Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: ilk yaşam nerede başladı Follow my blog with Bloglovin
ilk yaşam nerede başladı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilk yaşam nerede başladı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Şubat 2014 Çarşamba

İlk İnsanlar Mağaralarda Yaşayan Vahşiler Miydi?

     Yirminci ve haliyle yirmibirinci yüzyılın başında, nüfusun kahir eseriyetinin Müslüman olduğu iddia edilen Türkiye'nin herhangi bir yerinde, bir ortamekteb talebesi, sırasıyla tarih ve din bilgisi derslerine girse, karşılaşacağı manzara aşağı yukarı şu şekilde olacaktır:

"Ağaçtan meyve toplayacağız derken
boyu da bayağı uzattık, iyi şekil oldu!" 
     Tarih dersinde muallim, ilk insanların mağaralarda yaşayan, dabağlanmamış derilerle örtünmeye çalışan, ihtiyaçlar karşısında ateşi ve tekerleği bulan, yaşadıkları mağaraların duvarlarına resimler çizen vahşiler olduğunu anlatacaktır. Bu tarih dersinde çocuk, maymundan evrilen atalarının, dört ayak üzerinde takılırken, zamanla ağaçlardaki meyveleri toplayabilmek için iki ayak üzerinde durmayı öğrendiğini ve her şeye sıfırdan başladığını öğrenir. "Tarih Öncesi” diye, daha yazının bulunmadığı bir dönemi olduğunu, bu tarih öncesindeki dönemlerin de çeşitli kısımlara ayrıldığını görür. Çocukken çizgi filmini izlediğimiz “Taş Devri”nde “avcı” ve “toplayıcı” sıfatlarından başka bir becerisi olmayan “maymunsu” insanların, vahşi hayvanlardan korunmak ve onların etlerinden istifade edebilmek için taşları yontmaya ve biçimlendirmeye çalıştığını anlar. Hatta tarih dersi muallimi , insanoğlunun ilk inanışlarının, tabiat olayları ve devyarasa hayvanlar karşısındaki ilk pagan kıpraşmalarının bu çağda başladığını, mağaralara resimler ve çeşitli şekiller çizdiklerini, heykelcikler yapmaya başladıklarını kendinden gayet emin bir şekilde çocukların körpe dimağlarına yerleştirecektir. Tarih dersi, Paleolitik, Epipaleolitik Çağ, Eski Taş, Yontma Taş Çağı, Kabataş Devri, Bakır Çağı, Kalkolitik Çağ, Maden, Tunç Çağı vs... gibi -bak bunları senin gibi cahiller için tasnif ettik kıymetini bil tadında- bir yığın “cilalı” ama saçma sapan isimlerle gençlerin kafası meşgul eder. Şu haliyle çocuğun aldığı “tarih” dersi, zihniyet olarak taban tabana zıt olduğumuz ileri sürülen Sovyet SosyalistCumhuriyetler Birliği zamanında anlatılan “tarih” ile birebir örtüşmektedir.

     Talebenin bu dersten sonraki durağı ise, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersidir. Din Bilgisi muallimi, sanki yukarıda vasıfları sayılan Tarih dersine inat, ilk insanın, aynı zamanda ilk peygamber olduğunu, Hz. Adem’in ve çocuklarının okuma yazma bildiğini, yerleşim yerlerinde yaşadığını, kumaş dokumak,  çiftçilik yapmak... gibi meziyetleri olduğunu ve Hz. Adem’e 50 suhuf ( 4 büyük kitap haricindeki küçük kitaplara verilen isim) gönderildiğini anlatır.  

     Şimdi bu talebe, ilk insanları, Tarih dersinde anlatılan haliyle kabul etse, çok açık bir şekilde, mensubu olduğunu iddia ettiği İslam Dinine karşı gelmiş olacak, Din dersine inansa, “örümcek kafalı” ve “gerici” olacaktır.  Daha körpecikken karşılaşılan şu içinden çıkılmaz durum bir bakın!

