Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Aydın Yabancılaşmasının Mücessem ve "Müstesna" Karakterleri

     "Aydın" denilen ve kitleleri etkileyip peşinden sürükleyebilen okumuş tayfanın bir topluma nasıl derinlemesine zararlar verebileceğini ve bu zararın nasıl nesiller boyu silinmez yaralar bırakabileceğini tarih bize açıkça gösteriyor. Bir önceki yazıda değinilen teorik bilgilere istinaden biraz pratik yapalım ve hem içinden çıktığı millete hem de o milletin mukaddesatına yabancılaşmış hatta düşmanlaşmış zatlara misaller verelim. Aşağıdakiler, zikredilmesi gereken zevattan pek az bir kısmını teşkil etse de, hem temsil ettikleri dönem ve fikri gün ışığına çıkarması hem de ardından bıraktıkları tahribatların pek büyük olması nedeniyle seçilmiştir. Kemal Sunal filmlerinin Türk aile yapısına ve ahlaka verdiği zararın arka planını fikren ve bilerek dolduran senarist ve yönetmen tayfasına tabi ki daha çok yer ayırdık ki, millet bu "film" diye yutturulan ahlak aşındırıcılarını iyi tanısın:  

Mustafa Reşit Paşa: Osmanlı'nın eksenini  kaydıran ve yörüngesinden çıkaran en mühim aktörlerden biridir. Londra sefaretinde mason olmuştu. İngilizlerle beraber tasarladıkları Tanzimat Fermanı denilen garabeti devreye soktu. Medreselerden fen dersleri kaldırılarak, din adamları cahil bırakılmaya çalışıldı. 19. yüzyılın ikinci yarısının bozulması ve devletin esas yozlaşmasının mimarlarındandır.

Namık Kemal: Babası Yenişehirli Mustafa Asım Beydir. Dedesi Abdüllatif Paşa, annesinin babasıdır ve Namık Kemal yanında ve tesirinde kalmıştır. Dedesinin Bektaşi bulaşıklığı tabi olarak kendisine de geçmiştir. Mason olduğu bilinmektedir. Rakı ile münasebeti fazlacadır. İki tarafı keskin bıçak gibi bir sağa bir sola saldırmışlığı vardır. Hatta arkadaşı olduğunu iddia ettiği Ziya Paşa'yı da jurnallemiştir.

İbrahim Temo: İttihad ve Terakki’nin kurucu beyin ve motorlarından biridir. Bütün Müslümanların Halifesi 2. Abdülhamit Han düşmanıdır haliyle.

Şemsettin Günaltay: Din Tarihi müderrisi iken, sonradan Cumhuriyet Halk Fırkasından mebus olmuştur. 

Ebcioğulları: Bu soyadını genelde müzik ve yazarlıktan (Hikmet Münir ve Fecri kardeşler) tanırız ama bu soyisimde başka kişiler de var. Aslı terzi olan ve Tercüman gazetesinde gazetecilik yapan Enver Ebcioğlu’nun Paris’teki yeri Bektaşilerin ve dolayısıyla masonların toplanma yerlerinden biri. Attila İlhan kendisini hayırla! yad eder.

Muhsin Ertuğrul: “Moskova, uyanan dünyanın yeni Kabesidir, ben yaptığım bu hacda yeni imanımın ışıklarını buldum.” gibi sözler sarfeden ve Nazım Hikmet'in yakın arkadaşı tiyatrocu. 1922-1939 yılları arasında memlekette “tek” film çeken de bu imiş!


Nereden yozlaştıracağını iyi bilen
öncülerden biri Hasan Ali Yücel
Hasan Ali Yücel: “Köy Enstitüleri” ve “çağdaşlaşma” başlıkları altında, Anadolu çocuklarını yozlaştırmak politikasının ileri gelenlerindendir. Hem mason hem Mevlevidir. “Babaya bak da oğlunu al” dememişler gerçi ama, mahdumu Can Yücel için fazla bir şey söylemeye gerek yok herhalde. Aslında Hasan Ali karakteri, Kemal Sunal filmlerindeki laik, dine uzak ve dini dindarlardan daha iyi bildiğini sanan ve “çağdaş” esas oğlanın ta kendisidir. Bunun tam karşısındaki kötü karakter kim biliyorsunuz zaten... “geri ve örümcek kafalı irticacılar”!

