaaak, bu çok önemli bir ancak, gelelim esas konuya. Esas konu ise, bu sözlükte yazanlar, yazılanlar ve tabiri caizse "boruyu öttürenler". Şimdi evvela şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Ekşi Sözlüğün kurucusu dahil, ilk kullanıcılarının hemen hepsi, hadi yine de din düşmanı demeyelim fakat her halükarda İslamiyete soğuk bakan, birçok hükmünü beğenmeyen tipler. Zaten kritik nokta da burada. Sözlüğün en çok tutma sebebi de budur esasında. Ülkemizde maalesef, gençlerin dinle, dinin emir ve yasakları ile sıkıntısı, alıp veremediği var (tarihi ve sosyolojik boyutuna girecek değiliz). Bunu da en rahat, Ekşi gibi, nick arkasına sığınıp, "alter ego"sunu rahatlıkla boşaltan gençlerin üşüştüğü mekanlarda görebiliyoruz. Tabi ki İslam Dini ile olan husumet, tarih, siyaset, edebiyat, bilim gibi daha bir sürü dalı doğrudan etkiliyor.
Sözlüğün ilk yazarları: esekherif, guru, teo
(yazdıklarının ne minvalde olacağı görünüşlerinden belli)

     Ekşi Sözlük denilen internet sitesinin, ucundan kıyısından İslamiyetle, kaderle (ve bazen de tüm Semavi Dinler ile) alakalı başlıklarına göz gezdirdiğinizde, o kin ve nefret hemen gözünüze ilişiyor. Siteyi kuranların bu konudaki öncülüğü, adeta din düşmanı bir topluluğa, "hoş geldin, burada rahatlıkla her türlü kutsala hakaret edebilirsin" yeşil ışığını yakıyor... Varsa yoksa dine ve etkilediği tüm alanlara sövmek çok prestijli burada. Bir dereceye kadar var görünen filtreleme ve denetim mekanizması ise, genelde bu konularda göz ardı ediliyor. Eleştiri ve akıl mantık çerçevesinde delilli (bunlar da var tabi ama devede kulak) yazılardan değil, alenen, göz göre göre hakaret, aşağılama ve iftiralardan bahsediyoruz. Bunlara karşı çıkan sesler ise, oranlamak gerekirse son derece düşük ve çoğu zaman da cılız. Dinle doğrudan alakalı mevzularda, sesin cılız çıkmasının başlıca sebebi ise, sözlüğün "efendilerinin" kendi mahalle baskılarını dayatması ve her karşı çıkan sesi, "trol" meczup, dengesiz diye yaftalaması. Ayrıca, bazen sol tarafta öyle başlıklar açılıyor ki, insan okurken hicap duyuyor ama gel gör ki o edepsiz başlıkların altları sayfalarca yazı ile doluyor. Yanı kısacası, o metrobüste, iş yerinde, üniversitede, sağda solda gördüğümüz gençlerin bir kısmı (ve maalesef bunları sesi çok çıkar, sosyal medyayı iyi kullanır), müthiş bir mukaddesat nefreti, anarşizm ve hedonizm ile besleniyor.

     İşin en garip yanı ise, sözlüğün ilk üç senesi hariç, ömrünün tamamını Ak Parti iktidarında geçiriyor olması. Hem de, sık sık dine referanslar veren, dini bir çevreden gelen, muhalifleri, hele de sözlükte kendisinden, "yıkılıp gitsin de memleket isterse yıkılsın, batarsa batsın" derecesinde ölesiye nefret eden karşıtları tarafından "diktatör" ve müstebid olarak sürekli tenkit edilen ve akla hayale gelmeyecek suçlama ve iftiralarla saldırılan bir liderin gözü önünde.


26 Aralık 2018 Çarşamba

Trafikte Ne Zaman "Adam" Oluruz?


