Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

11 Ocak 2015 Pazar

Batı'nın Israrla İslam'a Direndiği Konular


    Çöküşün eşiğine gelen ve geldikçe de ırkçı ve sağcı dişlerini daha sık göstermeye başlayan Batı Toplumları, yanlış ve zararlı olduğunu çok iyi bildikleri halde, bazı hususlarda ısrarla yanlış yapmaya devam ediyorlar. Bilerek ya da bilmeyerek, İslamiyet'in gösterdiği basit, etkili ve neticesi test edilmiş çözümlere boyun eğmektense, kendi burunlarının dikine gidip, maddi, manevi ve en önemlisi insani kaynakları kurutmayı tercih ediyorlar.

     1. Namus kavramı ve kadınların cemiyet hayatındaki yeri: Batı'daki yozlaşma ve çöküntünün en belirgin olduğu konulardan biri. Girift ve karışık bir hal arz eder. Temelinde ise kadının toplumdaki yeri vardır.

     Avrupalı ve Amerikalı hayat biçiminde, kadın genellikle hayatın her sahasındadır. Erkeklerle beraber okur, çalışır, erkeğin olduğu hemen her yerde vardır. Asıl mesele de burada başlıyor zaten. Erkek ve kadın birbirini tamamlayıcı olarak yaratılmıştır ve dünyanın, hayatın var olabilmesi için karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenecek "zayıflıklar"a haizdir. Bu zayıflıkların, erkek-kadın karışık (hele de gençseler) bütün ortamlarda kendini göstermemesi mümkün değildir. Yani, genç ve güzel bir kadının olduğu bir ortamda, "ortalama fonksiyon"lara sahip hiçbir erkek kayıtsız kalamaz. Ne kadar -sözüm ona- medeni, okumuş ve terbiyeli de olsa, bu, 2+2=4 kadar kesin ve şaşmaz bir şeydir.

     Farklı bir mekan; mesela çoğu yabancı filmde gördüğümüz şeyler, gerçek hayatta da câridir: Kafası karışık ve sıkıntılı bir erkek, iş çıkışı kafa dağıtmak ve -güya- biraz gevşemek için herhangi bir bara gider ve bir sonraki maddede inceleyeceğimiz "içki" denilen beladan içmeye başlar. Barda sadece erkekler yoktur tabi olarak; işten, şundan bundan bunalmış kadınlar da var. İçkinin gevşetici ve aklı örtücü etkileri ile birlikte karşı cinsler havadan sudan bahsederken tanışır... ve gece, bir otelde ya da başka bir yerdeki yatak odasında sona erer. Erkek, düşünceli ve yıpranmış bir şekilde eve gelir. Vaktiyle severek evlenmiş olduğu karısı, kocasından gerekli alakayı göremeyince, sinir buhranları geçirir. Bu gibi çok sık karşılaşılan durumlarda aile yuvası yıkılması ve çocukların ortada kalması işten bile değildir.

barda erkek+kadın+içki...
burası karışacak vaziyet alın!

     İslamiyet ise, kadın ve erkeği çok iyi tanıdığı için, olması gereken ve olmaması gereken yerleri tam olarak bildirmiş, tehlike arz edebilecek mekan ve durumlarda birbirlerine yaklaşma vesilelerini en aza indirmeye çalışmıştır. "Ateş ve barut" ikilisi "bir araya gelince acaba patlar mı" sualinin cevabını her zaman için "evet" olarak var sayar ve ona göre hareket edilmesini bekler. Aile ve toplumu çürütecek faaliyetlerin yapılmasını bırakın, bunlara yaklaşılmasını dahi tehlikeli bulur.