     Pekii... işin arkasında ne var? Hangi düşünce ve hangi kuvvet, tabiri caizse, “müslüman mahallesinde salyangoz satmaya” çalışıyor, ona bakalım?

     Her şey aslında, “İslamiyetin Evrim Teorisine Bakışı” yazısında da belirtildiği gibi, hayal dünyası en az cepleri kadar şişkin olan, “din” kelimesini duyunca kulaklarından dumanlar çıkaran ve din muhalifliği söz konusu olunca hemencecik organize oluveren ve mal varlıklarını bu uğurda akıtıveren çevrelerin, “Evrim” diye bir şeyi duymasıyla başladı.

     Fransız biyolog Jean Baptiste Lamarck’ın iddiaları, ardından bu fikriyata esas zemini hazırlayacak olan İngiliz amatör biyolog Charles Darwin’in çalışmaları ve eserleri, Semavi Dinlerden pek hazzetmeyen ve yukarıda sıfatlarının bir kısmı sıralanmış olan çevrelerin iyi teşkilatlanması ve gayretli çalışması ile kısa zamanda netice verdi ve yirminci yüzyılın hemen başlarında şekillenmeye başlayan Marksist zeminli, Sosyalist ya da Komünist görünümlü Ateist zuhurlarla yasal platformunu buldu.

     Artık “laikleşmiş” mekteplerde talebelere, ilk insanların, maymunlardan ya da en azından maymunlarla aynı ortak atadan geldiği, yarı maymun yarı insansı mahlukların zamanla geliştiği ve dinlerin de, bu insansı formların tabiat güçleri karşısındaki puta tapıcılığından zamanla tek tanrılı dinlere evrildiği öğretiliyordu. Yani daha basit ifadesiyle, “yaradılış diye bir şey yoktur”, “ilk insanın ilk peygamber inancı bir safsatadır”, dolayısıyla “bir Yaratıcı” kavramı boş bir hurafedir.

     Oysa İslam dini,  Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde defaatle bildirdiği üzere, ilk insanın çamurdan (ya da balçık) yani yoktan yaratıldığını kesin olarak bildirir. İlk insan aynı zamanda ilk Peygamberdir ve bütün isimler kendisine öğretilmiştir, nesli okuma ve yazma bilir, “Tarih Öncesi” diye “yazı”dan hâli bir dönem yoktur.

     Bütün bu bilgilerden ve İslam alimlerinin bildirdiklerinden anlaşılıyor ki, medeniyet ya da gelişmişlik ya da gelişmişlik olarak telakkli edilecek şeyler sürekli bir yukarı ivme göstermemiştir. Bazı medeniyetler, o zamanın Peygamberinin liderliğinde gelişmiş, sonrasında ise sönmüştür (zaten dünyanın  çeşitli yerlerinde bulunan ve elindeki tabletle ya da akıllı diye geçinen cep telefonuyla harikalar yaptığını sanan zamane insanının ağzını açık bırakan çok eski medeniyet kalıntıları da bunu ispatlar durumda). Bazı bölgeler de hiç gelişmemiştir. Şu anda bile hala, Papua’da veya balta girmemiş Amazon Ormanlarında (hep bu ifadeyi kullanmak istemişmdir, nasib bugüneymiş!) giyinmekten bihaber, ormanlarda yaşayan, ve hiçbir gelişmişlik emaresi göstermeyen bir sürü yer var. Böyle yerlerin olması ve buralarda yaşayanların, tam manasıyla “vahşi” bir yaşam sürmesi, medeni dünya için bir gelişmemişlik parametresi sayılabilir mi? Hala bu vahşilerin var olması, günümüz dünyasını “İlk Çağ” ya da “Taş Devri” olarak adlandırmaya sebep midir? Elbette hayır. 

Videosu da var üstelik: