Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: ilk Türkçe hutbe Follow my blog with Bloglovin
ilk Türkçe hutbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilk Türkçe hutbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2014 Pazartesi

İslami Toplumların Sekülerleşmesinde Müziğin ve Müzisyenlerin Etkisi


     19. Yüzyılın sonlarında ve 20. Yüzyılın başlarında, İslamiyet'in zahiri koruyucularının (Osmanlı ve Babür İmparatorlukları gibi) hem nitelik hem de nicelik olarak zayıflaması ve nihayet yok olması neticesinde, artan Garplılaşma ve haliyle dinden uzaklaşma faaliyetlerinin sacayaklarından biri de (tıpkı sinema ve tiyatro gibi) müzik ve müzisyenler idi. Bunu, hem kendi coğrafyamızda hem de Ortadoğu denilen bölgede görmek mümkün. Evvela Osmanlı Devletinden arta kalan Türkiye topraklarındaki örneklerinden başlayacak olursak, Klasik Türk Müziğindeki durumu, Dini (ya da tasavvuf) Müziği diye ihdas edilen garabeti ve Cumhuriyet'in ilk dönemindeki kâri hatta hafız hatta cami imamı söz yazarı, bestekar ve icracıları yakından tahlil etmek gerekir.

     19. Yüzyılda Osmanlı Devleti, maddi ve manevi olarak zor günler geçiriyordu. Kendisini bitirmek ve mirasını paylaşmak için dışarıda bekleşen "akbaba"lara, içerideki, hem din hem de devlet idare etme cahili olan Jön Türkler ve devamındaki İttihad ve Terakki komitacılarının beceriksizliği ve acemiliği de eklenince, koca İmparatorluk çöktü. Devleti, son demlerinde idare edenlerin büyük çoğunluğu Batı hayranı, bir kısmı da "dinde reform" isteyen, Sünni İslam'dan hoşlanmayan tiplerdi. İçlerinde, hiç de azımsanmayacak sayıda gizli İslam düşmanları da vardı. Fransız ve diğer Batılı mürebbiyelerin elinde büyüyen bu "elitler", hoşlanmadıkları toplumu "dizayn etmek" için fırsat kolluyordu. Cumhuriyet'in tesis edilmesi ile birlikte de bu emellerine ulaşmış oldular.

Süleymaniye Camiinde bir ilk!
Türkçe hutbe ve hafız Sadettin Kaynak
     Toplumu, istedikleri gibi şekillendirme çabalarının bir parçasını teşkil eden, müzik ve müzisyenleri devletin idare biçimine adapte ve bunları topluma empoze etme faaliyetleri de hız kazandı tabi olarak. Bir yandan, "Öz Türkçe Kur'an okuyun", "Dininizi doğrudan Kur'an'dan öğrenin" "Türkçe ibadet isterük" gibi dayatmalarla, mealler ve tercümeler hazırlanırken, bir yandan da meşhur olmuş ve siyasi erk tarafından desteklenmiş kâriler ve hafızlar, camilerde ve  Cuma namazlarında, Türkçe ezan, hutbe ve Kur'an-ı kerim'in tercümelerini okuyordu. Bu tarihlerde namaz dahi Türkçe olarak kılınmaya başlanmıştı. Din görevlilerinde alışılagelen cübbe, sarık ve sakalın yerini, şapka, sinekkaydı tıraşlı yüzler ve kravatlı gömlekli kıyafetler almıştı.

     İslam Dinini, kendi idaresine göre şekillendirmeye ve -neden olmasın- tamamen ortadan kaldırmaya çalışan ilk dönem otoriteleri, tilaveti ve hıfzı güçlü olan zamanın "din adamı görünümlü" kişilerini gayet başarılı bir şekilde kullandı. Osmanlı'nın omurgasını oluşturan Ehl-i Sünnet vel Cemaat'ı, fazla "sert", yaşanmaz ve bağnaz bulan çevrelerin, aslının yerinde yeller esen Mevleviliğe, heterodoksiye, oradan da Pozitivizm ve din düşmanlığına varacak adımları, son derece etkiliydi. Bu, hafız ve kâri sıfatlarının arkasına gizlenmiş şahıslar, müziği dinin içine sokmak için bulunmaz bir nimetti. Klasik Türk Müziği diye bilinen alanda güfteler ve besteler yapanlar, diğer taraftan da Tasavvuf Müziği veya Dini Müzik denilen, eski ilahi ve dini eserlere, "çalgılı" kılıf sokarak uydurulan müzik türünde de faaldiler.

Sesiyle meşhur ünlü
okuyucu Kani Karaca
     Osmanlı sonrası dönemde dini eğitim alıp, kâri ve hafız ve bazen de cami imamı olan bazı musikiciler şunlardır: Hafız KemalRakım Elkutlu, Sadettin Kaynak, Kani Karaca, Bekir Sıtkı Sezgin, Amir Ateş. Bunların dışında, meşhur olmuş ve "Dini Müzik" denilen alanda da eserler vermiş birkaç kişi daha sayalım: Münir Nurettin Selçuk, Yesari Asım Ersoy, Çinuçen Tanrıkorur, Alaeddin Yavaşça, Dikkat edilirse bu isimlerin hepsi, Türk Sanat Müziği diye bilinen müzik türünün öncüleri, önderleri ve ilk akla gelenleridir. Bu ve bunların izinden gidenler"Kur'an ve tecvid eğitiminin musikimizi geliştirmemizde çok faydası olmuştur", "müzik benim için ibadettir", "Kur'an'ın kendisi baştan başa müziktir" gibisinden çok enteresan beyanatları vardır. Sesinin çok güzel olması hasebiyle muhafazakar kesimin gözdelerinden olan birisinin, mevlit okumaya başlamadan evvel, sesinin daha da güzelleşmesi için "iki tek attığı" bilinmektedir. Bilhassa Kani Karaca, bizim tedbirsiz muhafazakarımızın gözdelerinden biridir. Zaten çoğunun hayatı ve aile yaşantısı pek de öyle dini sayılabilecek bir türden değildir (meşhur olmaları ve aile hayatlarının bir dereceye kadar dışarıdan görünüyor olmasına istinaden).

     Dikkat edildiğinde, Sanat Müziği diye millete sunulan müzik türünde imanın altı şartından bazıları (kadere iman ve cennet cehennem yani ölümden sonraki hayat gibi) çok ciddi bir şekilde deformasyon ve dejenerasyona uğrar. Daha sonraları parlayan ve çok büyük kitleleri etkileyen müzik türü olan Arabesk de, "kadere isyan" olgusunu, kendisinden çok az farkı olan Sanat Müziğinden alarak, biraz daha üst seviyelere çıkarmaya uğraşmıştır.

     Normal şartlar altında, bu müzik dallarının ve bu dalların icracılarının, en azından, birbirlerinden hoşlanmaması lazım öyle değil mi? Yani, dünya ve dünyalık aşklardan ve şehvetlerden, hatta kadere razı olmamaktan bahseden, müptelaları tarafından "rakı ile en iyi giden müzik" diye taltif! edilen bir müzik ile, ilahi aşktan, tasavvufi ermişlikten ve dünyadan kesilmekten bahseden bir müzik (müziği dini bir kisve altına sokmaya çalışmak da apayrı bir cinayet zaten) türü, hangi ortak paydada birleşebilir... böyle bir şey mümkün mü? Düşünebiliyor musunuz; kadın, şehvet, dünyevi aşk, aşk acısı, karşı cinse kavuşma arzusu gibi kavramlardan bahseden acıklı şarkılar düzenler ve içki masalarındaki zevata derin "ahh"lar çektirenler, bir yandan da çalgılı mevlit ve ilahilerle -güya- dini eserlere sahip çıkıyor... olacak şey mi bu? Aslında mümkün... eğer birincisi vasıtasıyla, ikincisinin bahsettiği değerlerin içini boşaltmaksa maksadınız, pekala mümkün!

     Bu mevzuda elimizi güçlendiren bir diğer faktör, bunlara sahip çıkan, öven ve büyük sanatçı diye karşımıza çıkarmaya çalışan çevrelerdir. Kim bu çevreler peki? Tabi ki, dindarları "mürteci", "geri kafalı" diye aşağılayan ve onlara yukarıdan bakan medya, elit ve "aydın" diye geçinenler. Peki nasıl olur? Bu çevrelerin, dinen "doğru" olan bir şeyi desteklemeleri mümkün müdür?

     İslami toplumların dini hayatının yozlaştırılmasında müziğin çok etkili olduğu bir diğer bölge Mısır'dır. Mısır bilindiği üzere, Osmanlı'dan koptuktan sonra İngilizlerin kontrolüne geçti. İkinci Dünya Savaşından sonra ise din cahili idareciler başa geçti ve sonu gelmez diktatörlüklere yelken açtı. 20. Yüzyılla birlikte, Türkiye'de yaşananlara paralel gelişmeler oldu. Bu gelişmelerden biri de, zikrettiğimiz müzik ve müzisyenler konusu. Bir yandan Mısır'ın kendine has klasik müziği neşvünema bulurken, bir yandan da dünyevi aşklardan, sevgiliye kavuşmak ya da kavuşamamaktan bahseden güfteciler, besteciler ve şarkıcılar çoğaldı. Mısır'dan bariz iki örnek verelim: Biri Muhammed Abdülvehhab, diğeri de maalesef Ümmü Gülsüm. Muhammed Abdülvehhab, Mısır'ın en meşhur besteci ve icracılarındandır. Çağdaşı olan birçok müzisyeni beslemiş ve çok tutulmuştur.

Ümmü Gülsüm ve
Muhammed Abdülvehhab
     Türkiye'de bile, elit ya da biraz okumuş muhafazakar kesimin, söz arasında ya da bir vesileyle Ümmü Gülsüm'den bahsetmesi, bir üstünlük belirtisidir. "Doğu'nun yıldızı" de dahil olmak üzere birçok üstün sıfatla övülen Ümmü Gülsüm, gerçekten de Feyruz ve Asmahan  ile birlikte, Arap Dünyasının belki de en güçlü kadın sesidir. "Maalesef" dedik çünki Ümmü Gülsüm'ün, Mısır halkının dini olarak dejenerasyonunda katkısı vardır. Bir kadın olarak, kadın erkek karışık bir topluluğun önüne çıkıp, canlı olarak teganni etmesi (İslami bir toplumda olacak bir şey değildir normalde) hem de en meşhur olmuş şarkılarında (ki çoğu Muhammed Abdülvehhab imzalıdır) dünyevi aşkları masallaştırması, aşk acısı, ızdırabını ve kavuşma hayallerini, arabesk denilebilecek derecede icra etmesiyle, bu alandaki katkısı yadsınamaz (dini otorite diye geçinen çevrelerin Ümmü Gülsüm'ü ve sesini ısrarla haram noktasından uzaklaştırma gayreti de cabası). Ayrıca Ümmü Gülsüm ve buna benzer şarkıcılara, yukarıda andığımız çevrelerin sahip çıkması da tezimizi doğrular niteliktedir (en basitinden Ümmü Gülsüm konusunda derinlere dalan Cuhuriyet Gazetesi ve eklerini hatırlayın).

     Hasılı... mevlithan, sazende, hanende, meşk, fasıl gibi şeyler duydum mu tüylerim diken diken oluyor nedense!