Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

1 Haziran 2014 Pazar

Heat Filmi ve Özellikle de Sonu Hakkında

     Chicago'lu yönetmen Michael Mann'in "şaheseri" olarak adlandırılabilecek, uzun ama izlenmesi gereken filmi Heat, herhalde sinemanın başına gelen en güzel şeylerden biridir. Yaşayan en başarılı, muhtemelen ilk beş aktörden ikisi olan Robert De Niro ve Al Pacino'yu ihtiva etmesi, "şaheserlik" tanımındaki en mühim faktör elbette. Basit bir polis-hırsız kovalamacasının çok çok ilerisine geçip, sinema sektörünün önde gelen prodüksiyonlarından biri olduğu, birçok organizasyon, dergi ve eleştirmen tarafından söylenen bu filmin, çok beğenilmesinin başka sebepleri de var tabi. Bunlardan birisi, başarılı yan karakterlerle destekleniyor olması... mesela:

Tam bir işkolik olan eşinden (Polis Teğmen Vincent Hanna) gerekli ilgiyi görmeyen ve onu, istemeyerek de olsa ve hatta inadına aldatan, ilk eşinden olma büluğ çağında bir kızla baş etmeye çalışan yalnız bir kadını,

ebeveyni ayrılmış ve her ikisinden de gerekli ilgiyi göremeyen, intihar etmeye yeltenen bir kızı,

gönlünü, sonradan hırsız olduğunu anladığı birine (Neil McCauley) kaptıran, tek başına yaşayan genç bir kadını,

çete liderine (Neil McCauley) kayıtsız-şartsız biat eden ve ne olursa olsun peşinden giden fakat kumar ve alkol bağımlılığından bir türlü kurtulamayan ve bu sebeple beraber olduğu çete liderinin kız kardeşi tarafından aldatılan profesyonel  bir hırsızı,

hapishaneden çıkar-çıkmaz tekrar eski işine yani hırsızlığa dönen ve patronuna (Neil McCauley) tam bir sadakatle bağlı eski bir mahkumu,

hapishaneden şartlı tahliye ile çıkıp, bir lokantada iş bulan ve tam bir baş belası olan patronundan çok çeken genç bir adamı ve sevgilisini,

kocasından fazla ilgi göremediği için, onu bir içki satıcısı ile aldatan, tek çocuklu bir eşi.

Bu yukarıdan zikredilen karakterleri ve diğer yan rolleri canlandırması için kadroya alınan oyuncuların hepsi de kalburüstü sayılabilecek oyuncular:

Val Kilmer, Tom Sizemore, Natalie Portman, Ashley Judd, Jon Voight, Hank Azaria, Danny Trejo.



Filmi uzun-uzadıya anlatmaya gerek yok elbette, zaten her şey yazılmış. Filmin sonuna, yani De Niro ile Al Pacino'nun baş başa kalıp hesaplaştıkları anlara odaklanalım biraz ve iki ana karakterin iç seslerine kulak verelim:

Meçhul ama bir o kadar da malum sona doğru yaklaşılırken, her iki karakter de az sonra gerçekleşmesi kaçınılmaz olan düelloya hazırlanmaktadır. Polis, bir suçluyu daha kodese atma peşindedir ve son derece hırslı ve bu hırsa yenilmeyecek kadar da dikkatlidir. Hırsız, az önce otelin bir köşesinde bıraktığı sevdiceğini düşünmek şöyle dursun, onu buraya sürükleyen durumu, özgürlük uçağına varmaya ramak kalmışken, intikam ve hırsının tuzağına düşüşünü hatırlamak dahi istememektedir. Çok kısa bir zaman sonra, her iki karakter de, artık saniyeler kalan son için, en ufak bir hatayı bile kaldırmayacak derecede dikkatlerini son haddine çıkarmıştır. Polis, sanki biraz daha cüretkardır... polislik hayatı boyunca hep böyle değil miydi zaten? Her zaman öne atılan, gözünü budaktan sakınmayan, özel hayatını zindana çeviren cüretkarlıkta, cesarette ve işkoliklikte değil miydi zaten? Son derece güçlü olan altıncı hissine güveninden, siperleri bile tam manası ile kullanmamaktadır. O, av kokusu almış bir yırtıcı kaplandır artık!