     Fatih Altaylı'nın, "Ne zaman adam oluruz" isimli, köşe yazılarının sonuna eklediği bir klasiği vardı. Altaylı'nın çeşitli tecrübeler neticesinde yazdığı cevaplardan oluşuyordu. Bazıları bu "adam" kelimesini "cinsiyetçi" falan filan bulabilir ama bizim kültürümüzde, "adam" kelimesinin manalarından birisi de, "numune insan"dır, dolayısıyla "adam olmak" veya en azından "adam olmaya çalışmak" gayet yerinde bir tabir ve kullanımdır. Adam olmanın birçok merhalesi var elbette. Bizim burada değineceğimiz mevzu, "trafikte nasıl adam oluruz"? Çünki malum; "trafikteyken sen, sen değilsin"! Bu başlık altında, esasen incelenecek çok şey var lakin biz, bir iki basit çözümlü konuya baksak kafi olur. Zaten hataları bilince, tersini yapmak kolay olur:
Hindistan'da sıradan bir gün

     * KORNA ÇALMAK: Otomobil üreticilerinin, "oldu da çok zor durumda kaldın, başka çaren yok, bari sesle uyar" diyerek arabalara yerleştirdikleri klakson veya kornalar (bir de havalı korna denilen insanlık düşmanı bir buluş var tabi), maalesef memleketimizde gereğinden çok fazla kullanılıyor. Zaten gereksiz yere korna kullanımı, bir gürültü kirliliğidir ve bu kirliliğin en ağır olduğu ülkelerin, Hindistan, Pakistan gibi gelişmemiş yerler olduğunu biliyoruz (minibüs, taksi gibi kornayı "işinin değişmez bir parçası" olarak görenler apayrı bir araştırma konusu tabi).

     Kornayı aşırı kullanmanın birçok sebebi vardır elbette fakat İstanbul'da bilhassa dikkat çeken haller şöyle:

1) Yerleşim yerlerinde gereksizce kornaya basmak: Çok net bir gelişmemişlik, ilkellik göstergesidir. Yığınla insanın yaşadığı, hastaların, bebeklerin uyumaya, dinlenmeye çalıştığı bir cadde ve sokakta, lüzumsuz yere kornaya basmak, her şeyden önce bir kul hakkıdır. Hele de sabahın erken saatlerinde veya gece boyunca. Bir tanıdığı selamlamak, birisini uyarmak için önce başka yöntemler uygulasak ve kornaya hiç davranmasak ne güzel olacak oysa!

2) Birisi hata yapıyor (veya en azından ben öyle hissediyorum), dur şunu uzun bir korna ile uyarayım: Başkalarına korna ile ders verme özelliğimiz, hız kesmeden devam ediyor. Birisi hata mı yaptı, bas uzunca kornaya ki, herkes ayağını denk alsın! Ancak burada çok önemli bir detay var; o da milletimizin trafik kaideleri konusundaki cahilliği ve aceleciliği. Bunun yanına bir de olağandışı hadiseleri koyun. Dolayısıyla, her defasında kornaya davrandığınızda, hedefinizdeki arabanın önünde, onun gitmesini engelleyecek ve sizin göremediğiniz bir şey vardır belki. Korna çaldığınız kişi, belki de istemeden motoru durdurdu (stop ettirmek gibi saçma sapan bir harfler yığınını kullanmıyorum evet). Hatta belki de sizin henüz fark edemediğiniz bir arıza oluştu. Biraz sabretmenin zararı olmaz. Zaten öfkeyle kalkıldığında (veya kornaya basıldığında) zararla oturmak, pek yüksek ihtimal.

3) Biri bana korna çaldı, ben de ona çalayım bari: Bu da enteresan bir zihniyet. Bir hata yaptınız veya yapmadınız. Bunun neticesinde, arkanızdaki aceleci ve halden anlamaz korna çaldı. Kompleks yapıp, arkasından kornaya abanmak... Bilemiyorum, sanki biraz tuhaf!

