Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: Aralık 2015 Follow my blog with Bloglovin

3 Aralık 2015 Perşembe

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 1


     Zamanımız Müslümanlarını, din gayreti ve dinlerine gösterdikleri ehemmiyet ve hassasiyete yaklaşmaları açısından kabaca ikiye ayırsak yerinde olacaktır. Her gün her yerde karşılaştıklarımız bu iki sınıftan birine dahildir. Birinci kısımdakiler bilhassa dini vazifelerini ifa ederken, gayet dikkatli davranırken, diğer sınıftakiler, çeşitli mazeretlerin de arkasına sığınmak suretiyle mensubu olduğunu iddia ettiklerini dinin kaidelerine pek de riayet etmedikleri anlaşılmaktadır. Yığınla misaller var tabi bu konuda verilebilecek:

teravihte cami hınca hınç dolu...
peki kazalar ne olacak?
onu da sonra" hallederiz!
     1. Tedbirli Müslüman farzları yerine getirmeye azami gayret eder. Tedbirli olmayan ise nafilelerle meşgul olmaya çalışır: Günümüzde sık karşılaştığımız modellerden biri, nafile ibadetlere kafa yorup, aynı cinsten olan ve tabiri caizse dağ gibi birikmiş olan farzları kaza etmeyenlerdir. Oysaki, farzlar hemen ödenilmesi gereken borçlardır. Sünnetler (müekked dahi olsalar) yani nafileler ise hediyedir, tabiri caizse. Farzlar sermaye, nafileler kârdır. Sermaye olmadan kâr etmek düşünülebilir mi? Bu konuyu tabi ki en çok, "dinin direği" olarak tanımlanan namaz konusunda görüyoruz. Tedbirli ve dindeki öncelik sıralamasını anlayabilecek kapasitedeki her müslüman için, şu veya bu sebeple kazaya kalmış namazlarını bir an önce ödemeleri zaruridir. İnsanların teravihlerde camilere koşmaları güzel ama aynı hassasiyeti kaza namazları için göstermemeleri çok acı. Tabi bu durumun birinci derecede müsebbibi, ahır zaman alimleri. Fıkhi konuları, bırakın açıklamayı, okuyup anlamaktan dahi aciz bu zamane "allame"leri, "sünnetler terk edilir miymiş, sakın ha, sünnetleri kıl, kazaları da arada tamamlarsın" gibi, zaten vakti mahdut insanların kaza kılmalarının önüne set çekiyorlar. Dinini, salih müslümanların ilmihal ve din kitaplarından öğrenip tatbik eden "tedbirli" biri için ise konu gayet basittir: sünnet (nafile yani) namazlar, vakit içinde, farzdan başka kılınan namaz demektir ve bu, farzdan gayrı kılınan herhangi bir namazla zaten ifa edilmiş olur. Yani "nafile"ye de niyet etseniz, "sünnet"e de niyet etseniz, "kaza"ya da niyet etseniz, farzın dışında, farzın yanında kıldıklarınız zaten sünnet olacaktır.

temkin ve ihtiyat uçunca
geride kalan garabet!
     2. Tedbirli Müslüman, ibadetler hususunda Avrupalılara uyularak değiştirilen takvimlere değil, salih müslümanların eskiden beri tabi oldukları güvenilir takvimlere riayet eder: İbadet vakitleri ile alakalı konulara aşina olanlar, İslam alimlerinin, bilhassa namaz ve oruç ibadetlerinin başlama ve bitme zamanları hakkındaki, kılı kırk yaran titizliğini hemen teslim edeceklerdir. Maalesef, Diyanet İşleri Reisliği, 1981 yılında, ani bir kararla, ta Osmanlı zamanından beri uygulanan ve defaaten ehemmiyeti üzerinde durulmuş, imsak (yani oruca başlama zamanı) vakitlerindeki temkin ve ihtiyat paylarını kaldırarak, oruca başlama zamanı, 15-20 dakika almak suretiyle, oruç tutanların oruçları ile alenen oynamaya başladı. Avrupalılara uyularak, beyazlığın ufkun üzerine yayılmasına kadar sahuru geciktirmek durumu peyda oldu. Oysa İslam alimleri, beyazlığın, ufkun bir noktasında görünmesi ile imsakın bittiğini bildiriyorlar.
takvim, "şu gün şu saatte şu saniyede"
görülecek dese bile, "rü'yet" şarttır!