Hırsız, sanki biraz daha defanstadır, biraz daha olayların karşı taraftan gelişimini beklemektedir. Kim bilir, belki de o iç hesaplaşmalar, o kıvır kıvır saçlı, taze yarin ağlamaklı hali gelmiştir aklına. Ama profesyonel biridir o, böyle kritik bir anda, böyle şeyler ancak saniyeler uçuşabilir kafasında... o yine, o eski acımasız ve işini bilen suçludur.

Derken... her iki profesyoneli tongaya düşürecek, dikkatlerini dağıtıp, belki de düello planlarını temelli değiştirecek bir gelişme olur; bir uçak hava alanına inmek üzeredir ve aniden çok güçlü ışıklar, düello alanını gündüze çevirir. Sinir bozucudur bu, "karanlık her şeye rağmen daha iyiydi, ama elden ne gelir". Planlar anında gözden geçirilir, durum tespiti yapılır, tekrar nihai hedefe kilitlenilir. Her iki kahraman da, biraz önceki konsantrasyondadır tekrar, onları için bunlar çocuk oyuncağı, bir anlık bir dikkat dağılması sadece...böyle durumlarla kaç kere karşılaştılar kim bilir?

Ancak her ikisi çok garip başka bir duygunun, daha evvel belki de tatmadıkları bir hissiyatın içindedirler: "Niye içimde, sanki bu sonmuş gibi geliyor, niye sanki çok takdir ettiğim bir meslektaşımı ve hatta hayran olduğum birini, hatta sanki kardeşimi öldürecekmişim gibi bir his var ki içimde? Çok garip... bunların yeri değil ama şimdi, önce görevimi yerine getirmeliyim... öncelikli görevim de hayatta kalmak!

Yönetmen, hafifçe müziği devreye sokar... sanki polis de tekrar devreye girmiş ve yine o eski cesur haliyle siperi bir tarafa bırakıp ileriye atılmıştır... "artık son çok yakın, tek bir siper kaldı, bunun arkasından başka bir yerde olamaz."

Hırsız yine savunmada, "bu ayak sesleri kesinlikle onun, hadi artık hamle yap!"

Polisin altıncı hissi ve tecrübeleri tek bir noktada!

Ama hayır! yine bir uçak ve uçak demek, tekrar ortalığın gündüz olması demek!

Hırsızın içini kemiren iç hesaplaşması durdurulamaz bir haldedir: "Nasıl olur da katı kuralları olan ben, aşık olabilirim, nasıl olur da sevdiğim kadını terkedecek alçaklığı gösterebilirim? Nasıl olur da özgürlüğe sadece dakikalar kalmışken, hırsıma yenik düşerim... hayır! Ben artık yaşamayı hak etmiyorum! Takdir ettiğim bu polisi öldürürsem, zaten vicdan azabından yaşayamam!" Hırsız, saliseler bile sürmeyecek bir zaman diliminde stratejisini tamamen değiştirir, saklandığı yerden çıkar.

İkisi de artık korumasızdır, ilk ateş eden mutlaka düelloyu kazanacaktır... bu rakipler öyle ıskalayacak adamlar değildir!

Her tarafı aydınlatan ışıklar bir an için polisin dikkatini dağıtır gibi olur... ki arka tarafın ışıkları, birden hedefin gölgesini ayaklarına kadar getirir.

Uçak gürültüsü giderek yaklaşır. Yönetmen müziği tamamen kaldırmıştır. Bir el ateş... işte sonun başlangıcı... ikinci el... hemen ardından üçüncü el, sonra dördüncü... bu dördüncü emniyet atışı mıydı acaba?

Polisin gözlerinde önce sarsılmaz bir bakış; "sabret, bitti sayılır, sakın dikkatini dağıtma, karşındaki tam bir profesyonel... evet bitti... fakat... bu duygular da ne... şu an seviniyor olmam gerekirdi!"

Hırsız, öldürücü noktalara gelen dört el ateşten sonra bir yere çökmüş fakat daha ölmemiştir. Uçağın sesi şimdi yok. Polis rahatlıkla hırsızın yanına doğru gitmeye başlar, artık tehlike geçti!

Çok ama çok hafif bir piyano sesi gelmeye başlar... polis, hırsıza yaklaştıkça piyanonun sesi artmaya başlar. Polis, kurbanını daha yakından görür. Yüzünde ve gözlerinde, zafer kazanmış, büyük bir hırsız ve çete reisini haklamış görev adamının gözlerinde görülmeye alışık olunan ifadeden eser yoktur.

Hırsız ölmek üzeredir, ama tuhaf bir şekilde rahat ve huzurludur; "yaptıklarımın cezasını buldum... sen, büyük adam... evet sen... yaşamayı hak ediyorsun... senin gibi birine yenilmek bir şereftir, bir onurdur benim için.... iyi ki sen kazandın kardeşim!"

Polisi garip duygular kemirmektedir; "keşke bu vurduğum adam, o eskiden vurduğum suçlular gibi olsaydı, keşke bunları hissetmeseydim.... ah kardeşim, görevimi yapmak zorundayım biliyorsun... ama, keşke bunlar hiç yaşanmasaydı, keşke biz dost olsaydık!"

Moby etkinliğini iyiden iyiye artırmaya başlamıştır... "artık senden önceki o rutin hayatıma nasıl dönerim kardeşim, benden kocaman bir parçayı alıp götürdün! Senden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Niye karşıma çıktın ki?! Keşke farklı bir şekilde karşılaşsaydık... keşke!"

Moby devam eder, birçok kötü yanı da olan "iyi" kazanmıştır... birçok iyi yanı da olan "kötü" kaybetmiştir... biraz önce uçağın geldiği gibi, bir yazı belirir: Michael Mann!




18 Mayıs 2014 Pazar

21. Yüzyılda Bir Masallar Diyarı: Kuzey Kore - 2


     Neyse... şaka bir yana, 21. yüzyılda Kuzey Kore diye bir ülke var ve her şeyi ile tam manasıyla bir fenomen. Hakkındaki kısıtlı haberler ve daha da kısıtlı haber kaynakları, bu fenomeni daha da merak edilir hale sokuyor. Dünyanın büyük kısmı, bu ülkede çok ciddi insan hakları ihlalleri yapıldığı ve insanlara adeta "Ortaçağ" yaşatıldığı konusunda hemfikir iken, bir kısım Sol, Komünist ve Stalinist fraksiyonlar (yani dünya gerçeklerinden bihaber, ayakları yere basmayan, ütopik hayaller peşindekiler) "Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti"ni (daha bir havalı oldu sanki) Emperyalizmle mücadele eden, Kapitalizme karşı duran hatta Amerika'nın uykularını kaçıran numune bir devlet olarak övüyor. Nedir peki bu "Demokratik Halk Cumhuriyeti" makyajlı ülke, bir bakalım:

Ülkenin kurucusu, diktatörü ve her şeyi
46 sene krallar gibi takılan Kim il Sung
     Japon işgali ve İkinci Dünya Savaşı sonrası bazı coğrafyalarda şahit olduğumuz, Sovyet Sosyalist Cuhuriyetler Birliği tarzı maddi ve manevi işgale uğrayan yerlerden biri de Kore Yarımadasının kuzey kısmıydı
(güneyini kim baştan çıkardı tahmin edin). Ülkenin kurucusu ve ülkeyi 46 (yazıyla da yazsan hakikaten çok uzun bir süre) sene boyunca idare eden kişi, birçok sıfatlarla halkı tarafından övülmüş (gulaglarda açlık ve işkence içinde ölme korkusu var mıdır bu sıfatları takanlarda bilmiyorum) ve "yarı tanrı" mesabesinde tazim edilen, Büyük ve Ebedi Lider Kim il Sung idi. Kendisi, büyük abileri Sovyet Rusya ve Mao Zedong liderliğinde Kültür Devrimi denilen "garabeti" gerçekleştiren Komünist Çin'in sponsorluğu ve güdümünde, George Orwell'in meşhur eseri "1984"teki gibi bir açık hapishane inşa etti. "Juche" diye bilinen (kendi kendine yetip kimseye muhtaç olmama prensibine dayalı) Marksist-Leninist (hatta daha ziyade Stalinist) bir ideoloji, ülkenin resmi dini oldu (tabi ki ideoloji ama dinin yasak olduğu yerde bu boşluğu yaldızlı sözlerle, felsefelerle ve propagandalarla kapatmak zorundasınız).