4) Kadınım ve direksiyondayım, şayet beni göremezsiniz diye, alın size korna (çok sık da heyecanlanırım ona göre): Lüzumsuz yere korna kullanımı istatistiklerinde, oldukça yüksek yerlere sizi sokabilecek bir durum bu. Kadınsınız, arabayı zar zor kullanıyorsunuz, heyecandan iki eliniz de direksiyonda, frenin ve gazın tam olarak hangisi hangisi bilginiz ara sıra reset atıyor... E o zaman kolayı var, kornaya basın!

5) İletişim kurmak veya daha doğrusu iletişim kurduğunu sanmak: Her ne kadar masumca ve dostça olarak görülse de, yapılmaması muhtemelen kulaklar ve etraftakiler için daha sıhhatlidir.

6) Cam açıp seninle muhatap olamayacak kadar kibirliyim, al sana korna, anla durumu işte: Her geçen gün daha da artan kendini beğenmişlik ve hedonizm tezahürleri, burada da işbaşında! Direksiyon başındaki kişi, camını açıp yapacağı uyarı insan gibi, yumuşak bir lisanla yapsa, kimse bu kadar gerilmeyecek belki de ama o kibir var ya, neden o pahalı arabasından inip de sizinle uğraşsın ki!

     Herhalde ülkemizde, korna kullanımı ile alakalı bir araştırma yapılsa, muhtemelen %70-80 kullanımı, "gereksiz" statüsüne girecektir. İşi, yola çıkmak ve trafiğe katlanmak olanları (yani sağlıklı düşünme melekesi ciddi derecede inkıta uğramış olanlar) saymazsak, kornaya en çok sarılanlar, gençler, kadınlar ve burnundan kıl aldırmayan kibirliler (bunların üçü de bir araya geldiğinde oluşabilecek sinerjiyi bir tahayyül edin artık)
adı üstünde


     * SAĞDAN SOLLAMAK: Bilhassa İstanbul'da sıkça rastladığımız, rahatsız edici bir durum. tabi ki normal akan bir trafikten bahsediyoruz. Adı üstünde, buna "sollamak" denir. Her ne kadar bizde, sol şerit disiplini gelişmemiş de olsa, öndekini hiçbir şekilde uyarmadan, hemen sağ şeride yönelmek hem genel trafik kaidesi olarak yanlıştır hem de, birkaç şeridi birden tehlikeye atmaktır. Aslında komplike bir vaziyet bu ve dolayısıyla bunun savunucuları da var haliyle. Çünki bazı hallerde, sol şeridin sollama şeridi olduğunu unutan veya bundan hiç haberi olmayan sürücüler, sol şeridi kapatır ve öylesine takılır. ancak böyle bir pozisyonda ve defaatle uyarı neticesinde, önde bir kıpırdama olmazsa, kontrollü şekilde sağ şerit kullanılabilir. Bunun kötü tarafı alışkanlık yapması ve bir nevi insanı shortcutmış gibi bir havaya sokması. Amma ve lakin gelişmiş bir ülkede, sol şeritte giden birisini "uyarmak" diye bir şeye az rastlanır. adam sollar ve en uygun zamanda yeniden sağ şeride geçer. Tabiatıyla sol şerit hemen her zaman boştur.Fakat hiçbir şekilde öndekine, sollamak isteğinde olduğunu belirtmeden, hemen sağ tarafa seğirtmek, çok tehlikelidir ve trafik kaidelerinden bihaber olma alametidir.
Her gün şahit olduğumuz
acemi kadın sürücü terörü

     * SOL ŞERİDİ KAPATMAK: Kaidelere riayet eden insanları deli eden bir durum. Yukarıdaki maddede değindiğimiz gibi, "sağdan sollamak zorunda bırakılmak" gibi bir tehlikeye davetiye çıkarıyor. Oysa akan bir trafikte, adeta bir refleks olarak, sol şeridi sollama maksadıyla kullanır kullanmaz hemen emniyetli bir şekilde sağ şeride geçilir. Yani normal bir insanın, sol şeride geçtiği anda, sağa geçmek için fırsat kollaması gerekir. Ancak ne yazık ki, "sol şerit disiplini" olmayan insanlar, sol şeride adeta "kamp kuruyor"!

