Hepimiz, “Greenpeace” denilen çevreci! örgütün üyelerinden birinin ya da birkaçının yaptığı protestolara bir vesile ile şahid olmuşuzdur. Herhangi bir kampanya çerçevesinde bilmem hangi köprüde kendini zincirlemeler, önemli ve kalabalık bir toplantı esnasında ortalığı velveleye vermeler, hatta protesto edilecek şahıs veya kurumlara sözlü ve fiili karşı koymalar gibi oldukça agresif sayılabilecek faaliyetler, bu protestolardan sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Peki maksat ne? Maksat gayet masum ve temiz; çevreyi korumak!
“Çevrecilik” fikriyatı, asrî manada, Sanayi Devrimi ve Endüstrileşme ile başlayan dönemin getirdiklerinden ve neticelerinden biridir (tabii mi yoksa suni mi kararı sizin). Özellikle Büyük Buhrandan sonraki en büyük ekonomik durgunluğun ve krizlerin yaşandığı 70’lerin Batı Dünyasında, çeşitli vesilelerle (Vietnam Savaşı karşıtlığı ve tüm dünyayı saran muhalif gençlik hareketleri vs.) yükselen değerlerden biri de Çevrecilik idi. Bu hareket hem çeşitli formlarda vücut buldu hem de giderek siyasallaştı. “Çevreciler”in birinci dereceden uğraştığı konular; tabiatın hızla kirlenmesi, kaynakların giderek tükenişe doğru gitmesi, soyu tükenme tehlikesi yaşayanlar başta olmak üzere bazı hayvanların (kürklerini ve/veya belli yerlerini elde etmek maksatlı) vahşiçe katledilmesi, nüfus artışı, bilhassa Soğuk Savaşın körüklediği nükleer silahlanma ve en nihayetinde de bu konular ile ilgili, toplumlarda farkındalık oluşturmak görünümünde idi. Yine 70’lerde, “Greenpeace” diye bilinecek bir gönüllüler grubu, yaptıkları protesto faaliyetleri ile isimlerini duyurmaya ve gündem oluşturmaya başladı. 80’lerde ise, şimdilerde alakalı-alakasız her yerde karşımıza çıkan “Küresel Isınma” ve “İklim Değişikliği” kalıpları filizlendi.
Giderek artan çevrecilik hareketleri, Kapitalist Batıdan hızla, dünyanın geri kalanına ihraç edilme eğilimine girdi. “İkibin yılından sonra yandık”, “ikibin bilmem kaçta su savaşları yaşanacak”, “pandaları çiftleştirmemiz lazım”, “ay çabuk olun nefes alamıyorum” gibi felaket tellallığı ile güçlendirilmiş ve ajitasyon miktarı yükseltilmiş cümleler, gündelik hayatımıza kadar girdi. Herkes, sorumlu olmaya davet ediliyordu, herkes elini taşın altına koymalıydı! Tamam kardeşim de, bu tabiatı kim sömürüp bu hale getirdi? Birbirine pala sallayan ve açlıktan kırılan Afrikalılar mı? Batılı kukla idarecilerin elinde “gelişmeme nedir ve nasıl yapılır” konusunda tez yazan Ortadoğu mu? Daha yeni yeni günyüzü görmeye başlayan dünyanın geri kalanı mı? Hayır! Vahşi insan gücü kullanımı, kendinden olmayanı sömürme, hızla tüketme ve dünyanın çivisini çıkarma konusunda profesörlük payesi bulunan Postmodern Batının ta kendisi! Başka türlü olması mümkün mü ki? Ama adamların hakkını teslim etmek lazım; bütün dünyayı ipteki cambaza hayran hayran baktıracak zehir gibi çalışmaları var! Dünyayı yaşanmaz
Nükleeri istemezük! |
Çevreci oluşumlarda dikkat çeken belli-başlı şeyler var. Mesela, rasyonel olmaktan uzak, ütopik ve teorik çözümler, bitmek bilmez felaket senaryoları, ayağı yere basan ve işinde–gücünde insanlardan müteşekkil olmasından ziyade, bol kızlı
Biraz sonra naif! bir delikanlıdan birkaç dolar koparma kabiliyeti varmış gibi görünen Greenpeace gönüllüleri |
Peki, çevreci olmak için, yani başka bir ifade ile, tabiatı diğerlerinden daha çok önemseyen kimse olmak için illa yukarıda zikredilen tarifte biri mi olmak lazım... elbette hayır! “Çevreci” olmak için bilinçli bir Müslüman olmak yeterlidir (gerçi pratikte gördüğümüz örnekler pek iç açıcı değil ama onlar konumuz dışında). Bir Müslüman evvela israf etmez ve israf etmediği halde kendi ve etrafı temiz olur. İsraf etmemek yani tutumlu ve iktisatlı davranmak ve kaynakları kendine yetecek kadarı kullanmak, tabiatı ve geleceği düşünenler için kilit vazifesi görür. Nitekim, her sene yapılan araştırmalar bunu desteklemektedir. İsraf ve savurganlık Batı Dünyasında (ve ne yazık ki bunları taklid merakındaki bizlerde de) inanılmaz ölçülerdedir. Tek başına sadece bu konu ile mücadele edilse, hem mücadelenin kendisi ucuza gelir, hem de bu mücadelenin sonunda elde edilecek fayda çok yüksek olur. Yeşillendirme, ağaç dikimi ve bakımı, kaynakların idareli ve adil kullanımı, çeşitli vesilelerle kullanılan veya kullanılmayan hayvanlara gösterilecek şefkat ve merhamet, içinde bulunulan ekosistemi korumak gibi, doğrudan “Çevrecilik” ve “çevreyi korumak” sayılacak prensipler, birçok hadis ve haberde medh edilmiştir. Dinini kayıran bir Müslüman, tabiatteki hassas dengeleri bozmaz, ihtiyacı olanı kullanır, eğer hasar gören kısımlar varsa elinden geldiğince onu tamire uğraşır.
Yani çevreci olmak için felaket tellallığı yapmaya, herhangi bir dış mihraklı örgüte üye olmaya ya da o örgütlere yardım etmeye gerek yok! Muktesid ve dinini bilen ve karbon ayak izi düşük bir Müslüman olmak kafi!