     1994'te "Ebedi Şef'in beklenmedik! ölümünden sonra idare,
"Kendisini alkışlayan kitleyi alkışlama" Komünist
adetini bozmayan, ülkenin ikinci sahibi Kim Jong-il
monarşilerde gördüğümüz ve Komünist ve Sosyalist düzenlerde görmediğimiz bir usulle "Sevilen Lider" lakaplı, koca gözlüklü ve psikopat (i mean it yani) oğlu Kim Jong-il'e geçti. Kore halkının bu yüksek topuklu, iri gözlüklü büyük aşkı, babasından geriye kalmadı elbet ve "aman Emperyalistler geliyor, Amerikalılar kapıda, Güney ve üvey kardeş bize saldırdı-saldıracak" gibi propagandalarla düzeni sağlama aldı. Ekonomik durum giderek kötüleşiyordu ama. En baş sponsor Sovyetler Birliğinin yokluk ve perişanlık içerisinde çökmesi, kendisine hayran olan uydu devletçikleri "tamamen duygusal!" krizlere sürükledi. Kore'nin kuzeyi de en çok etkilenen yerlerden biriydi. Ancak, bel büken açlık ve kıtlığa rağmen ülke, nükleer silahlanma hedefinden vazgeçmedi.

     Kim Jong-il, babası kadar iktidarda kalamadan 2011'in sonlarında ölünce, yerine apar-topar oğlu Kim Jong-un  geçti. Bu, daha 30'una bile gelmemiş tombiş oğlan, iktidarı alır-almaz hemen ortama uyum sağladı. Yazılı ve görsel medyayı da iyi kullanarak, kah ortadirek ailelere çat kapı ziyaretler yaptı, kah cephede "ordular, ilk hedefiniz Emperyalist Amerika'dır, ileri" pozlarına büründü, kah nükleer tesislerde "ben bu işi doğuştan biliyom olm" havası verdi. Ancak asıl sansasyon, çatlaklık konusunda kendisi ile yarışabilecek ender isimlerden biri olan Denis Rodman ile sıradışı arkadaşlığı oldu. Hatta Denis Rodman, eski ve tanınmış NBA oyuncularından derlediği bir takım ile Pyongyang'da gösteri maçı falan yaptı.

Ordular ilk hedefiniz...

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş
Nükleer bizim işimiz

Genç kızların yeni sevgilisi
tom oğlan tombul oğlan Kim Jong-un 

Kuzey Kore Denince İlk Akla Gelenler:

 * Bir kere, isminde "demokratik halk cumhuriyeti" gibi şeyler yazan devlet gördünüz mü, bilin ki orada büyük bir "tiyatro" dönüyordur. Nitekim, Şekspir'i kıskandıracak tiyatro ve senaryolar vardır bu topraklarda.