      Son zamanlarda, bilinçli şoförler tarafından, sol şeridi bilinçli olarak işgal etme faaliyeti başladı. Güya hız sınırını cebren uygulamaya azmetmiş "yasalara pek saygılı" olan insanlar, hız sınırına yakın bir süratte sol şeride geçip, tüm trafiği tıkıyor. Oysa, sivil herhangi bir kişinin, yasaları zorla tatbik etmesi diye bir şey olamaz. 
kamyon sol şeritte
arkadaki de beklesin

     * KAMYON, MİNİBÜS, TAKSİ TERÖRÜ: Kapalı trafiği, açık trafiği, akıcı trafiği... Hepsini bir şekilde berbat etmek istiyorsanız, sayılan üçlüden en az birini ortalığa salmanız kafi! Sol şeridi kapatan ve yol vermeyen bir kamyon, kaldırımda, yolda her yürüyen iki ayaklı canlıyı potansiyel müşteri olarak gözleriyle tarayan minibüs şoförü, sol şeritten en sağ şeride hiçbir işaret vermeden bodoslama geçiş yapan taksi... Bunları sadece düşünmek bile, gerilmek için yeterli nedenler!
kamyonlar TIRlar devrede


     * HIZ İHLALLERİ ve MAKAS ATMA TUTKUSU: İstanbul'da trafiğin tam olarak açılmamasını dileyecek kadar sıkıntılı bir durum. Otoyollardaki hız ihlalleri ayrı, yerleşim yerlerindeki ihlaller ayrı birer dert. Açık trafikte, hız yapmaya uygun bir araba ile baş etmek, kendini dizginlemek çok zordur gerçekten, disiplin ister. Yerleşim yerlerindeki hız uyarılarına dikkat edenler de, hakikaten çok az. Dört yol ağzıymış, yan tarafta okul, hastane varmış, kimse hızını düşürmüyor.
maket trafik polisi devrede ama
yer mi Anadolu çocuğu bilmem
Yanı fazla bir şey yok şunun şurasında; sol şeridin sollamaya mahsus olduğunu bil, korna çalmanın gelişmemişlik alametini olduğunu unutma, hızını kontrol edebileceğin seviyeye düşür, yerleşim yerinde asla gaza abanma, her zaman için kendini ve etrafındakileri tehlikeden koruyacak şekilde sür... Çok zor değil ki bunlar!

     * TAKİP MESAFESİ: Genellikle, "takip mesafesi mi, o ne ya?" şeklinde zuhur eder maalesef. Çok fena bir "mahalle baskısı" kurar insanın üstünde adeta. Siz mesafe bıraktıkça ya uyanığın birisi, "dur şu boşluğu doldurayım" diye araya dalacak ya da arkanızdaki, sanki ara çok açılmış gibi, sizi selektör ve hatta korna (favoridir bu durumlarda) yoluyla ile sıkıştırır. Bunların neticesinde, siz de mecburen takip mesafesinden kısmak zorunda kalırsınız. Dolayısıyla bilhassa İstanbul'da, açık trafikte, takip mesafesini istenildiği gibi uygulamanız çok zor olur.

     * UYANIK GEÇİNİP EK ŞERİTTEN MİLLETİN ÖNÜNE GEÇMEYE ÇALIŞANLAR: Bu artık aldı yürüdü. Sadece 20-25 metrelik ek şeride girip, iki tane araba geçtiği için sevinen mi ararsınız, otobüs durağı olarak dizayn edilmiş ufacık cebi istismar edenleri mi? Yahu, topu topu 3-4 araba geçeceksin, bu kadar sövgü yemeye değer mi?