Oktay Rifat: Meşhur şair, yazar ve “Garip” akımının başlatıcılarından olmasının yanı sıra, Nazım Hikmet’in de kuzenidir. Eserlerinde içki “su” gibi akar ve kendini “sosyalist” olarak tanımlar. Babası Samih Rıfat (Yalnızgil) ve amcası Alı Rıfat Çağatay’dır. Ali Rıfat musikicidir ve Bektaşi meşrep olarak bilinmektedir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Bektaşi tekkesi müdavimlerinden.

Abdülbaki Gölpınarlı: Ashaptan bazılarına düşmanlığı ile tanınan meşhur bir Mevlevi çığır açıcılardandır. Tarif ettiği Mevlana ve tasavvuf ile gerçek Mevlana ve tasavvuf arasında dağlardan daha büyük farklar vardır. Gel gör ki akademisyendir, lafı dinlenir. 

Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı): Robert Kolej’de tahsil görmüş desek.

Hakkı Devrim: İçindekilerini bir programda kaçırıveren, bu topraklara ve insanlarına çok uzak kişilerden sadece biri.

Memduh Ün: Kanlı Nigar gibi, İslam düşmanlığının ve dini değerle açıkça dalga geçmenin su üstünde açıkça göründüğü filmlerin senarist, prodüktör ve yönetmenlerinden biri.

Ertem Eğilmez: Şaban’lı, Ramazan’lı, Apti’li filmlerin yönetmeni.

İhsan Yüce: Kibar Feyzo adlıhakaret gibi filmin senaristi. Sunal’ın ve bu tayfanın birçok filminde rol almış, “hacı” veya biraz daha muhafazakar ve kötü tiplemeleri milletin gözüne sokmuştur. Senarist kimliği vardır ve şairdir bir yandan da. Türk toplumunun dejenerasyonunda unutulmaz katkıları vardır. 

Atıf Yılmaz: Kibar Feyzo ve Dolap Beygiri gibi ahlaksız yapımların yönetmenidir. Vedat Türkali'nin kızı Deniz Türkali idi son eşi. 

Cumhuriyet Gazetesinin şişirmelerinden
sadece biri; Rıfat Ilgaz
Rıfat Ilgaz: Bir zamanların mahalle baskısı başlatıcısı yayın organı Cumhuriyet gazetesinin arkasında durduğu, Aziz Nesin ve Vedat Türkali’nin “yol” arkadaşlarından biri. “Hababam Sınıfı” adlı eserinden tanınır genelde.

Kartal Tibet: “Tarkan Filmleri” diye bilinen ucube ve zerre orjinallik taşımayan eserlerin başrol oyuncusu olarak tanınsa da, genelde Şalvar Davası, Zübük, Şark Bülbülü gibi, milli değerlerimizle pek örtüşmeyen filmlerde, yönetmen sıfatıyla anılmıştır.

Zeki Müren: Milletimizin kallavi sese ve ağdalı konuşanlara duyduğu hayranlığın ispatlarından biri. Normalde bu görünüşte birinin, ülkemizde herhangi bir sahada barınması mümkün değil iken, Müren istisnalardan biri olmuş, istisna da ne kelime, doğrudan doğruya dokunulmaz bir “tabu” oluvermiştir. Aslında herkes iyi kötü düşünmüştür, nasıl bir şey olduğu konusunda ama “Sanat Güneşi”, büyük sanatçı gibi mahalle baskısı kokan sert müdahaleler altında, olduğu gibi kabul edilme yöntemi tercih edilegelmiştir. Bir de... kendisi “çok yoğun şöhret zehirlenmesi” yaşayan meşhurlardan biridir.
Zeki Müren, Müzeyyen Senar, rakı ve TSM
hem içki hem de müzik "Milli" olunca
oluşabilecek tahribatın farkında mısınız?