     2. İçki: Bütün sarhoş edici içkilerin zararlı olduğu, insanı zehirlediği ve daha da acısı, her sene müsebbibi olduğu vakalarda, kendisine her bulaşanı bir şekilde rezil rüsva ettiği ve çeşitli yüz kızartıcı suçlara bulaştırdığı ortada iken, Batı, ısrarla içki yasağı konusunda direniyor. Aslında aldıkları bütün o tedbirler; saat, mekan ve yaş tahditleri, içkinin ne kadar zararlı ve yozlaştırıcı olduğunu alenen gösteriyor ama bir adım daha öteye geçmeye yanaşmıyorlar. Çünki öyle bir şey olsa, İslam Dinine hak vermiş olacaklar. Dolayısıyla hiçbir kibirli ve mağrur Batılı bu işe bulaşmaz. Gençlerin yoldan çıkmasına, nesillerin çürümesine, meydana gelen hadsiz hesapsız maddi ve manevi zarara rağmen, gerçek bir içki kısıtlamasına gidemezler.

     İslamiyet, sarhoş edici sıvı şeyleri kesin olarak yasaklamıştır. İslam Dini, kişinin ayık gezmesini ve kendinde olmasını ister, aklının bulanmasını ve örtülmesini istemez. Akıl bulandı ve örtüldü mü, artık o insandan her şeyi bekleyebilirsiniz.

     Ayrıca, yeryüzünde işlenen suçlara ve ahlaksızlıklara şöyle bir bakın, belki %90'ının muhteviyatında çok miktarda aynı mekanda bulunan ve aslında bulunmaması gereken erkek-kadın ve çok durumda da içki gibi akıl örtücüler vardır.


     3. Evlilik: Bizim de giderek Batı'ya benzediğimiz bir başka özellik; geç ya da "hiç" evlilikler. Giderek bencilleşen, hedonistleşen, sorumluluklardan kaçan insanın ve hele de kadının tabiatına karşı çıkması ve mutluluğu muvakkat ilişkilerde aramasının diğer adı. Evliliklerin olmadığı veya çok geç olduğu durumlar ise topluma çok büyük maddi ve manevi zarar verir.

     İslam, evliliğe büyük ehemmiyet verir ve denklik esasına dayanarak genç yaştaki evlilikleri teşvik eder. Evliliği zorlaştırıp, fuhşiyatın yolunu açan Batı'nın aksine, insan fıtratına en uygun olanı emreder. Ergenlikten itibaren nefsini teskin etme gayretine giren gençlere güvenli limanı gösterir ve ailelerin de destek ve yardımlarıyla, zor dönemlerin rahat bir şekilde geçilmesinin yolunu açar.


ergenlik+kötü arkadaşlar+içki
ve kim bilir daha neler?
     4. Aile içi ilişkilerin soğukluğu ve çocukların aile içindeki durumu: Batı Dünyasının aile ve çocuk kavramları, bizim gibi toplumların bu alanlardaki anlayışlarından çok farklıdır. Aile fertleri bizdeki sıcaklık ve samimiyetten uzaktır. Ayni yatağa giren eşler arasında bile çoğu zaman mesafe vardır. Özel hayatlarında bile "özel hayat"ları vardır. Çocuklarla olan ilişki ise büyüdükçe açılır. Evladın, ebeveyn kontrolüne en çok ihtiyaç duyduğu ergenlikte, çocuk çevrenin insafına bırakılır adeta. İçki ve uyuşturucu iptilası, bozuk arkadaşlarla bir olup, çocuğun zaten, "birisi alsa da kurtulsam" ayarındaki ahlakını alıp götürür. Bir ömür boyu devam edecek kötü alışkanlıklar ve karşı cinsle olan hudutsuz ve yanlış münasebetlerin tohumları daha o zamandan ekilmiş olur.

     Oysa İslamiyet, aile içi ilişkilerin sıcaklık, samimiyet ve devamlılığına çok ihtimam gösterir. Vazifelerini ve duracakları yerleri iyi bilen eşler, çocukları başıboş ve çevrenin insafına bırakmazlar. İslamiyeti bilen ailelerde genel eğitim, ahlak ve din dersleri gayet erken yaşta başlar ve bunlarda devamlılık esastır. Her gün halden hale giren yeni yetmelerin ahvali daima kontrol altındadır ve yanlış görüldüğünde anında müdahale edilip, yanlışlar gösterilir, iyi ve doğru olanlar aşılanır. "Din bilgilerini büyünce öğrenir canım", "çocuğu kendi haline bırakın, gezip tozsun, gençliğinin tadını çıkarsın" gibi geleceğin katili ifadeler olmaz bu ailede.
 