Az ağlarsan işin yaş, ne kadar
çok yırtınırsan o kadar  iyi

* Dış ülkelerden turist olarak gelenlerin, önce bütün iletişim kaynaklarına ülkeden çıkasıya kadar el konuluyor. Tepenize en az bir rehber (ya da rehber görünümlü ajan adayı) ve bir "besbelli" ajan (sivil polis)
Rehber ve polis olmadan adım dahi
atamayan cevval muhabirimiz
dikilir. Bu "besbelli" ajan, sadece yabancıyı değil, aynı zamanda yamuk yapma ihtimaline karşılık o rehber kılıklıyı da denetler. Nereye gidileceği, nereler ziyaret edileceği önceden bellidir ve sizin bu planlamanın dışına çıkmanız imkansızdır. Öyle bir şey ki, Vice'ın meşhur ve cevval elemanlarından Shane Smith bile süt dökmüş kediye döndü, bir tane halktan insanla görüşemeden ve doğru dürüst bir fotoğraf bile çekemeden döndü. Halktan birileri ile görüşmek ve konuşmak yasaktır. Çok kurnazca ve zekice hazırlanmış planları vardır her zaman; sizin görüşeceğiniz, fikrini alacağınız ya da okulda temas edeceğiniz her kişi, her talebe önceden ayarlanmış bir papağandır. Burada, yerellerle olan ve olacak hiçbir temas tesadüfe kalmaz. Turist ve gazetecileri, devyarasa bir otele yerleştirirler ki, bomboş olduğu ve makyaj maksatlı olduğu gayet barizdir.

*  Kuzey Koreliler, dış dünyadan tam manası ile izoledir. Cep telefonu, internet gibi iletişim vasıtaları yasaktır. Devletin koyu propagandası, George Orwell'in mezkur 1984'ünü aratmaz. Millet, özellikle ABD ve Güney Kore'nin, ülkelerini mahvetmek için var gücü ile çalıştığına inanır, hatta Amerikalıların açlıktan kırıldığı ve canlarının çıkmak üzere olduğu kanaati yaygındır.

Emperyalist Amerika'nın canını çıkarırken

* Ülke açlığın pençesinde ve her sene kıtlıkla mücadele ediyor. Çocukların çoğu yetersiz besleniyor.

* "Her Koreli asker doğar" mottosuyla dünyanın en militarize olmuş toplumudur. Nükleer ve her türlü silahlanma, GSMH'nın çok mühim bir kısmını yer bitirir.

* Her Komünist idarede olduğu gibi spor ve sportif faaliyetler çok önemlidir. Böylelikle, hem dış düşmanlarını bu sahada yenecek gençler yetiştirirler, hem de onları, "herhangi bir şey"i düşünme ihtimaline karşın meşgul ederler.

* Hep bir kutlama ve milli bir gün vardır. Mutlaka bir boş meydanda çocuklar ya da askerler büyük bir ciddiyetle prova yaparlar... olur ya, birisi ispikler falan!


Talebeler yine provada
Kore'nin kuzeyinde askerlik hiç bitmez

* Spor faaliyetlerinde bulunulan yerlerde, dev ekran ve hoparlörler hiç durmadan Emperyalizm karşıtı gaza getirici marşlar çalarlar.

* Ha, bir de dantele bayılırlar, bizim 30 yıllık evvelki tutkularımız, Korelilerin vazgeçilmezi sanki. "Büyük Liderleri"nin oturduğu koltuklara bile iliştirmişler bu süsü!

     Kısacası... her şeyiyle acayip ve garaip bir memleket!



   

6 Mayıs 2014 Salı

21. Yüzyılda Bir Masallar Diyarı: Kuzey Kore - 1


     Yorgun argın geçen bir günün ve uyuyakaldığınız gecenin akabinde, bir sabah, denizden taze çıkmış ve karaya vurmuş Leonardo DiCaprio tarzı şaşkın bakışlarla, Kuzey Kore'nin (çok özür dilerim, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti olacaktı doğrusu) başşehri Pyongyang'da uyanmış olsanız, günlük rutininiz nasıl olurdu hiç düşündünüz mü? Çok damdan düşer gibi oldu galiba ama... empati yapmak isteyenler için klavyemiz döndüğünce yazmaya çalışalım:
Nerdeyim ben yaw?