Müzeyyen Senar: Osmanlı’dan çıkan bir milletin önünde çıkıp, dünyevi aşklar ve karşı cinse kavuşmak üzerine şarkı söyleyen, rakıyla özdeşleşmiş muganniyelerden biri. Böyle bir tahribatı milyon tane misyoner bir araya gelse gerçekleştiremez, “muhafazakar” diye geçinen bir topluma. Türk Sanat Musikisi nâm şeyi daha dinlemeden sadece ismini duysanız bile, bazı kesimlere “rakı” çağırışımı yapması nasıl bir “milli”liktir anlamak mümkün değil zaten! Rakı ile özdeşleşmiş bu müzik türünün bestecisi, güftecisi ve icracısı, bu eserleri vücuda getirirken, paralel bir zamanlama ile Tasavvuf Müziğine de katkı! vermişlerdir.

Haldun Taner: Kabarenin Türkiye’deki öncülerinden. Kaleme aldığı bu kabarelerini çoğunlukla Zeki Alasya, Metin Akpınar ve o dönemlerin dinle alay edebilme kapasitesi en yüksek oyuncuları sergilemiştir. Bilhassa bu kadro ile sahnelenen her komedi oyunu, İslamiyet’e ince ince laf sokmak ve dinle alay etmek detayları taşır.

Yine hacı ve yine üçkağıtçı
yardımcısı da kim tahmin edin
Ali Şen: Komedi filmleri adı altında muhafazakar diye geçinen kanallarda dahi yayınlanan filmlerin kapitalist ve çok zaman “dinci” karakteri. Birçok rolünde isminin önünde “Hacı” ibaresi izleyicinin kulağına ve gözüne ısrarla sokulur. Düzenini bozdurmamak için dini, mukaddesatı ne varsa kullanır bunun tiplemeleri. Tahribatı olabildiğince vermek isteyen senarist ve yönetmenlerin "alter ego"sudur adeta.

Metin Akpınar – Zeki Alasya: Bu ikiliyi filmleri ve kabarelerinden tanıyoruz. Filmleri bu açıdan fazla kayda değer olmasa da, kabare tarzı oyunlarında, inanılmaz bir dejenerasyon faaliyeti dikkat çeker. Bilhassa Akpınar bu işte çok ustadır. Dini bilgilere de olan hakimiyeti sebebiyle, hemen hemen her oyunda İslam’ın tazim etmesini emrettiği bir şeyi tahkir, tahkir edilmesi emrettiği şeyleri de tazim eder. Hasılı, Akpınar-Alasya önderliğinde karşınıza çıkan kabare tarzı bir şeyler varsa, komedi adı altında, farklı taraflara kanalize etme fikriyatına hazır olun.

Alasya dini siyasete alet eden bir siyasetçi
Akpınar da modern dindar "tiyatrosu"yla
her oyunda İslamiyet'le alay etmeye devam 

Belki daha eklemeler olur... 

14 Temmuz 2016 Perşembe

Aydın Yabancılaşmasından Kemal Sunal'a Giderken "Sağ"da bir 15 Dk Mola Vereydik!

        Söz, Kemal Sunal filmlerinin İslamiyet'e ve Müslümanlara verdiği zarardan açılınca, "argüman" demeye pek dilin varamayacağı enteresan kontra çıkışlar yaşandı. Kimi "olur mu öyle şey" deyip okuma zahmetine girmeden laf sokma derdine girişti. Kimi sövmek için zemin arıyordu, onu dile getirip, biraz olsun rahatladı. Kimi “ölünün arkasından konuşulmaz” dedi ki, “ölülerinizi hayırla yad ediniz” hadisinin tezahürüdür bu söz, orası tamam. Ama İslamiyet’e zarar veren, Müslümanları yozlaştırmaya çalışanların faaliyetlerini açığa çıkarmamak veya görmezden gelmek, başka bir hadisin korkunç tehdidi ile karşı karşıya getirir akıl sahiplerini ki; “hakkı bildiği halde söylemeyen ve haksızlığa susan, dilsiz şeytandır” mealindedir. Kimi tırnak içerisindeki ifadeleri anlamaktan acizdi ve tamamen başka bir tarafa yöneldi. Kimi "o sadece oyuncu, senaristlere bakın" gibisinden, oldukça saf sayılabilecek çıkışlar yaptı (o senaristlere de değineceğiz zaten). 

Dine mesafeli olan ve dinini iyi bilmeyen zevat ise, "dine zarar vermiyor, aksine..." gibi mantık ilmi açısından pek sıhhatli sayılamayacak argümanlar üretme derdine düştü. Peki neden her zaman için bu çıkarcı ve üçkağıtçı “dinci”nin karşısına dinle pek alakası olmayan kahramanlar çıkıyor. Bunların karşısına dinine uyan ve aynı zamanda insan haklarına ve kul hakkına çok dikkat eden birini çıkartmıyorlar desen cevap olacak mı peki... hiç sanmam! Üstüne bir de "Arkadaş, sen dini iyi bilmediğin için, ona zarar veya yarar veren şeyi bilemiyor olabilir misin acaba?" diyecek olsan, iş daha da büyüyecek (Ahmet Çakar da anılmış oldu bu vesileyle).

Gerçi mevzu biraz daha uzayacak ama Kemal Sunal’la özdeşleşen bu filmleri tahlil ederken başka şeyler de akla gelmiyor değil. Mesela bu ufak çaplı “halk kahraman”ımız zina yapar, adı “çapkınlık” olur, sarhoş olur ama “çakırkeyif” diye taltif edilir, dedikodu, gıybet cinsi bütün dil afetlerini pervasızca söyler, “içini döktü” denir, kumarın dibine dibine vurur, adını “şans” koyarlar. Yani bu kahramanımız yanlış yaparken dahi karakteri cilalı ve hata yapmazdır.

     Madem bu kadar uzadı, hadi biraz daha! Bir kıyas var ki, milletimizin imanına tasallut ile günaha sokma arasındaki farkı bilmediğini açıkça gösteriyor. İddia şu, "Kemal Sunal tamam da ya şimdiki dizi, yarışma ve TV şovları. Bunlar onun filmlerinden daha ziyade zarar veriyor". Tamam bu iddia bir yere kadar doğru, yani ikisi de zararlı. ama şöyle kocaman bir fark var; Kemal Sunal ve buna benzer kadrolu ve maksatlı filmlerde, insanı doğrudan küfre sokacak, başka bir deyişle, gülünse veya onaylansa dinden çıkaracak sahneler var. Nedir buna neden olan kaide; İslamiyet'in tazim edilmesini emrettiği şeyleri tahkir ve tahkir edilmesini emrettiği şeyleri tazim etmek küfürdür. Buradaki alçaklık çok daha büyük, bilinçli ve bir gaye uğruna yapılıyor. Bu filmleri yapan, yazan, yöneten tayfanın büyük çoğunluğu nereden saldıracağını bilenlerden oluşuyor.

     Gelelim zararlı olan ve reyting uğruna sahnelenen dizi, yarışma ve televizyon şovlarına. Evet, bunların da bir kısmında yukarıda sayılan güdümlü ve maksatlı çalışanlar yok değil. Ama büyük kısmı reyting ve dolayısıyla para kazanmak için, genelde din cahili olan kişiler tarafından hazırlanan gösteriler. Bu gösteriler insanı günaha sokabilir ama küfre düşmek yanında günaha girmek, kıyas kabul edecek bir şey bile değildir. 

