Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: Asiye Follow my blog with Bloglovin
Asiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Asiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ağustos 2012 Pazar

Öz Kardeşlerini Öldürebilecek Kapasitedeki İnsanların Dünü ve Bugünü - 4



     Sihirbaz - Hz. Musa meydan muharebesinden her iki taraf da galip çıkınca, muharebeyi başlatan Firavun için artık hiç huzur kalmadı, sanki herkes birleşmiş kendisine komplo kuruyordu. Zulmünü iyice artırdı, işkenceler, öldürülmeler vakay-ı âdiyeden olmaya başladı. Hatta bu felakette, hayırlı kadın Asiye de nasibini aldı ve şehid oldu. Fakat zulüm küfür gibi değildir ki, zulüm başladı mı "payidar olmak" sıfatı hızla azalmaya ve yok olmaya yol tutar. Nitekim öyle de oldu; Firavun azdıkça umumi belalar yağmaya başladı...mecaz değil haa, gerçek manada! Önce çok fena bir kıtlık oldu, sonra sonu gelmez su baskınları, ardından çeşitli haşeratlar ortalığı istila etti, sular kan oldu, gökten kurbağa yağdı, çeşitli cilt hastalıkları yayıldı, üç gün süreyle ortalık kapkaranlık oldu...Firavun'un gözü korktu, "tamam" dedi, "al milletini de git". Hz. Musa bir vakit tayin edip, o vakitte İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarmak üzere yola koyuldu. Gelgelelim Firavun azıcık ferahlık gördü ya, hemen azıtmaya başladı, orduyu derhal toplayıp Hz. Musa ve milletinin peşine düştü. Bu ucuz işgücünün "işgöçüne" dönüşmesini hala sindirememişti. En nihayet, Kızıldeniz kıyısında takip ettiklerini kıstırmayı başardı, "bu iş tamam artık, denizi yarıp gidecek halleri yok ya canım"! Hala bu kırk yaşına kadar yanında büyümüş insanı tanımak istemiyordu. Bir peygamber, gelen vahiy üzerine, o son çareyi gerçekleştirdi; asasını Kızıldeniz'e vurdu. Firavun ve askerleri gördüklerine inanamıyordu; deniz ikiye ayrılmış, denizin dibinde kupkuru oniki tane, bildiğin yol açılmıştı! Fakat Firavun, öyle hemen şaşakalıp davasından dönecek adam değildir, "deniz mi yarıldı, tamam, biz de devam ederiz o zaman"! Ama durum hiç de oyle değil, yarılan denizin tekrar eski haline dönmesi uzun sürmedi. Boğulacağını ve tanrılığının beş para etmediğini anlayan Firavun, son anda "inandım" dedi ise de, "can" korkusu ile söylenen bu "ne olur ne olmaz" inanışı kabul görmedi tabi ki.

     Hz. Musa ve oniki kabile Kenan'a doğru yola devam etti. Tih Çöl'üne vardıklarında yolları şaşırdılar, aç ve susuz halde iken, gökten "men" ve "selva" denilen yiyecekler inmeye başladı. Denizi ikiye ayıran asa, yere vurunca, yerden tertemiz su fışkırdı. "Ekmek elden, su gölden" tarzı yaşam, tabi ki, Hz. Yusuf'u hiç acımadan öldürebilecek kardeşlerin torunlarına sıkıcı gelmeye başladı; öyle ya, "her zaman et ve helva mı yenirmiş, şöyle biraz baklagiller, sarımsak, mercimek, soğan falan olsa"! Hz. Musa'nın çok canı sıkıldı, bunun cezası olarak kırk sene çöllerde perşan oldular. Tur Dağı yakınlarında Hz. Musa, ağabeyi Hz. Harun'u kavmin başına vekil bırakarak ikinci kez dağa çıktı. Kırk gün kaldı ve Allah'ın kelamını bilâvasıta işitti, Tevrat nazil oldu. Vahdetin yeşerdiği o kutlu dağın eteklerinde ise tam tersi bir manzara vardı. Samiri adındaki bir uyanık üçkağıtçı, "nasıl olsa her taraf pagan kaynıyor, biz de bu durumdan istifade edip yolumuzu bulsak fena mı olur?" parolasıyla İsrailoğulları'na altından bir buzağı yaparak, "alın size pırıl pırıl tanrı, daha ne istiyorsunuz" diye ortaya çıktı. Hz. Harun'un nasihatlerini dinlemeyenler bu buzağıya tapmaya başladı. Hz. Musa, ilk semavi dinin kitabı ile birlikte Tur Dağı'ndan indi ve kırk günde kıbleyi tamamen şaşırmış akrabalarını görünce inanılmaz hiddetlendi. Neyse ki pişman oldular ve Tevrat'a uyacaklarına söz verdiler de çölden kurtuldular, Lut gölünün güneyine kadar geldiler. Hz. Harun'un vefatından üç sene sonra Hz. Musa, artık Musevi dininin mensubu olan kavmini Kenan illerine çok yaklaşmışken (Eriha şehri önlerinde), yerine kız kardeşinin oğlu olan Hz. Yuşa'yı bırakarak, 120 yaşında olduğu halde bu fani dünyaya veda etti.