    "Ama efendim, onlar çok gelişmişler, bilimde, teknolojide aşmışlar, demokrasiyi yalayıp yutmuşlar" gibi itirazların yükselmesi gayet normaldir. Bilimsel, ekonomik, sosyal gelişmelerin, insan haklarında gelinen noktanın yüksek görünmesi bazen bakanların gözünü perdeleyebiliyor. 200'e yakın süredir dünyanın hem maddi hem insani kaynaklarını sömürüp ekonomileri ateşleyen, homojen ve çok düşük azınlıklı devletlerinde kurdukları düzenlerle... evet, bazı şeyleri aşmış durumdalar. Zekalarını çok iyi kullandıkları ortada ama yüz sene gibi bir zamanda tıkanmanın ve tükenmenin eşiğine geldiler. İnsan kaynaklarının giderek daha da yabancılara muhtaç olması gerçeği ve alarm veren ekonomiler sanki bunun habercisi gibi.

   

30 Aralık 2014 Salı

Türk Muhafazakârını Kendinize Aşık Etmenin Püf Noktaları


     Türk muhafazakarı en asil duygunun insanıdır evet ama bazı konularda enteresan tutumlar ve düşünceler sergileyebilir. Özellikle orta yaş üstü olanlarında, devrin ve toplumun sebep olduğu bazı yıkıcı etkileri görebilirsiniz. Bahsedeceğimiz "Türk muhafazakarı" tipi, neredeyse 5 vakit namazını camide kılan, dini vecibelerini yerine getiren ama bunları yerine getirirken fazlaca kulaktan dolma çalışan, hacca biraz geç giden, gayet saf ve gayet iyi niyetli, haliyle toplumumuzda cereyan etmiş ve halen etmekte olan yozlaştırıcı faaliyetlerden, az ya da çok nasibini almış, Anadolu'da yaşayan veya bir vesileyle İstanbul'a gelip, kenarda köşede hayata tutunmaya çalışan bir insandır. Tedbirsizdir de maalesef... önüne sunulanları tüketmeye hazırdır, muhafazakar diye geçindiği halde. Eğer bu evsafta birini kendinize aşık etmek ve hatta -neden olmasın- kızına talip olmak niyetindeyseniz, dikkat edeceğiniz hususları aşağıya yazıyoruz:

     Piyasada dolaşan ne kadar sakallı cübbeli adam varsa dinden bahseden, hepsini alim evliya olarak bilin ve tanıtın. Hepsinin İslamiyet'in lehine çalıştığını, tasavvufta derin makamlara eriştiğini falan söyleyin ona.
Sakın, birçoğunun eski büyük tasavvuf alimlerinin mirasını yiyen, millete nafile ibadetleri yaptırıp, farzları ehemmiyetsiz gösteren, zikir adı altında çalgılı şarkılı "alem" yaptıran, din cahili birer tarikatçi olduklarını söylemeyin!

     Filistin'de mücadele eden herkesin ne kadar şahane müslüman ve mücahid olduğunu anlatın. Sakın, El FetihFilistin Kurtuluş Örgütü ve El Aksa Şehitleri Tugayı gibi örgütlerin Marksist ve Solcu birer teşkilatlanma olduklarını ve sağa-sola terörist saldırılarda bulunup, masumların kanına girdiklerini anlatmayın. Hatta Deniz Gezmiş'in ve Yaser Arafat'ın aynı davaya gönül vermiş "silah arkadaşları" olduklarını söylemeyin. Bizdeki ve dünyadaki Solcuların, Filistin'le neden bu kadar yakından ilgilendiğinden bahsetmeyin, hele birçok Filistinlinin Osmanlı Devletinden hoşlanmadığından hiç bahis açmayın.

     Aliya İzzetbegoviç'in ne kadar harika bir lider olduğunu, ülkesini "bilge bir kral" gibi yönettiğini, Avrupa'nın ortasında nasıl da adeta bir "İslam Devleti" kurmak yolunda olduğunu anlatın. Ondan birkaç aforizma patlatın.
Sakın, silahlanan ve meydan okuyan Sırpları ve onların çok bariz tehditlerini gördüğü halde, ordusu ve silahı olmayan bir devlet kurmaya çalıştığını, Batılılara çok fazla güvendiğini ve onların mutlaka yardım edeceğini düşündüğünü söylemeyin.

     Hacca ve/veya umreye gittiğinde, orada gördüğü sakallı (top sakallı idareciler de dahil tabi) Suudileri ve bilhassa Kabe'de ve Mescid-i Nebevi'de namaz kıldıran Abdurrahman es-Sudeys ve Suud eş-Şureym gibilerin müthiş alimler olduklarını, Müslümanların  önde gelenlerinden olduklarını anlatın ona.
Sakın bu Suudilerin, Sünni Müslümanların çoğuna, evliyanın kabirlerine tapan "müşrikler" gözüyle bakan Selefi Vahhabi tayfaya ait olduklarını söylemeyin.

     Müthiş hitabeti olan ve yaldızlı sözler sarfeden "ahir zaman" allamelerinin meal, tefsir ve Kuran'daki Din, Kuran'ı Anlamak, Kuran Müslümanlığı adı altında neşrettiği kitapların her evde bulunması gerektiğinden ve faydalarından bahsedin.
Sakın, bunların büyük kısmının kendi kendine yetişmiş!, din kitabı satıcılığından geçinen ve milletin kafasını çelen birer felsefeci ve din hırsızı olduklarını söylemeyin.

çok matah bir şeymiş gibi
pazarlanan resimli seccadeler
     Seccadelerin üstünde, cami ve hele de Kabe resimlerinin olması gerektiğini ve bu tür seccadelerin daha kıymetli olduğunu iddia edin.
Sakın, mukaddes yerlerin resimlerinin dahi üstlerine basmanın hürmetsizlik ve günah olacağını söylemeyin.

     Cami ve mescidlerin ne kadar büyük ve süslü olursa o kadar makbul ve kıymetli olduğunu hatırlatın. Büyük, şaşalı, süslü ve bol yazılı camilerin övünmekten başka bir işe yaramadığını, sadesinin ve yeterli büyüklükte olanın makbul olduğu hiç anlatmayın.

     Din ve Tasavvuf Müziği diye ihdas edilen müziğin ve icracılarının çok kıymetli ve numune insanlardan müteşekkil olduğunu anlatın.
Sakın, bu kitlenin kahir ekseriyetinin, diğer şarkıcılardan çok da farklı olmadıklarını ve kendisinin "günah" olarak bildiği şeyleri, bunların "gönül rahatlığı" ile işleyebildiğini hatırlatmayın.

     Seyyid Kutup, Hasen el Benna gibi, 20. yüzyılda ortaya çıkmış bazı Mısırlı ve Ortadoğulu aktivistlerin, büyük birer mücahid ve din müdafii  olduklarını hatta hayatlarını bu uğurda verdiklerini izah edin. Gerekirse birkaç afilli aforizma patlatın!
Sakın, bunların çoğunun fitneyi körükleyen din cahilleri olduklarını, kardeşler arası ve aile içi tefrikalara sebebiyet verdiklerini, binlerce gencin idamına ve daha fazlasının hapishanelerde çürümelerine yol açtıklarını ve "tefsir" adı altında kendi düşüncelerini "İslam" diye tanıtmak hevesinde olduklarını anlatmayın.

     Çalgılı ilahiler yayınlayan ve bağıra-bağıra dua edip, ateşli vaazlar veren vaizlerin cirit attığı radyo ve televizyon istasyonlarının inanılmaz hizmet yaptığını ve gençlerin hidayetine vesile olduğunu söyleyin ona.
Sakın bunları, gençleri İslamiyet'ten soğutan ve korkutan, yol bilmez cahil tarikatçi vaizlerin "show" yaptığı ve zorla milletin kafasına bir şeyler sokmaya çalıştığı mekanlar olarak göstermeyin.

     Bu etkili taktikler uygularsanız, Türk Muhafazakarını çok rahat bir şekilde elde edersiniz! Sayılan bütün maddeler tecrübe edilmiş ve efektif neticeler alınmıştır!

     Bu kıyağı de  kimse kimseye yapmaz bu zamanda ha, söyleyeyim!

22 Aralık 2014 Pazartesi

İslami Toplumların Sekülerleşmesinde Müziğin ve Müzisyenlerin Etkisi


     19. Yüzyılın sonlarında ve 20. Yüzyılın başlarında, İslamiyet'in zahiri koruyucularının (Osmanlı ve Babür İmparatorlukları gibi) hem nitelik hem de nicelik olarak zayıflaması ve nihayet yok olması neticesinde, artan Garplılaşma ve haliyle dinden uzaklaşma faaliyetlerinin sacayaklarından biri de (tıpkı sinema ve tiyatro gibi) müzik ve müzisyenler idi. Bunu, hem kendi coğrafyamızda hem de Ortadoğu denilen bölgede görmek mümkün. Evvela Osmanlı Devletinden arta kalan Türkiye topraklarındaki örneklerinden başlayacak olursak, Klasik Türk Müziğindeki durumu, Dini (ya da tasavvuf) Müziği diye ihdas edilen garabeti ve Cumhuriyet'in ilk dönemindeki kâri hatta hafız hatta cami imamı söz yazarı, bestekar ve icracıları yakından tahlil etmek gerekir.

     19. Yüzyılda Osmanlı Devleti, maddi ve manevi olarak zor günler geçiriyordu. Kendisini bitirmek ve mirasını paylaşmak için dışarıda bekleşen "akbaba"lara, içerideki, hem din hem de devlet idare etme cahili olan Jön Türkler ve devamındaki İttihad ve Terakki komitacılarının beceriksizliği ve acemiliği de eklenince, koca İmparatorluk çöktü. Devleti, son demlerinde idare edenlerin büyük çoğunluğu Batı hayranı, bir kısmı da "dinde reform" isteyen, Sünni İslam'dan hoşlanmayan tiplerdi. İçlerinde, hiç de azımsanmayacak sayıda gizli İslam düşmanları da vardı. Fransız ve diğer Batılı mürebbiyelerin elinde büyüyen bu "elitler", hoşlanmadıkları toplumu "dizayn etmek" için fırsat kolluyordu. Cumhuriyet'in tesis edilmesi ile birlikte de bu emellerine ulaşmış oldular.

Süleymaniye Camiinde bir ilk!
Türkçe hutbe ve hafız Sadettin Kaynak
     Toplumu, istedikleri gibi şekillendirme çabalarının bir parçasını teşkil eden, müzik ve müzisyenleri devletin idare biçimine adapte ve bunları topluma empoze etme faaliyetleri de hız kazandı tabi olarak. Bir yandan, "Öz Türkçe Kur'an okuyun", "Dininizi doğrudan Kur'an'dan öğrenin" "Türkçe ibadet isterük" gibi dayatmalarla, mealler ve tercümeler hazırlanırken, bir yandan da meşhur olmuş ve siyasi erk tarafından desteklenmiş kâriler ve hafızlar, camilerde ve  Cuma namazlarında, Türkçe ezan, hutbe ve Kur'an-ı kerim'in tercümelerini okuyordu. Bu tarihlerde namaz dahi Türkçe olarak kılınmaya başlanmıştı. Din görevlilerinde alışılagelen cübbe, sarık ve sakalın yerini, şapka, sinekkaydı tıraşlı yüzler ve kravatlı gömlekli kıyafetler almıştı.