     Zaten televizyon denilen şey bir eğlence vasıtasıdır. Bu zamanda bunun sağlayacağı eğlenceye kendini kaptırırsan (ki onların istediği de bu) muhakkak bir ziyana uğrayacaksındır. Bu yukarıda sayılan iki zarardan, bilinçli bir şekilde kaçabilen babayiğit de gelsin, başımın üstündeki yerine otursun elbet!

Neyse... gelelim sadede. Yukarıda açıklanan konuya paralel olan, daha doğrusu biraz derini olan bir mevzuya değinmek, hem Kemal Sunal'lı, Şener Şen'li, İlyas Salman'lı, Adile Naşit'li, Münir Özkul'lu, Müjde Ar'lı (soyisimdeki ironiye bak)  filmleri hem de bu filmleri vücuda getirmekte çok ısrarcı olan güruhunu daha yakından tanımak için iyi bir fırsat sunacaktır.

Yazar Mahmut Çetin'in mühim eseri
"Aydın Yabancılaşması"
O da; Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinmesine aşağı yukarı 80-100 evvelinden başlayıp, yıkılmasıyla hız kazanıp, önüne geleni taşkın sel gibi silip süpüren, yazar ve araştırmacı Mahmut Çetin'in deyimiyle "üstseçkin heterodoksi" yani "Aydın Yabancılaşması" ve bunun gerçek isimler üzerinden incelenmesi konusu. (Erkenden altını çizmek lazım, aşağıdaki yazının bir kısmı, kendisinin "AydınYabancılaşması" isimli kitabından esinlenecektir).

     Pek fazla geriye gitmeden, çok basit, etkili ve neticesi belli olan şu formül bize ışık tutacaktır yol boyunca: Bu topraklardaki çürüme, erozyon, kayma ve sapma eğilimlerinin temelinde, 
Sünni İslam'ı (yani Ehl-i Sünnet vel Cemaat) beğenmemek, İslamiyetin emirlerini, tatbik etmek açısından ağır bulmak ve haramlardan sakınmak istememek gelmektedir. Bu akılda bulundurulduğunda, problemleri çözüvermek gayet basittir. Sünnilik zor tabi, ibadet yapacaksın, haramlardan sakınacaksın... hem ruhunu teslim etmen hem de bedenini günlük, haftalık, aylık ve yıllık talimlerle ruhuna yakınlaştırman lazım. “Dünyaya bir kere” gelenler için çok sıkıcı işler haliyle. Timur Han'ın kovaladığı Hurufilerin Anadolu topraklarına ve Bektaşi tekkelerine sızması da, bu kayma ve çözülmeyi tetikleyen etkenlerden biridir. Osmanlı yıkılırken ve yeni devlet tesis edilirken de BektaşiMevlevi (Mevlevi derken sakın bunların büyük İslam alimi ve veli Mevlana Celaleddin-i Rumi ile karıştırmayın zira son 150 senin Mevleviliği ile o büyük isim arasında, itikat dahil hiçbir benzerlik yoktur), Melami ve Kalenderi görüştekiler, "asli unsur" olmuştu.
Koskoca devletin canına okuyan
Enver-Talat-Cemal Paşalar

     Çok ayrıntılı olan konunun devamında, biraz kestirmeden gidip şöyle diyebiliriz: Çeşitli vesilelerle
yabancılaşan aydınlar, önlerindeki en büyük engel olan Osmanlı Devletini yıktıktan sonra, ellerindeki silahlarla toplumu istedikleri gibi şekillendirmek için kolları sıvadı. Devlet-i Ali Osmani'yi parça pinçik eden İttihad ve Terakki Cemiyetinin Bektaşilik ve Masonluk ile sıkı fıkı olduğu zaten malum. Yeni devletin teşekkülü ile birlikte, “Fransız mürebbiyelerin” ellerinde büyüyen elit tabaka hemen yeni düzene ayak uydurdu. Şeyh, paşa, vali, alim hatta şeyhülislam çocukları, seküler aydınlanmanın öncüleri olarak, şair, romancı, tiyatrocuressam, heykeltıraş, senaristyönetmenkanaat önderibesteci, müzisyenaktör hatta meşhur siyasetçiler olarak arz-ı endam etti. Peki, yabancılaşmış ve yabancılaşmaya devam eden aydınımızın elinde ne vardı: Aslında müthiş enstrümanlar sunuyordu 20. yüzyıl; tiyatro, müzikal, spor, sinema, müzik, edebiyat, heykel, resim, kabare, temsil... hasılı, güzel sanatlar diye yutturulmaya çalışılan şeylerin her biri.

      Artık bir kadın, erkek-kadın karışık bir topluluğun karşısına geçip, dünyevi aşklardan ve aşığa kavuşmaktan, hatta daha da mahrem şeyler hakkında, çeşitli vesilelerle yabancılaşmış müzisyenlerin beste ve güftelerini icra edebiliyordu. Bir adım daha ilerisine geçelim; Tasavvuf Musikisi diye, dindarları tavlama maksatlı tuzaklar kuruldu. Sinema filmlerinde dindar tiplemeler kötü, örümcek kafalı, onların tam tersi olan iyi karakter de, olabildiğince dinden uzak (en azından Sünni İslam’dan) gösteriliyordu. Resim ve heykel adı altında, en müstehcen ve yozlaştırıcı eserler milletin gözüne sokuluyordu. Kabare ve müzikal adı altında, kadın haklarına çok riayet ettiğini iddia eden maskeli sekülerler, hem onları alçalttı hem de türlü türlü ahlaksızlığı milletin ve hatta onların çocuklarının önüne sundu.

      Bu dejenerasyon ve tepeden inme kalıba sokma faaliyeti milenyuma kadar devam etti. Milenyum başlarken, bütün çabalara, bütün gayretlere rağmen Türk Milleti, mukaddesatına tasallut olan bu çapulcu parazitlere okkalı bir sille patlattı. Şimdilerde bu zararların izleri çok yavaş da olsa, silinmeye, her tarafa bulaşmış pislikler temizlenmeye çalışılıyor.



1 Mayıs 2016 Pazar

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 3

önceki konulardan 

devam edecek olursak...


     12. Tedbirli Müslüman, Seferilik mesafesinin Hanefi Mezhebinde 104 kilometre olduğunu bilir ve ona göre davranır: Hanefi Mehebinde sefer mesafesi yaygın genel kanaatin aksine 90 km. değil, 104 kilometredir. Diğer üç mezhebde ise 80 km.dir. Yani Hanefi'de üç günlük yol olan 18 fersahtır ki, 1 fersah 6 km civarıdır. Dolayısıyla seferiliği 90 km alanlar, namazların kasrı konusunda ciddi sıkıntılar yaşamakta ve yaşayacaklardır.

     13. Tedbirli Müslüman, zekat nisabının 96 gram olduğunu bilir: Hanefi'de zekat nisabı 20 miskal altın yani doğru hesaplama ile 96 gramdır. Yanlış hesapla 80 gramdır demek yanlış olur ve nisap miktarı yerine getirilmediği için, farz yerine getirilmez, nafile olan sadaka verilmiş olur. Ve malum olduğu üzere, dünya kadar sadaka verilse, farz olan zekatın yerini tutmaz, borç yerine getirilmiş olmaz.

