30 Mart 2014 Pazar günü yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri, hükumeti elinde bulunduran iktidar partisinin kesin zaferi ile neticelendi. AK Parti, en önemli muhalifleri
Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinin oylarının toplamından daha fazla oy alarak, güçlü konumunu sürdürdü. Yüksek Seçim Kurulu rakamları tam olarak açıklanmadı ise de, eldeki bilgilere göre iktidar partisi, kullanılan oyların neredeyse yarısını aldı ki, yerel idarelerin belirlendiği ve genelde adayların öne çıktığı böyle bir yarışta, yüzde 45 ve 46’lardan bahsetmek, çok büyük bir halk desteğinin mevcudiyetinden bahsetmek demektir. Ancak bu seçimleri diğerlerinden farklı kılan faktörler vardı. Bunları da göz önünde bulundurarak, seçimin bir analizini yapalım:
2002 yılından beri çok az değişen genel tablo |
1. 2013 yılının gündem maddelerinden biri, dershanelerin kapatılması ve bunlar kademeli olarak okullara tebeddülü idi. Normal şartlar altında fazla tantana çıkartmayacak bir konu gibi görünürken, dışarıdan “cemaat” olarak bilinen ve müntesipleri tarafından “hizmet hareketi” olarak tanıtılan ve riyasetini eski bir imam ve vaiz olan Fethullah Gülen’in yaptığı oluşum, bu kapatma kararına şiddetli bir “hayır” çekti. Herkes ne olduğuna mana vermeye çalışırken, 17 Aralık 2013 günü Türkiye, “rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” diye meşhur olacak bir gündemle sabaha uyandı. İçişleri ve başka birkaç bakanının oğlunun ve meşhur simaların gözaltına alındığı haberleri geldi. Meğerse arkadaş ortamlarında ve sağda-solda duyulan; “abi herifler polis teşkilatını ele geçirmiş”, “öğrenci evlerindeki gençlere hukukçu olun diyorlarmış”, “devleti ele geçirmek üzerelermiş” gibi söylentiler doğruymuş. Şimdiye kadar saman altından su yürüten cemaat, gücüne (iç ve dış) güvenerek hükumete açıktan “şah” verme cesaretini gösterdi ve Türkiye, tarihinde yaşamadığı ve çok kimsenin aklına gelmeyecek bir sürece girdi.
Olan bitenin, seçimlerde AK Partinin oyunu baltalama girişimi olduğu gayet açıktı ve suçlamalar ile suçlananlar çok ağırdı. Üstelik bu sürece, sosyal medyada neredeyse her gün yayınlanan ve çoğu montajlanmış ses kayıtları da eklenince kavga iyice büyüdü ve dünyanın her tarafından duyuldu. Düşünebiliyor musunuz, ufacık bir söylenti çıkıp da kendisine akıtılan para ve yardımlar kesilecek diye titremesi gereken bir “cemaat”, bir ülkenin yarısının desteğini almış bir hükumeti karşısına alıyor! Çok garip değil mi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, her vesile ile “cemaat”i deşifre etme çalışmalarını halka anlatmaya çalışırken, bir yandan da bu “yeni mağduriyeti” gayet iyi yöneterek, vatandaşın desteğini arkasına aldı. Millet başbakana dedi ki; “al sana destek, al sana yetki, bunların inine gireceksen gir, biz seni bunlara yedirmeyeceğiz”.
2. Bu seçimler gerilimle geldiği için, beklenildiği gibi kamplaşmayı da artırdı. Gerilim, cemaati çökertmek iddiasındaki AK Parti’ye oy verenleri sertleştirdiği gibi, cemaat kaynaklı haber ve iftiralarla, hükumeti yolsuzluk ile itham eden CHP’ye oy verenleri de sertleştirdi ve bazı yerleşim yerlerindeki farklar daha da açıldı.
3. İddia edilen yolsuzluk ve rüşvet haberlerine CHP’nin balıklama, MHP’nin de kısmen “istemem yan cebime koy” (ya da verilmek istenen izlenim oydu belki) tarzı atlayışı, enteresan bir üçlüyü aynı hedefe karşı savaşırken birleştirdi. Yani yaşam tarzı ile millete ve milletin değerlerine tepeden bakan sekülerler, normal şartlarda mukaddesata ve milli değerlere saygılı olan Ülkücüler ve kuzu postuna bürünmüş, ipinin ucu dışarıda olan cemaat, “düşmanımın düşmanı dostumdur” stratejisinden hareketle, görünmez bir ittifak içine girdi.
4. Bu seçim bir kez daha gösterdi ki, ne kadar demokrat da olsanız hatta ağzıyla kuş yakalama girişiminden başarıyla da çıksanız, eğer muhafazakar ve mukaddesatçı bir gündem ve siyaset ile yola çıkmışsanız, Karadeniz’in dalgalı ve hırçın suları hariç sahil yüzü göremezsiniz. Yani “ben milliyetçi muhafazakar bir çizgide size hizmet vermek isterim” diyorsanız, size sıcak denizler haram (biri istisna mı dedi)!
5. Sosyal medya araç-gereçleri elinin altında olan ve gündemden daha çok haberdar olan metropol sakinleri, yine, adaya rey vermekten ziyade, karşı tarafı mağlup edecek adaylara sahip çıkmayı yeğledi. Yani “ortamlarda Sırrı Süreyya’ya oy verdim dersin, n’olacak” yaklaşımı, sosyal medya kurtları (veya öyle olduğunu sananlar) için gayet iyi işledi.
6. BDP ve HDP tarzı partilerin, belli coğrafyalara hapsolmuş olduğu ve geri kalan vatandaşlara belediyecilik veya hizmet namına bir şey sunma gibi bir derdinin olmadığı bir kez daha ayan-beyan ortada görünüyor (bundan gocunduklarını da sanmıyorum). Bu hareketin beyinleri, yakın zamanda “mağduriyet” ve “zenci muamelesi”nin sona ereceğini ve Güneydoğu Anadolu’daki vatandaşların artık bunlara ihtiyacı kalmayacağını düşünüp yeni stratejiler geliştiriyorlardır herhalde!
7. İstanbul ve özellikle Ankara’da üçlü üstü kapalı koalisyon işbaşındaydı fakat buna rağmen yenilgiyi tatmaktan kurtulamadı.
8. 30 Mart Seçimleri, Batılıları, geceleri kabuslar görerek ter-su içinde uyandıran ve onları, yatağının ucunda William Wallace görmüş -sözüm ona- İskoç asilzadesine çeviren bir fenomeni, yani “Türk” (milliyet olarak değil kültür olarak) üst başlığında toplanabilecek insanların “iyi ve güçlü bir liderin arkasından gözü kapalı gitme ve ona güvenme” geleneğini bir kez daha ispatladı.
9. Teyid edilen bir gerçeklik daha var. O da, Milli Nizam ve Selamet ekolünden gelen AK Parti teşkilatının en iyi bildiği şeylerden birisinin, halka inmeği ve yerel yönetim teşkilatlanmasını başarılı bir şekilde becermesidir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler! Hakaret küfür olmazsa ne kaa guzel olur!