07:00 Kalkış: Salon, oturma odası, çocuk odası ve hatta yatak odası vazifesi gören (ev dediğimiz zaten Cem YıImaz ölçüsüyle iki dönüm) odanın başköşesinde asılı duran ve nereden baksan içerisinde üç tane tanrı (en azından yarı tanrı) bulunduran üç küçük ve çerçeveli portrenin önünde durma ve ibadet, şükür sayılabilecek hareketler yapma. (dış ses: Ey Büyük Liderim, Ey Sevgili Liderim ve Ey Taze Liderim, bahşettiğiniz nimetler için size çok teşekkür ederim. Bugün de Emperyalistlerin saldırılarından bizleri koruduğunuz için size şükran borçluyuz.) (iç ses: Eşim, babam ajan olabilir, bu devirde kimseye güven olmaz, neme lazım, ben ibadetimi aksatmayayım)

Üçü bir arada odamız... ve tabi ki baş köşede
dededen toruna üç nesil lider bir arada!
 Bunları gördün mü eğileceksin.
Boş geçersen gulaglarda yerin hazır! 

07:05 El-yüz yıkama girişimi. Bu girişim, tıslayan musluğa rağmen yapılıyor. (dış ses: Emperyalistlerle mücadelemizde, ülkeme sularım feda olsun) (iç ses: Kahretsin, gene sular akmıyor, şu rezil kovaya bir maşrapa daldırayım bari)

07:10 Kahvaltı yapma girişimi: Okula gidecek tıfıllar ve işe gidecek bireyler sofra etrafında oturur. (dış ses: Bize bu nimetleri ve ondan daha önemlisi özgürlüğümüzü kazandıran Üç Liderimize şükranlarımız sunuyoruz!)  (iç ses: Emperyalist kovalamaca ayağına yine açız, biraz küflenmiş ekmek, biraz lapa!)

07:30 İşe ve okula doğru yola koyulma: Dükkanlar, raflar boş. Yollar, boyu 1.50, kilosu 45 olan insanlar tarafından dolu, araba bakımında boş, bazen bir otobüs, bazen her tarafı dökülmüş askeri araçlar: (dış ses: Bırrrr!) (iç ses: Palto üstten, ayakkabılar alttan alıyor. Buz gibi havada yürüyeceğiz mecbur. Trafik polisi her zamanki yerinde boşa sallıyor elindeki malzemeyi. Şu tipe bak, sanırsın dünyanın en önemli işini yapıyor!)

Pek trafik yok ama trafikçi abla görevinin bilincinde!

07:50 Hoparlörlerden şevke getirici marşlar çalıyor: "Kahroslun Emperyalizm... kahrol Amerika... Sen de kahrol bu arada, Güney ve üvey kardeş!" Biraz sabah jimnastiği iyi gelir kaskatı kesilmiş, üşümüş minik ve çekik gözlü bedenlere.

08:00 İşe başlama vakti. Fabrika müdürü, elinde mikrofon anons yapıyor: "Yoldaşlarım, biliyorsunuz Emperyalist düşmanlarımızı yenmek için daha çok çalışmak zorundayız, bugün herkes, dün ürettiğinin daha fazlasını üretecek!" (dış ses: Baş üstüne Yoldaş, düşmanlarımıza karşı ülkemizi yüceltmek adına daha çok çalışacağız bugün!) (iç ses: Nereye çalışıyorsun, biraz sonra elektrikler gidecek zaten!)

Elektrikler kesilene dek biraz çalışalım bari!


09:35 "Aaaaaahhh" nidaları eşlinde elektriğin gidişi (ne sandınız, onlar da bizim gibi karşılar elektriğin gidişini). Üstünde kamuflaj rengi ceketi ile müdür yine görünür: "Yoldaşlar, biliyorsunuz dün, Sevgili Liderimizin (gözler yaşlanır) bize emaneti olan Yüce Liderimizin üstün gayret ve çabaları sayesinde, Emperyal güçlerin ödünü koparacak bir füze denemesi gerçekleştirdik (huraaaa sesleri veya ona benzer sesler işte). Dolayısıyla, bügün elektrik kesintisi her zamankinden daha uzun sürebilir... Yaşasın Yüce Liderimiz ve Halkımız (alkışlar ve gözü yaşlı feryatlar)!