     İslam Dinini, kendi idaresine göre şekillendirmeye ve -neden olmasın- tamamen ortadan kaldırmaya çalışan ilk dönem otoriteleri, tilaveti ve hıfzı güçlü olan zamanın "din adamı görünümlü" kişilerini gayet başarılı bir şekilde kullandı. Osmanlı'nın omurgasını oluşturan Ehl-i Sünnet vel Cemaat'ı, fazla "sert", yaşanmaz ve bağnaz bulan çevrelerin, aslının yerinde yeller esen Mevleviliğe, heterodoksiye, oradan da Pozitivizm ve din düşmanlığına varacak adımları, son derece etkiliydi. Bu, hafız ve kâri sıfatlarının arkasına gizlenmiş şahıslar, müziği dinin içine sokmak için bulunmaz bir nimetti. Klasik Türk Müziği diye bilinen alanda güfteler ve besteler yapanlar, diğer taraftan da Tasavvuf Müziği veya Dini Müzik denilen, eski ilahi ve dini eserlere, "çalgılı" kılıf sokarak uydurulan müzik türünde de faaldiler.

Sesiyle meşhur ünlü
okuyucu Kani Karaca
     Osmanlı sonrası dönemde dini eğitim alıp, kâri ve hafız ve bazen de cami imamı olan bazı musikiciler şunlardır: Hafız KemalRakım Elkutlu, Sadettin Kaynak, Kani Karaca, Bekir Sıtkı Sezgin, Amir Ateş. Bunların dışında, meşhur olmuş ve "Dini Müzik" denilen alanda da eserler vermiş birkaç kişi daha sayalım: Münir Nurettin Selçuk, Yesari Asım Ersoy, Çinuçen Tanrıkorur, Alaeddin Yavaşça, Dikkat edilirse bu isimlerin hepsi, Türk Sanat Müziği diye bilinen müzik türünün öncüleri, önderleri ve ilk akla gelenleridir. Bu ve bunların izinden gidenler"Kur'an ve tecvid eğitiminin musikimizi geliştirmemizde çok faydası olmuştur", "müzik benim için ibadettir", "Kur'an'ın kendisi baştan başa müziktir" gibisinden çok enteresan beyanatları vardır. Sesinin çok güzel olması hasebiyle muhafazakar kesimin gözdelerinden olan birisinin, mevlit okumaya başlamadan evvel, sesinin daha da güzelleşmesi için "iki tek attığı" bilinmektedir. Bilhassa Kani Karaca, bizim tedbirsiz muhafazakarımızın gözdelerinden biridir. Zaten çoğunun hayatı ve aile yaşantısı pek de öyle dini sayılabilecek bir türden değildir (meşhur olmaları ve aile hayatlarının bir dereceye kadar dışarıdan görünüyor olmasına istinaden).

     Dikkat edildiğinde, Sanat Müziği diye millete sunulan müzik türünde imanın altı şartından bazıları (kadere iman ve cennet cehennem yani ölümden sonraki hayat gibi) çok ciddi bir şekilde deformasyon ve dejenerasyona uğrar. Daha sonraları parlayan ve çok büyük kitleleri etkileyen müzik türü olan Arabesk de, "kadere isyan" olgusunu, kendisinden çok az farkı olan Sanat Müziğinden alarak, biraz daha üst seviyelere çıkarmaya uğraşmıştır.

     Normal şartlar altında, bu müzik dallarının ve bu dalların icracılarının, en azından, birbirlerinden hoşlanmaması lazım öyle değil mi? Yani, dünya ve dünyalık aşklardan ve şehvetlerden, hatta kadere razı olmamaktan bahseden, müptelaları tarafından "rakı ile en iyi giden müzik" diye taltif! edilen bir müzik ile, ilahi aşktan, tasavvufi ermişlikten ve dünyadan kesilmekten bahseden bir müzik (müziği dini bir kisve altına sokmaya çalışmak da apayrı bir cinayet zaten) türü, hangi ortak paydada birleşebilir... böyle bir şey mümkün mü? Düşünebiliyor musunuz; kadın, şehvet, dünyevi aşk, aşk acısı, karşı cinse kavuşma arzusu gibi kavramlardan bahseden acıklı şarkılar düzenler ve içki masalarındaki zevata derin "ahh"lar çektirenler, bir yandan da çalgılı mevlit ve ilahilerle -güya- dini eserlere sahip çıkıyor... olacak şey mi bu? Aslında mümkün... eğer birincisi vasıtasıyla, ikincisinin bahsettiği değerlerin içini boşaltmaksa maksadınız, pekala mümkün!