     3. Tedbirli Müslüman, Ranazan ayına ve Fıtır Bayramına hilalin görülmesiyle başlar, eğer takvimle başlamışsa da, Ramazan'dan sonra iki gün kaza orucu tutar: İslam Dininde, oruca başlama ve orucu bitirip bayrama başlama vakitleri takvime göre değil, rü'yet-i hilale göre başlar. En hassas ölçümlerle, hilalin tam olarak ne zaman ve nerede doğacağı bilinse dahi, bu dinimizin bir gereğidir. Dolayısıyla, takvimle başlandığında, Ramazan ayının giriş ve çıkışı şüpheli olmaktadır. Bu şüpheden kurtulmak isteyen tedbirli bir müslümanın atacağı adım ise, Ramazan ayından sonra, iki gün kaza orucu tutmaktır.




müslümanlar Arafat'ta...
peki ama ya 9. Zilhicce değilse?!
     4. Tedbirli Müslüman, bidat sahiplerine ve onların takvim manipülasyonlarına uyarak Zilhicce ayının 9. günü çıkılması gereken Arafat'a, bir gün önce veya bir gün sonra çıkılması durumunda, haccını ifsad etmemek için bir yolunu bulup Arafat'a çıkar, tedbirsiz olan ise o mahalleye bile uğramaz: Haremeyn-i Şerifeyni işgal altında tutan mübtedi Vehhabi kafası, müslümanlar, haccın farzlarından biri olan, Zilhicce ayının 9. günü Arafat'ta Vakfeye durma ibadetini engellemek için her sene takvimle oynar. Bu durumda, tedbirli ve dinini kayıran müslümanlar, bin bir zahmete katlanılarak yerine getirilmeye çalışılan dini bir vecibenin, "turistik bir seyahat"a dönüşmemesi için azami gayret sarf eder ve Arefe gününde mutlaka Arafat'a çıkar. Tedbirsiz müslüman ise, "nasıl olsa bu uzun sakallı ve Arapça bilenler bizden daha dindardır" düşüncesiyle, İslamın beş şartından birinin, avucunun içinden sıyrılıp gitmesine sadece seyirci kalır.




     5. Tedbirli Müslüman, ibadetleri, Asr-ı Saadetteki gibi yapmaya ihtimam göstererek, bütün
ne kadar çok hoparlör
o kadar çok sevap!
camilere sokulan mikrofon ve hoparlörlere değil, imamlara uyar. Tedbirsiz olan ise, mikrofonu ibadetin bir parçası gibi görür ve ona uyar
: Çağımızın en büyük hastalıklarından biri; camileri tepeden tırnağa mikrofon ve hoparlörlerle donatmak! Masum gibi görünen bahanelerle başlayan bu tehlikeli akım, son senelerde neredeyse ezanın ve namazın "farzı" gibi olmaya başladı. Mikrofonsuz minareye çıkmayan müezzin (gerçi artık minareye de çıkmıyorlar ya neyse), hoparlöre "üflemeden" namaza başlamayan imam kalmadı. Ancak, ufacık mescitlerde bile yerini alan bu bidatin İslamiyet'te yeri yok çünkü ibadetlerin asr-ı saadette olduğu gibi ifa edilmesi ve zerre bile değiştirilmemesi gerektiği, dinimizi, diğer bozulmuş dinlerden ayıran en önemli özelliklerinden birine işaret etmektedir. Zaten yapılan araştırmalar ve teknik olarak mikrofon ve hoparlörün açıklanması, her şeyi ortaya koyuyor: Mikrofona giren insan sesi ise, mikrofondan çıkan "şey", o sese çok benzeyen ama katiyen "aslı" olmayan, elektronik dalgaların ses dalgalarına dönüşmesi suretiyle duyulan metalik bir sestir. Yani hoparlöre uyulduğuna, cemaat, imama değil, mikrofondan çıkan o "zırıltı"ya uyar. Dinimizin emrettiği şey ise, imamın sesine ya da hareketlerine uymaktır.

     6. Tedbirli Müslüman, akaid ve fıkıh kitaplarını okuyarak ve mezhebinin müfsid ve
meal... tamam da hangisi?
farzlarına riayet ederek dinini öğrenir ve tatbik eder, tedbiri bir tarafa bırakan Müslüman ise, meal, tefsir ve hadis kitaplarını okuyup, kendine göre ahkam çıkarmaya ve ona göre yaşamaya çalışır
: Şurada detaylı bir biçimde incelenen konu:



Devam ediyor haliyle...

ve...

hatta...