12:00 Öğle paydosu. Herkes, sefer tasının kapağına asılır: (iç ses: Yine bir avuç pirinç lapası!)

12:30 Elektrik tekrar aramızda. İşe başlama.

14:30 Çay molası (yok yav... yine elektrikler gitti, malum Emperyalistler falan)!

19:00  İşe paydos: Ama gitmeden evvel bir hamasi nutka daha ne dersiniz? Uzayda fazla yer kaplamayan, fırça saçlı fabrika müdürü yine mikrofonun başında (elektrik bu, gider gelir haliyle): Yoldaşlarım, ambargonun belimizi büktüğü bugünlerde, bu sıkıntılı durumdan bir an önce kurtulmak için yarın daha fazla çalışmak zorundayız!

19:45 Eve geliş (sabahkinden uzak sürdü evet ama yolda karşılaşılan tanıdık yoldaşlarla, şöyle bir iki lafın beli kırılmasın mı canım: Konular malum, Emperyalistlerin içler acısı hali ve yanaklarından makas alınasıca, ergen irisi yeni liderimizin cephedeki kahramanlık fotoları, 2010 Dünya Kupasında Brezilya'ya nasıl çakmıştık ama muhabbeti vs). Eve geliş ve yine çok amaçlı odanın en mutena yerindeki lider triosuna sonsuz selam ve şükran.

19:50 Akşam yemeği: Aile fertleri yine sofranın etrafında. Spor çalışmaları (buna havuz olmadığı için karada yüzme antrenmanı da dahil) ve Kurtuluş Günü etkinlikleri provaları yapmaktan canı çıkmış, nefesi açlıktan kokan 20 kiloluk velet yorgunluktan bayılmak üzere. Bu akşam lapa da yok, biraz küflü ekmek, o kadar! (dış ses: Ses çıkaracak hal mi kaldı Lider aşkına!) (iç ses: Herkes yatınca belki bir haşerat yakalarım, kaldık hepten 42 buçuk kilo!)

20:00 Ana haber (her yerde aynı, hiç şaşmaz): Geleneksel kıyafetli meşhur abla yine ekranda döktürüyor; Yüce Lider uçtu, kaçtı... hain düşman al sana füze... Güney Koreliler acınacak hale geldi... sporda Emperyalist Amerikalıları yere serdik...!

Abla yine döktürüyor!

20:45 Çocuğun ödevlerine yardım etmece: Yüce Liderimizin en sevdiği renkle yapılan bir boyama... Sevgili Liderin doğum zamanında görülen olağanüstü haller konulu kompozisyon... Amerikan ve Güney Kore bayraklarına süngü saplama (temsili haliyle elbet)!

21:30 Aile fertleri ile karanlıkta (elektrik gitti tabi yine, mum da yok) ülke meseleleri üzerine fikir teatisi (arka planda guruldayan mide sesleri eşliğinde): Liderleri en çok kim seviyor? Kim ülkenin bekası için daha uzun süre aç durabilir? Son füze denemesinden sonra, ödü bilmem neresine karışan salak Amerikalıların korkak halleri. Üvey Kore'nin teknolojide bizden geri kalması ve geride kalmışlığı hazmedememesi... çok soğuk ve karlı geçen kış sebebiyle porsiyonların iyice azalması!

Samanyolu Kuzey Kore'den kim bilir ne güzel görünüyordur?!
 Pyongyang'da biraz elektrik var gibi ama
o da sadece subay ve idareci
tayfanın kaldığı binalardadır kesin.

22:00 Halvet olma temennisi (sadece temenni tabi; bir tarafta altı kişi ile dolu bir oda, diğer tarafta bomboş bir mide)!

07:00 "Ben nerde yanlış yaptım!"


... ya da... bu simülasyondan fazla hoşlanmayanlar için daha realistik bir bakış!

Bu a-acayip şeyin videolu hali daha da bir şey sanki: