Daha ziyade Avrupalı devletlerin, kendi küçük topraklarından çıkıp, yer altı zenginlikleri yoğun olan ve mevcut zenginlikleri kullanma konusunda zaafiyet yaşayan ülkeleri sömürmesi olarak anladığımız sömürgecilik kavramını düşündüğümüzde, akla hemen Birleşik Krallık, Britanya ya da kısaca İngiltere olarak tanıdığımız ada ülkesi gelir. Sömürmek kelimesi, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, gayet kötü bir mana çağrıştırır. Çağrıştırdığı bu olumsuz anlamda, tüm Batı ülkeleri şöyle veya böyle ortak iken, İspanyol ve Portekizliler gibi erken dönem sömürgecilerden sonra açılan İngiliz kafası, sömürgecilik kavramını her açıdan geliştiren, bunu emperyalizme, sonra da yine globalleşme adı verilen masum kelimenin gölgesinde, dev şirketler vasıtasıyla eviren ve sürdüren kafadır.
Sefalet, pislik, batıl inançlar, hastalık, kara cehalet içinde yaşayan Ortaçağ Avrupası'nın Müslümanlardan aldığı bilgilerle Rönesansa girip toparlanmaya başlaması, akabinde Merkantilizm denilen iktisadi kavramın getirdiği altın ve gümüş toplama hırsı, Osmanlı Devletinin dünyanın merkezini işgal ediyor olmasıyla birleşince, batılılar Afrika, Amerika ve Uzak Asya'daki bakir topraklara açılmaya gayret etti. Konu zaten geneliyle bilindik ancak üzerinde durulması tarafı, İngilizlerin bu alandaki olağanüstü becerisi. Sadece maddi olarak sömürmek değil kasıt elbette, her buşundukları bölgeyi manevi olarak da yozlaştırmayı ve karıştırabilmeleri esas sıkıntılı olan kısmı.
Resmi tarihe bakıldığında, eskilerin Müstemlekeler Nezareti dediği bakanlığın, 18 yüzyıl sonlarında, o sıralarda Britanya hegemonyası altındaki Kuzey Amerika ile uğraşmak için tesis edildiği yazılsa da, gerçekte bu fikrin altında bir korku yatar; İslam Dini korkusu.
Filhakika, Osmanlı kuvvetlerinin Viyana kapılarını iki kez çalıyor oluşu, Avrupalıları ölümüne korkutmuş ve her türlü tedbiri almaya itmişti. Osmanlı ve dolayısıyla İslamiyeti'in Eski Kıtayı ele geçirmesine ramak kalmıştı artık. 17. yüzyılın sonu, Osmanlı'nın dışarıdan ve silahla mağlup edilemeyeceğinin anlaşıldığı, bel altı diye tabir edebileceğimiz tedbirlerin alınmaya başladığı zamandır. Osmanlı Devletinde ve haliyle Müslümanların hakim olduğu her coğrafyada, bol altın ve şaşalı mevkilerle kandırılıp satın alınan kişilerin çeşitli kademelere yerleştirilmesi, casusların İslam coğrafyasında cirit atmaya faaliyetleri, 18. yüzyılın bidayeti ile birlikte hızla yayılır. Sömürgelerden akan kıymetli mallarla beslenen İngiliz İmparatorluğu, yozlaştırma çalışmalarının meyve verdiğini müşahede ettikçe, strateji ve adımlarını sağlamlaştırmaya, kurumsallaştırmaya gayret etti.
emperyalist İngiltere'nin her yere uzanan sömürgeci kolları |
İngilizlerin sömürgelerinde ve etki alanlarındaki stratejisi çok basitti esasında; böl ve yönet! Yani azınlıkları kaşı ve besle, merkezi otoriteyi kuvvetsiz hale getir ve bu istikrarsız durumu sonuna kadar kullan. Nitekim Müslümanların nüfus olarak fazla ve egemen olduğu Hindistan'ın bölünüp Pakistan'ın ayrılması, bu politikanın en verimli ve göze batan örneğidir. Esasında, İngilizlerin Hind Yarımadasını sömürgeleştirmesi, tam bir ibret vesikasıdır. Ticari imtiyaz gibi masum bir adımla başlayan işgal harereketi, özellikle Hindu- Müslüman çatışmasının körüklenmesi ile, koskoca bir devletin nefes alamaz hale gelmesine kadar vardı ve yıkıcı etkileri de günümüze kadar capcanlı bir şekilde devam ediyor.
Riyad ve Necid taraflarından çıkıp gelen Suudi eşkıyalarına yaptıkları yardımlar ve kışkırtmaların, Arabistan Yarımadasını Osmanlı'dan koparması ve hülasa, Ortadoğu denilen bölgenin saçma sapan hudutlar ve istikrarsız bir geleceğe sürüklenmesi de, hep bu İngiliz kafasının mahsulüdür. Tüm bu yaptıklarının yanında ve aynı zamanda, İngilizler çoğu zaman dost olarak görünüyor, hatta bazen borç bile veriyorlardı. Nitekim 1854 yılı Kırım Savaşında, İngiltere'nin Osmanlı'ya yardım ediyor hatta borç veriyor görüntüsü hilafeti yok etmek için yaptığı hilelerden birisi idi. Kendi adamları olan Mustafa Reşid Paşa parlatıldı ve Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran adımlar hızlıca atıldı.