daha düne kadar 6 sıfırı vardı
şimdi façası alındı sadece "1" oldu
     14. Tedbirli Müslüman, zekatını kağıt para cinsinden vermez, tedbirsiz olanı ise, "bu zamanda öyle şey mi olurmuş" diye, bir de itiraz eder: Kağıt paraların (aynı çek ve hisse senetleri gibi) değerleri itibaridir yani hükumet veya devletin belirlediği değerdir. Altın ve gümüş gibi kıymeti kendinden değildir. Devletin sahip olduğu altın miktarının karşılığı olarak basılan ve üzerine rakamlar konulan kağıtlardır. Fıkıh kitaplarında, altın ve gümüş dışında, her ne kadar geçer akçe olsa da bakır veya başka herhangi bir akçe ile zekat verilemeyeceği, bunların değeri kadar altın ve gümüşle verileceği yazıyor. Zekat ya altın ve gümüşle veya ticaret yapılan maldan verilir. Yani, dinini kayıran ve ona uymaya çalışan bir müslüman, elindeki kağıt paraların zekatını altın olarak fakire verir ve böylece Allah'ın emrini, İslam Alimlerinin bildirdiği şekle uygun olarak yerine getirir ve bir büyük günaha girme ihtimalinden kaçar.

durun hemen kaçmayın yahu
zuhr-i ahir n'olacak?
     15. Tedbirli Müslüman, Cuma Namazının farzını kıldıktan sonra, dört rekat da zuhr-i ahir namazı kılar, tedbirsiz olanı ise farzı kılar kılmaz camiden çıkmak için koşturur: Malum olduğu üzere, Cuma Namazının birçok eda ve vücub şartları vardır. Bunlardan biri veya birkaçı olmadığında, namaz sahih olmayabilir. Asr-ı Saadette ve Hulefa-i Raşidin döneminde, Cuma Namazı hep tek bir mecitte kılınırdı. Bu uygulama uzun bir süre devam etmiş ve birden fazla camide kılınmaya başladıktan sonra, eskiden beri uygulanagelen sünnet olan şeklin terki korkusu ile fıkıh alimleri çare aramış ve "zuhr-i ahir" yani, Cumanın Namazından sonra, o vaktin henüz çıkmamış öğle namazı farzı da kılınması ihtiyat olur denilmiştir. Zaten eğer Cuma Namazı tek mescitte kılınmış ve kabul olmuşsa, sonradan kılınan, eğer o cinsten bir kazası varsa, herhangi bir kaza namazı yerine geçeceği veya en azından nafile olacağı için, herhangi bir kayıp söz konusu değildir.

     16. Tedbirli Müslüman, ölüleri için iskat yaptırır, tedbirsiz olanın ise iskattan haberi yoktur veya namaz için iskatı inkar eder: Vefat eden müslümanlar için iskat yaptırmaktan kaçınmamak ve bunu muhakkak yerine getirmek, her işini ihtiyatla yapan bir müslüman için vazifedir. Zira çok kıymetli fıkıh kitaplarında, bu mevzu bir gereklilik olarak yerini bulmuştur.

kaza yap sana verelim
yoksa verdiklerin hep bizde kalır
     17. Tedbirli Müslüman hayat, kaza gibi sigortalara bulaşmaz, tedbirsiz olanı ise, sigortanın dindeki yerinden haberi yoktur: Hayatımıza, 20. yüzyılla (en azından batıdan ithal ettiğimiz diyelim) birlikte giren yeniliklerden biri daha. Esasında İslamiyet'in tam manasıyla tatbik edildiği yerlerde, böyle bir oluşuma ihtiyaç yoktur. Çünkü Beyt-ül Mal, zekat, uşur ve vakıflar gibi müessesler bu işi görmeye yetiyor. Ancak gelinen noktada, sigorta denilen şey, birçok şekle girerek, her sahada karşımıza çıkıyor. Mesela bunlardan biri olan "hayat sigortası" veya "ferdi kaza sigortası" adı altında peyda olan şeyler, muhtemel olan bir tehlikeye bağlanan akitler oldukları için (kumar gibi yani) Dar-ül İslam'da haramdır. Yani potansiyel bir tehlike karşılığında, "bak biz senden her ay düzenli para alalım, eğer sen kaza geçirir veya ölürsen bu parayı sana veya ailene veririz, hiçbir şey olmazsa da para zaten bizde kalacak" yapılan bir anlaşmadır ki, şu haliyle bir kumardır.

devamı...