     Bu mevzuda elimizi güçlendiren bir diğer faktör, bunlara sahip çıkan, öven ve büyük sanatçı diye karşımıza çıkarmaya çalışan çevrelerdir. Kim bu çevreler peki? Tabi ki, dindarları "mürteci", "geri kafalı" diye aşağılayan ve onlara yukarıdan bakan medya, elit ve "aydın" diye geçinenler. Peki nasıl olur? Bu çevrelerin, dinen "doğru" olan bir şeyi desteklemeleri mümkün müdür?

     İslami toplumların dini hayatının yozlaştırılmasında müziğin çok etkili olduğu bir diğer bölge Mısır'dır. Mısır bilindiği üzere, Osmanlı'dan koptuktan sonra İngilizlerin kontrolüne geçti. İkinci Dünya Savaşından sonra ise din cahili idareciler başa geçti ve sonu gelmez diktatörlüklere yelken açtı. 20. Yüzyılla birlikte, Türkiye'de yaşananlara paralel gelişmeler oldu. Bu gelişmelerden biri de, zikrettiğimiz müzik ve müzisyenler konusu. Bir yandan Mısır'ın kendine has klasik müziği neşvünema bulurken, bir yandan da dünyevi aşklardan, sevgiliye kavuşmak ya da kavuşamamaktan bahseden güfteciler, besteciler ve şarkıcılar çoğaldı. Mısır'dan bariz iki örnek verelim: Biri Muhammed Abdülvehhab, diğeri de maalesef Ümmü Gülsüm. Muhammed Abdülvehhab, Mısır'ın en meşhur besteci ve icracılarındandır. Çağdaşı olan birçok müzisyeni beslemiş ve çok tutulmuştur.

Ümmü Gülsüm ve
Muhammed Abdülvehhab
     Türkiye'de bile, elit ya da biraz okumuş muhafazakar kesimin, söz arasında ya da bir vesileyle Ümmü Gülsüm'den bahsetmesi, bir üstünlük belirtisidir. "Doğu'nun yıldızı" de dahil olmak üzere birçok üstün sıfatla övülen Ümmü Gülsüm, gerçekten de Feyruz ve Asmahan  ile birlikte, Arap Dünyasının belki de en güçlü kadın sesidir. "Maalesef" dedik çünki Ümmü Gülsüm'ün, Mısır halkının dini olarak dejenerasyonunda katkısı vardır. Bir kadın olarak, kadın erkek karışık bir topluluğun önüne çıkıp, canlı olarak teganni etmesi (İslami bir toplumda olacak bir şey değildir normalde) hem de en meşhur olmuş şarkılarında (ki çoğu Muhammed Abdülvehhab imzalıdır) dünyevi aşkları masallaştırması, aşk acısı, ızdırabını ve kavuşma hayallerini, arabesk denilebilecek derecede icra etmesiyle, bu alandaki katkısı yadsınamaz (dini otorite diye geçinen çevrelerin Ümmü Gülsüm'ü ve sesini ısrarla haram noktasından uzaklaştırma gayreti de cabası). Ayrıca Ümmü Gülsüm ve buna benzer şarkıcılara, yukarıda andığımız çevrelerin sahip çıkması da tezimizi doğrular niteliktedir (en basitinden Ümmü Gülsüm konusunda derinlere dalan Cuhuriyet Gazetesi ve eklerini hatırlayın).

     Hasılı... mevlithan, sazende, hanende, meşk, fasıl gibi şeyler duydum mu tüylerim diken diken oluyor nedense!