Ahır zamanın zulmeti ile birlikte, giderek yozlaşan İslam dünyası, İngilizlerin isteklerini bir bir gerçekleştiriyordu: Hindistan'daki Babür-Gürganiye İmparatorluğu çökertilip, Hind yarımadası tamamen müstemleke haline getirilmiş, Osmanlı Devleti yıkılmış, Hilafet kadırılmış, Ortadoğu ve Afrika kıtası tamamen istikrarsızlaştırılmış, Osmanlı'nın çekilmesiyle oluşturulan ülkelere çeşitli kukla diktatörler yerleştirilmişti. Şu haliyle İngiliz Sömürge Bakanlığı ve dolayısıyla Britanya İmparatorluğu 20. yüzyıl başında istediklerinin hemen hepsini elde etmişti.
Ancak 2. Dünya Savaşının başlamasıyla, İngilizlerin, "üzerinde güneş batmayan" imparatorluğu çözülmeye başladı. Amerikan kuvvetlerinin savaşa müdahale etmesine kadar, İngilizler adeta sığınacak delik aradı. Sömürgelerini kaybetti. Bu açıdan bakıldığında, 2. Dünya Savaşının esas mağlubu, Britanya olmuştur.
Bunlar bir tarafa, özellikle İslam coğrafyasında cirit atmış ve bir şekilde Birleşik Krallık çıkarları için faaliyet göstermiş birkaç isme bakalım:
1. Hempher: Erken dönem ve belki de en "verimli" casuslardan birisi. Zira 18. yüzyıl başlarında, Necidli sivri tıfıl Muhammed bin Abdülvehhab'ı avlamak ve onun vasıtasıyla, İslam Dininde büyük bir fitne ve yara açmıştır. Vehhabilik olarak bildiğimiz akım, bu ikilinin eseri olarak yeşermiştir.
2. Thomas Edward Lawrence: İttihatçıların elinde oyuncağa dönen Osmanlı'ya karşı ayaklanan Arapların akıl hocalarından birisi. Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'a yakınlık kurmuştur.
İttihat Terakki'den dolayı Osmanlı'ya soğuyan Şerif Hüseyin'in oğlu ve hemen arkasında Lawrence |
3. Gertrude Bell: Arkeolog ayağına, casusluk yapan bir Oxford mezunu kadın. Bu da Osmanlı karşıtı cephede yer aldı. Ortadoğu'yu karış karış dolaşmış ve bu dolaşmaları İngiliz istihbaratı tarafından gayet iyi değerlendirlmiştir. Irak sınırının çizilmesinde doğrudan katkısı vardır.
Gertrude Bell ve "manevi oğlum" dediği T. E. Lawrence |
4. John Philby: Tam ismi Harry St John Bridger Philby. Cambridge mezunu bir kaşif ama Ortadoğu'da 20. yüzyıl başlarında dolaşan her İngiliz gibi bariz casus. Müslüman olduğunu iddia edip, "Osmanlı yıkılıyor, hadi ne duruyorsunuz" diye, Sududileri kışkırtan ve hatta İbni Suud'un müşaviri olan birisidir.
John Philby Müslüman pozlarında |
5. Freya Stark: Gertrude Bell'in açtığı çığırdan giden bir başka gezgin... Tabi yersen! O da kadim toprakları arşın arşın dolaşmış, 2. Dünya Savaşı öncesinde, İngiliz istihbaratı ve Sömürgeler Bakanlığını memnun ve tatmin etmiştir.
Arap topraklarının aşığı Freya Stark! |
6. Jane Digby: Arapça öğrenip, Bedevilerin arasında yaşamış başka bir İngiliz kadın.
Kimler yok ki! Abdülaziz bin Suud, Gertrude Bell, T.E. Lawrence, Sir Percy Cox |
7. Aubrey Herbert: Al sana inanılmaz bir Oryantalist karakter... Türkçe, Arapça, Fransızca, Arnavutça, İtalyanca, Almanca ve dahi Yunanca bildiğini de hesaba katarsanız, çok tehlikeli bir İngilizle dans ediyorsunuz demektir! Lawrence'ın yakın arkadaşı ve 1916'da kurulan Arap Bürosunun müdavimi. Arap dünyasındaki faaliyetleri ve bilhassa Osmanlı'dan kurtulmak isteyen zihniyete akıl hocalığı yapması ile tanınır. Arnavultluk'a kadar uzanmıştır elleri. Hakkında daha çok malumata sahip olmak için, İngiliz Derviş isimli kitaba müracaat etmek gerek.
Bu saydığımız isimlerin çok önemli bir ortak özelliği var. Hepsi de, Osmanlı Devletinin sahip olduğu topraklarda dolaşıp, dinine ve halifeye bağlılıkları zayıf olan, bir şekilde etrafındakilere önderlik yapabilecek kapasitedekileri bulup, onların hem dinlerini bozmak hem de Osmanlı'ya karşı isyana teşvik etmek. Bunu yaparken de, Britanya'dan gelen maddi yardımlar rüşvet olarak kullanılır.