Komünist Çin’in kuruluşunda Yahudilerin büyük katkısını ele aldığımız yazıda, Mao Zedong’un, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti adındaki ülkenin baş yöneticisi olarak, ipleri eline aldığını yazmıştık. Sonra araya, tüm dünyada etkili olan ve en basit bir insanın bile, yaşama-hayatını idame ettirme alışkanlıklarını değiştiren COVID-19 salgını hepimizi esir etti. Çin menşeili bu salgınla birlikte, Asya Kıtasının en göze batan ülkesinin yakın tarihine daha yakından bakma ihtiyacı hasıl olunca, koca koca hanlar hanedanlar döneminden, komünizme geçişte, ne akla hafsalaya sığmayan şeyler yaşandığı meydana çıkıyor. Bu yazıda da, insanlık tarihinin en geniş çaplı ve acımasız katliamlarından birini inceleyeceğiz; 1959-1962 “Büyük İleri Atılım” görünümlü Büyük Kıtlık.
Çin ve Komünizm ile alakalı bütün yaldızlı sıfatların sahibi ve 1949-1976 arasında, Çin’in tartışmasız lideri olan Mao, bir türlü istediği seviyede gelişemeyen ülkesinde, bir atılım hamlesi başlatmak istiyordu. Yalan-dolan-talan üzerine kurulu her sosyalist düzen gibi, kurulan rejimin bir “yeryüzü cenneti” olduğunu dünyaya duyurma gayreti ve hayranı olduğu Stalin’in benzer yönde çabaları, Mao’nun ağzını sulandırıyordu. Ne de olsa Çin, onun gözünde, gelişmemiş, hanedanlar tarafında istismar edilmiş, halkı pasifize edilmiş, modası geçmiş bir toprak parçasıydı.
Savaştan yeni çıkan Çin’in durumu ortadaydı ve Mao’un hayallerini süsleyen atılımı yapabilmesi için, haliyle para ve maddi yardım lazım olacaktı. 1950’lerin her hayalperest komünisti gibi, gözünü büyük ortağı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine çevirdi. Paranoyak Stalin, kendisini pek iplemese de, Mao bir şekilde yardım sözü aldı. Fabrikalar, modern tarım ve endüstriye geçişi hızlandıracak ekipman ve makine yardımı yağacaktı... Ama öyle bedavaya değil tabi! Bunların hepsi borçtu ve tam da Stalin’in istediği gibi, "gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını çalar" sözünün mücessem hali şeklinde olacaktı.
Mao hedefi gösteriyor: Büyük Atılım |
50’lerin ilk yıllarında, Goebbels’in tırnaklarını kemirmesine sebep olacak propaganda yöntemleri eşliğinde, topyekün bir kalkınma! başladı. Kolektivizasyon diye bilinen yolla, biricik Komünist Partinin yöneticileri ve biraz okumuş tayfa hariç, neredeyse her Çinlinin, kolektif tarımın parçası olarak, birer ırgata döndüğü dönüşüm yaşanıyordu. Elbette ki, bu dönüşümün ilk ayağı olarak, hala elinde toprak parçası bulunduralanlar, ağır şekilde cezalandırlıp öldürüldü!
Parti içindeki muarızlarını, çeşitli bahanelerle saf dışı etmeyi başaran Mao, etrafında sadece şakşakçıların kalmasıyla, artık Büyük İleri Atılıma gözünü dikmişti. 1958’e gelindiğinde, herkes yılmadan usanmadan çalışıyor görünüyor ve ülke devasa bir şantiyeye dönüyordu. Ancak parti tabakasının tuzu kuru yöneticileri, öyle yüksek hedefler koyuyordu ki, bunların gerçekleşmesi mümkün değildi. Toplanan mahsül sayılarından, hayata geçirilen yapılara kadar her şey, yukarıdakilerin gözüne girmek ve cezalandırılmamak için olabildiğince şişirildi.
Ambarlara giren hububatla, kağıtta yazılanlar arasındaki uçurumlar açığa çıkmaya başlayınca, enteresan bir kalkışma yaşandı: “Dört Haşere Kampanyası”! Büyük düşman "Kapitalizm" falan derken, fare, sinek, sivri sinek ve serçeler düşman bellenmişti şimdi de! Hadi diğerleri neyse de, serçeleri hedef alan faaliyetler, tarihin en ahmak ve cahilce işlerinden biriydi şüphesiz. İnternette de görülebileceği üzere, tarlada yetişen mahsülleri yediği iddia edilen zavallı hayvanlar, milyonlarca insanın, onları tarım alanlarına kondurmama, yumurta ve yuvalarını dağıtma çabaları neticesinde, ülkedeki neredeyse tüm serçe popülasyonu yok edildi. En çok serçe itlaf edenlere ödüller vaat eden propagandaları gözünüzde canlandırabilir veya ufak bir online araştırma ile bulabilirsiniz! Dengesi ile yaklaşık iki seneye yakın bir zaman oyanan tabiatın intikamı acı oldu. Kendilerini yiyecek serçelerden kurtulan zararlı böcekler, çekirgeler, tarlaları esir alıp, ne var ne yoksa kemirdi. Engin kuş bilimci! Mao, serçelerin aslında düşman olmadığını anladığında, iş işten çoktan geçmişti.
en çok serçe öldürene ödül var |
Büyük Atılım hülyalarından vaz geçmek gibi bir niyeti olmayan Mao, yine aynı yıllarda, başka bir insanlık ve ahlak düşmanı proje daha devreye soktu; “Halk Komünleri” Bu büyük ölçekli kooperatifler, eşler arasındaki mahremiyeti dahi ortadan kaldıran büyük bir çalışma kampıydı esasında. “Sosyalizmin yıldızını parlatma” peşindeki kadroların köleleri olarak işçiler, gün doğumundan gece yarılarına kadar, bilaücret çalıştırıldı. Bu komünlerde, kendi başına fertlik yapmak, aile olmak, özel hayat gibi şeyler yoktu. Evdeki kap kacağa varana kadar her şeye el konularak, insanlar komünlere mahkum edildi. Kadınlar, kendileri ile “eşit” oldukları söylenen erkekler gibi en ağır işlere koşturuluyordu. Nazilerin “Lebensborn” tarzının komünist bir tezahürü olarak görülebilecek yuvalarda, çocuklar anne sevgisi ve şefkatinden uzak, sosyalizmin kanlı çarkına girecek birer dişli olarak yetiştirildi.
Filhakika
bu hamle de akim kaldı. Üretim bir türlü istenilen seviyeye
çıkmıyordu. Mao’nun komün rüyası yarıda kalacak değildi
elbette ve yine sosyalist
memleketlerde tatbik edilegelen başka bir usül uygulandı. Komünler
birbiri ile yarışacak ve en yüksek verim alanlar
ödüllendirilecekti. Yalan, iltimas, evrakta sahtecilik… Türlü
metotlarla sayılar şişti de şişti ama ambarlar tam dolmak bilmiyordu
bir türlü!
Bitti mi… Bitmedi! Zira Mao, sonradan sızan ve gerçekleri gösteren raporlara ragmen, SSCB’ye olan borcunu ödemek için, tarlalardan ne çıkıyorsa toplatmak istiyordu… Çinli parti kadrolarına yeterince ayırdıktan sonra haliyle! Kayıtlara geçen ve gerçekte elde edilen ürün arasında çok fark olduğu ve vergi adıyla kesilen pay, kayıtlara göre tanzim edildiğinden, çiftçilerin eline neredeyse hiçbir şey geçmiyordu.
Bütün bu cürümlerin üzerine, gerçek bir sosyalist kalkınmanın olmazsa olmazı; çeliği koyun! Elbette Mao’nun Çin’i, çelik üretiminde de rekor üstüne rekor kırmalıydı! Dolayısıyla, Büyük Sıçrayış’ın endüstriyel ayağı da devreye girdi. Ne var ki, çelik üretimi yapan fabrikalar beklenenin çok altında üretiyordu. Çin Komünist Partisinin başındaki semizlemiş Mao’nun parlak bir fikri daha vardı… Neden serçe kovalamış, tarlada ırgatlık yapmış, açlıktan kök kemirerek komünde “yaşayan” 35 kiloluk Çinli köylüler, çelik üretmesindi ki? Olacak şey değildi doğrusu! Hemen komünlerde maden eritme fırınları kuruldu ve köylülerin ellerinde hala kalabilmiş, metale benzeyen ne varsa bu fırınlara atıldı. Tüm bunlar karışınca, erimiş metallerden gıcır gıcır çelik çıkması umuluyordu fakat hay aksi… Fırınlardan sızan “şey”, çelikten başka her şeye benziyordu.
köy tandırda taze çelik... tabi yersen |
Haliyle, tüm bu büyük sıçrama tahayyülatının ortasında, Çin’deki durum şöyleydi: Gittikçe zenginleşip, her tür dolandırıcılık ve insanlık suçunda uzmanlaşmış, şişmanlamış, ahlaksızlaşmış Komünist Parti kadrosu... Zararlı haşeratın kıskacında buğday ve pirinç tarlaları... Yarısı elindeki süpürgeyle serçe kovalayan, yarısı “metalürji”de ihtisas yapma gayretinde, kendine ait hiçbir şeyi kalmayan köylüler… Tam da şu güzelim atılımı yapacakken, kıtlık çıkması, olacak şey değildi doğrusu!
Çin, esasında kıtlığa yabancı bir ülke değil. Tarihine bakıldığında, ciddi olarak görülebilecek birçok açlık ve yokluk dönemi dikkat çekiyor. Misal olarak, 2. Dünya Savaşı esnasında, Japonların Çin'i işgal etme planları devam ederken, Henan eyaletinde yaşanan kıtlıkta, üç milyona yakın insanın telef olduğu biliiniyor. Lakin 1959-1961 yılları arasındaki kıtlık, kuraklık ve diğer faktörlerin çok ötesinde, bile isteye, kasten, “insan” denilen mahlukların elinden çıkmıştı. Geçmişin demir perde hüviyeti ile yüzleşmek isteyen çevrelerin gün yüzüne çıkardığı vesikalar, Komünist Parti idaresinin, her nekadar halktan kopuk da olsa, arazideki vaziyeti bir şekilde gördüğü fakat "birkaç milyon insan telefinin pek de mühimsenmemesi gerektiği" kanaatinde olduğunu gösteriyor! Devlete ait silolar hububat ile dolu olduğu halde, bunların önlerinde, açlıktan ölmek üzere olan ve bir parça yiyecek için yalvaran işçilere hiçbir şey verilmemesi de, bu gaddar politikanın bir parçası olsa gerek.
açlıktan kıvranan zavallılar |
Çaresiz insanlar, karada yürüyen havada uçan
ne varsa kökünü kazıdı, sonra ağaç kökleri, kabukları, süpürge ve çamur yedi. Bunlar
yetmeyince, mezarlardaki nispeten taze cesetler ve nihayetinde
komşularının bebekleri ve çocukları dahi, bu büyük açlığın kurbanı oldu. Kendi çocuklarını yiyip, sonra da intihar edenler dahi vardı. Son yıllardaki araştırmalar, bazı bölgelerde, nüfusun onda birinden fazlasının, bu kıtlık sebebiyle, acı içinde kıvranarak can verdiğini gözler önüne seriyor. Tüm sayılar alt alta toplandığında, 50 milyon civarında Çinlinin, açlık nedeniyle bu dönemde öldüğü korkunç gerçeği ortaya çıkıyor. Ülkenin toplam nüfusu ise o zamanlar için, 650 milyon denilmektedir.