Beşinci bölüm:

29 Temmuz 2012 Pazar

Öz Kardeşlerini Öldürebilecek Kapasitedeki İnsanların Dünü ve Bugünü - 3



     O kahraman, bir rivayete göre miladdan 1705 sene önce, öldürülme korkusu ile doğan bütün erkek çocukları öldürten bir Firavun zamanında, Mısır'ın Memphis şehrinde tevellüd eder. Hz. Musa, Hz. Yakub'un soyundan olan Imran adındaki bir kişinin oğludur. Musa, "sudan kurtarılmış" manasına gelir. Annesi, erkek çocuğunun öldürülme ihtimaline karşın onu bir beşiğe koyup Nil nehrine bıraktı. Nil, hakiki bir hayat kaynağı olduğunu ispat edercesine küçücük bebeğe sahip çıktı. Firavun'un hanımı Asiye (ki hadislerle medhedilmiş, hayırlı bir kadındır) bunu nehirden alıp taa kırk yaşına kadar büyütür (tabi ki süt anne olarak kendini saraya aldıran Hz. Musa'nın öz annesiyle beraber). Bu yaşından sonra akrabalarının ve kendisi gibi bir peygamber olan ve kendinden üç yaş büyük olan ağabeyi Hz. Harun'un yanına döner.

     Hz. Musa bir tartışma esnasında yanlışlıkla bir kıptiyi öldürünce Medyen şehri tarafına gitti ve orada bir peygamber olan Hz. Şuayib'in kızı Safura (ya da Zipporah veya Tzipora) ile evlendi. On sene oralarda kaldıktan sonra Mısır'a dönmek üzere yola koyuldu ve meşhur Tur Dağı'na ilk çıkışında Kur'an-ı Kerimde de ayrıntılı yazdığı üzere Allah ile konuştu ve Firavun'u hak dine davet etmek vazifesi ve iki büyük mucize ile yoluna devam etti. Daha önceleri, konuşmasında (küçük iken dilinin ucu yandığı için) sıkıntı yaşarken, peygamber olduktan sonra bu kusuru tamamen ortadan kalkmıştır.

     Kendini yarı tanrı olarak gören Firavun, "vahdet", peygamberlik" gibi sözleri duyunca kızarmış kulaklarından duman çıkardı tabi! Kendi sarayında büyümüş olan bu kişi, şimdi kalkmış sahibinin dinini beğenmiyor, onu tek bir ilaha davet ediyordu. Üstelik bununla da kalmıyor, ağır işlerde çalıştırdığı köleleri de Mısır'dan çıkarmak istiyor...olacak şey değil! Peygamberlere karşı başlatılan bilindik kampanyalardan birini devreye sokma kararı aldı; "bu peygamber olduğunu iddia eden adam sihirbazdır"! Firavun en klas sihirbazlarını topladı ve Hz. Musa'yı mağlup etmelerini istedi. Olayın vehametini farkeden sihirbazlar hemen fiyat yükseltip, (bize ikram, kayırma olacak değil mi) türünden nazlanmalarla, onlara mecbur olan Firavun'u ayartmaya çalıştılar. Firavun da "tamam tamam siz şu işi halledin ondan sonra size iyi bir kıyak çekerim" türü sözlerle sihirbazlara gazı verdi.

     Büyük gün geldi çattı; bir tarafta Firavun'un itibarı yerinde kelli felli sihirbazları, bir tarafta da Firavun'un sarayında büyümüş yetişmiş Hz. Musa. Kendilerinden emin sihirbazlar, Hz. Musa'nın (hadi siz başlayın) müsaadesinden sonra atışma başlar. Sihirbazlarının yere attıkları her bir ip büyük bir sihir ve göz boyama sonucu orada toplanmış olan halkın gözüne yılanlar şeklinde göründü ve hatta bu yılanlar Hz. Musa'nın tarafına doğru ilerlemeye başladı. Fakat Hz. Musa elindeki asayı yere bırakınca asa, kocaman bir yılana dönüştü ve onlara doğru yaklaşan bütün yılan görünümlü ipleri teker teker yuttu. Anlı şanlı sihirbazlar bir an için donakaldı! "Bu olan biten sihir olamaz, böyle olağanüstü bir şeyi yapsa yapsa bir peygamber yapar...evet evet bu tam bir mucize" diye düşündüler ve çok az bir süre devam eden iç hesaplaşmadan sonra, bu peygambere teslim oldular. Firavun tek kelimeyle çılgına döndü; (anlaşıldı, demek Musa sizin ustanızmış ha, muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim!) gibi tehditler duyuldu biraz önce yılanlı manzaraya tanık olan meydanda. Fakat sihirbazlar ne dese beğenirsiniz: (Biz Musa'ya ve Rabbi'ne iman ettik, öldürsen de bu yoldan dönmeyiz)! Şunların yaptığına bir bakar mısınız! Daha birkaç dakika evveline kadar, kendinden emin ve Firavun'un yanında keyfi tıkır olan sihirbazlar, Firavun'un işkence ve ölüm tehditlerine (ki bu tehditleri yerine getirmekte hiç tereddüt etmeyeceğini de çok iyi bilirler) karşı (hayır, bizim yolumuz bu artık, dönmeyiz bu yoldan) cevabını veriyor. Bu nasıl bir teslim omaktır ki, şan söhret ve itibar, dertsiz tasasız hayat şöyle elin tersiyle itilip, itibarsızlık, işkence ve hatta acı bir ölüm göze alınıyor? Böyle bir teslimiyeti bu zaman insanının anlaması çook ama çook zor!

Dördüncü bölüm: