İslam tarihinde bazı şahsiyetler, çok uzun süreden beri alevli tartışmaların odağında yer almıştır. Mısır'dan toplaşıp gelen azgın Kıptilerin, Medine'yi basması ve Hz. Osman'ın şehid edilmesinin ardından, daha Hicri 35'li yıllarda, olaylara hissi yaklaşan, tarafsızlıktan uzak ve çıkarcı kimi tarihçilerin de yangına körükle gitmesiyle, ileride çok daha derin uçurum ve düşmanlıklara sebebiyet verecek üzücü hadiseler yaşanmaya başlandı. "İnsanların, Peygamberlerden sonra en üstünleri" olarak methedilen ve "Sahabe-i Kiram" gibi üstün bir sıfatla bilinen zatların arasında vuku bulan, doğru okunmadığında ise "iman"ın kendisini dahi tehlikeye sürükleyecek muharebeler, araya giren çeşitli fitnebazların gayretleri ile inananları bölmek ve aralarında husumet çıkarmak için kullanıldı. Cemel ve Sıffin vakaları, sonrasında ise Kerbela Faciası, bunlar arasında en bilindik ve en çok istismar edilen başlıklar arasındadır. Bu olaylara fiilen katılan ve "ictihad etmeleri", doğru olanı ortaya çıkarma çalışmaları neticesinde karşı karşıya gelen Eshab'ın Büyükleri, sanki mevki ve makam hırsı ile hareket ediyor ve biri yekdiğerini katletmeye çalışıyor olarak resmedilmek istendi. Şöhret ve mal peşindeki yaltakçı tarihçilerin, Emevileri, Abbasi idarecilerine kötü gösterme gayretleri de üstüne eklenince, işler iyice "rockçı saçına" döndü. Özellikle Şii ve Rafızilerin, olayları dramatize edişi ve ajitasyon dolu yaklaşımları, kantarın topuzunu iyice kaçırdığı için, özellikle Emevi Devletinin tarihinde mühim yer etmiş birkaç şahsiyete yakından bakmak lazım:
1. Yezid bin Muaviye: Kerbela Faciası ve Hz. Hüseyin'in şehadeti sebebiyle, en çok anılan kişilerden biridir (aslında en az onun kadar babası Hz. Muaviye de anılmaktadır ama kendisi Eshaptan ve hatta vahiy katiplerinden biri olduğu, hadislerle övüldüğü ve İslam Alimleri kendisinden hadisler naklettiği için hakkında ileri geri konuşmak aklı başında bir Müslüman için akıl kârı değildir). Yezid'e karşı (İran'daki komik düzenin bekçileri ona en çok sövene hediye falan mı dağıtıyor anlayabilmek mümkün değil) inanılmaz bir linç kampanyasıdır gidiyor ve buna maalesef, çok sayıda Sünni de alet oluyor.
Yezid, Hicretin 26. yılında Şam'da doğdu, 34 yaşında Emevi Halifelerinin ikincisi oldu ve dört sene sonra vefat etti. Ancak daha öncesinde, babasının emri ile, daha 24 yaşında ordu komutanlarından biri olarak, Ebu Eyyüb el Ensari ismi ile bilinen Halid bin Zeyd ve daha birçok Sahabinin de dahil olduğu (Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Abbas gibi) askerle, İstanbul'u fethetmek gayesi ile sefere çıktı. Bilindiği üzere Hz. Ebu Eyyüb, İstanbul önlerinde 90 yaşını geçkin olarak şehid oldu.
Babası, vefat etmeden evvel yaptığı istişareler neticesinde, oğlunun kendinden sonra halife olmasına ikna oldu ve ona çok nasihat etti. Eshabın büyüklerinden Abdullah bin Ömer ve Mugire bin Şube dahil, eshaptan o zamanda sağ olan bazıları da, birlik olması ve ayrılık, fitne çıkmaması için (daha birkaç sene önce yaşanan kanlı olayları ve neticelerini de hesaba katarak) ona biat etti.
günümüz Necefinden bir görüntü |
Yezid bin Muaviye, Hz. Hüseyin'in mübarek başı huzuruna getirildikte, "Allah İbni Mercane'ye lanet etsin, Hüseyin bana gelseydi ona affederdim, istediklerini yerine getirirdim" gibi, üzgün olduğunu bildiren sözler söyledi ve ağladı. Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynelabidin (ki kendisi 12 imamın dördüncüsü olur), saraydan ayrılana kadar kendisi ile birlikte yedi ve ikramlarından istifade etti. Ehl-i Beyt'in geri kalanları da sarayda misafir olarak ağırlandı. Birkaç gün sonra, çok sayıda hediye, altın ve bir maiyet ile Medine'ye döndüler.
Hakkında, bazı alimler tarafından "Yezid bî devlet" (yani nasipsiz) ve fasık gibi kelimeler kullanılmıştır. "Şarap içtiği" yönündeki iddialar kesin olmamakla birlikte, namazlarını kıldığı bilinmektedir. Yezid'e ve diğer bazılarına lanet etmek uygun değildir, zaten İslam dininde "lanet etmek" bir ibadet değildir ve ancak bazı vakalarda müsaade edilmiştir.
2. Ubeydullah bin Ziyad bin Ebu Süfyan bin Harp: Medine'nin Fethi günü iman eden ve Sahabeden olan Hz. Ebu Süfyan'ın torunudur. Kendisine İbni Sümeyye ve İbni Mercane de denirdi. Genç yaşta Emevilerin Horasan Valisi oldu. Daha sonra Buhara'yı aldı ve ardından Basra Valisi oldu. Hakem Olayından sonra zuhur eden Haricilere, bu bölgede ağır darbe indirdi. Kerbela Vakası olduğunda ise Küfe'de valiydi. Aşere-i Mübeşşereden olan Sad bin Ebi Vakkas'ın oğlu Ömer'i, Hz. Hüseyin'in de içinde bulunduğu topluluğa karşı göndererek facianın yaşanmasına sebep oldu fakat doğrudan Hz. Hüseyin'in şehadetine bir dahli yoktur, onu teslim alıp getirmelerini emretmişti. Sonraları, yaşanan siyasi çekişmeler ve karışan ortalık neticesinde, Ehl-i Beyt'i çok sevdiğini ve Hüseyin bin Ali'nin intikamını alma peşinde olduğunu iddia eden ve Emevilere karşı isyan tertipleyen Muhtar Sekafi'nin gönderdiği ordu tarafından mağlup edildi ve öldürüldü.
3. Haccac bin Yusuf Sekafi: Haccac-ı Zalim olarak da bilinen bu idarecinin, 120 binden fazla kişinin kanına girdiği söylenir. Halife Abdülmelik'in komutanı olarak, Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir bin Avvam'ın, cesareti ile meşhur oğlu Abdullah'ı, Şam'a itaat etmediği için Mekke'de şehid etti. Hicaz ve Irak Valiliklerinde bulundu. Haricilere karşı savaştı ve taa Hindistan'a kadar olan bölgelere İslamiyeti yaydı. Zalim ve gaddar olduğu kadar da İslamiyet'e faydası dokundu. Bugün, onlar olmadan Kur'an-ı Kerim'i düzgün okuyamadığımız, hareke denilen işaretleri koydurmuştur. Ayrıca Kabe'nin şu andaki hali, kendisinin eseridir.
4. Mervan bin Hakem bin Ebil'as bin Ümeyye: Emevi Devletinin dördüncü halifesi. Mekke'nin Fethinde imana gelenlerden biriydi fakat Eshaptan olamadı. Hz. Osman bin Affan amcasıdır ve sonradan kendisinin katipliğini ve yardımcılığını yapmış, hatta ona damat olmuştur. Zalimliği kadar ilmi ve zekası da çoktu. Önceleri Hicaz ve Medine valiliği görevinde bulunmuştu.
Şimdi, genelde bu konulara ballandıra ballandıra bulaşırken fazlaca yapmadığımız bir şeyi yapalım; empati:
100 sene bile dayanamayan Emevilerin İslamiyeti yaydığı bölgeler ve devletin büyüklüğü |
Aslında yapılacak en iyi iş bunlara karşı "nötr" olmaya çalışmak, bu isimler anıldığında nabzı yükseltmemektir. Onları sevmek şart olmadığı gibi, günümüze realiteden uzak bir şekilde aktarılan üzücü hadiseler sebebiyle lanet etmek de doğru değildir. Bu konular geçtiğinde "siyah veya beyaz" olmak yerine "gri"ye bürünmek, yapılabilecek belki en ihtiyatlı duruş olacaktır!