Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

9 Kasım 2024 Cumartesi

David Sinclair, Bryan Johnson, Blueprint Protocol, Longevity, Anti Aging, Az Yemek, Oruç ve Doğru Uyku


     Bir sürü şey yazdık başlığa ama hepsi birbiri ile bağlantılı! Ecnebice olanlar, son zamanların popüler şahsiyet ve başlıklarından... Zira insan ölmek istemiyor! Gelelim detaylara:

     Anti-aging: Adı üzerinde, "yaşlanmayı durdurma" teşebbüsü. Bu teşebbüs, birçok beden ve zihin faaliyetinin, tek bir gaye etrafında birleştirilmesinden ibarettir. Yaş almayı mümkün olabildiğince yavaşlatmak, genel manada vücudu, kaliteli ve dengeli gıda alımı ile ve düzenli egzersiz ile beslemek, beyni de, stres ve tasa gibi yıpratıcı unsurlardan uzak tutmak şeklinde, kabaca özetlenebilir. Tabi bu mefhum, devasa bir endüstrinin ani tetikleyicisi olduğu için, reklam ve pazarlama gürültüsünün sebep olduğu, göz gözü görmeyen bir sis bulutunun içinde, şiddetini artırarak devam ediyor... Ama hangi tarafa belli değil!

     Longevity: Üstteki başlık ile doğrudan bağlantılı, gündelik literatüre yeni yeni girmeye başlayan bir kelime. "Uzun yaşama" veya daha ayağı yere basan şekliyle "uzun yaşama emeli" diyebiliriz. Longevity hadisesi, yaşlanmayı yavaşlatma çabalarının bir adım ötesine gidip, yaşlanmayı tersine çevirme, diğer bir deyişle gençleşme faaliyetlerini de kapsaması bakımından, enteresan bir noktaya doğru evriliyor bu aralar. Bu sahada da, birkaç kişi epey bir isim yaptı ve tanındı. Onlara da kısaca değinelim:

     David Sinclair: İnsan ömrünü uzatma faaliyetleri ile, bir süredir meşhur olmuş Avusturalyalı Harvard profesörü. Macar Yahudisi bir aileden gelen Sinclair, biyolog ve genetik ilminde uzman. 55 yaşında olduğu halde, oldukça genç gösteren ve günlük olarak 16 saat civarında oruç tutan bu ilim adamının hakkında, son zamanlarda bazı spekülasyonlar çıkmış olsa da, uzun yaşama ve yaşlanmayı yavaşlatmaya bakışı, dikkate almaya değer.

55 yaşında ama daha 
genç gösteriyor

      Bryan Johnson: Hızlı gençliği zamanında vücudunu harap eden ve sonrasında bu hayatına tövbe edip, hem ömrünü hem de varlığını, yaşlanmayı tersine döndürme gayesine adayan bir garip Amerikalı müteşebbis. Bu eleman, kendi deyimiyle, "dünyanın en çok ölçülen ve tahlil yapılan insanı". Youtube ve sosyal medyada bayağı faal olan Johnson, "Blueprint Protocol" adını verdiği projesi ile, yaş almanın getirdiği dezavantajları durdurma hatta geri alma hedefi güdüyor. Her gün, katı bir biçimde tatbik ettiği disiplini ile, her bir organının kaç yaşına geri döndüğünü söyleyecek kadar kendinden emin. Senelik maliyeti 2 milyon dolar olan bu çalışmalar sebebiyle, evi, adeta bir laboratuvar hatta hastaneyi andırıyor ve neredeyse her adımı ölçülüyor ve kaydediliyor. Yapıp ettikleri ve şimdiye kadar başardığını iddia ettiği şeyler her ne kadar tartışmalı bile olsa, günlük tatbikatına ve yaşama bakışına değinmek faydalı olacaktır.

47 yaşında ama daha genç
gösteriyor mu ki acaba?

     Blueprint Protocol: Biraz da, Bryan Johnson'un şahsi projesi olan bu protokol ve günlük hayatına bakalım:

1. Diyet ve beslenme: Sıhhati, mümkün olan en iyi seviyeye getirmek için düzenli yeme alışkanlıklarını ve muayyen gıdaların tüketimidir kısaca. Bir gıdanın tamamına odaklanan ve işlenmiş olanları en aza indiren, nebatat merkezli, düşük kalorili bir diyet bu. Kendisi bir vegan olan Bryan'ın beslenme rutini aşağı yukarı şöyle: 

Sabah 05.25'te, bir yığın yeşillikten müteşekkil içecek.

06.45 kahvaltı. 

9'da super veggie yemeği.

11'de günün son yemeği! Yalnız dikkatinizi celbederim... Sabah 11 bu!

2. Gıda Takviyeleri: Takviyeler bu çalışmada olmazsa olmazdır. Eksik kalan taraflar ve zaten az ve nebatat temelli beslenme bunlarla tamamlanır.

günlük aldığı takviyelere bak!

3. Egzersiz: Fiziki sağlık ve dayanıklılığa odaklanan bir egzersiz rutini. Johnson, sabah 5 buçuk civarında egzersiz rutinine başlar. 

4. Uyku Düzeni: "Kaliteli uyku" hedefi ile daha iyi bir uyku düzenidir. Bryan'ın rutinini ifa etmek biraz zor ama kendisi, bilaistisna her akşam 8 buçuk gibi yatar ve sabah 5 gibi kalkar. Johnson'ın en çok ehemmiyet verdiği madde uyku diyebiliriz bu arada.

5. Zihin ve Hissiyatın İyi Halde Bulunması: Stres yönetimi ve meditasyon gibi mental sağlık teknikleri ile, beyni ve kalbi müspet olarak beslemek. 

6. Verilere Dayanan Sağlık Takibi: Günlük tahliller ile ölçümleri içeren teknoloji ve datayı bu uğurda sık kullanmak.

7. Aile, Arkadaşlık ve Cemiyet Hayatı: Yalnız kalmamak ve iyi ilişkiler kurulan insanlar ile sık iletişim. 

8. Kötü Alışkanlıklardan Kaçınma: Yukarıdaki gayelere ulaşmakta engel teşkil edecek her şeyden, bir disiplin çerçevesinde uzak durma.


Longevity, Anti Aging ve İslamiyet


     Bütün bunları niye yazdık peki? Çünki anti-aging ve longevity mefhumları üzerinde dönen laf kalabalığı ve gümbürtünün özünde ve temelinde, Müslümanların, ta asırlar öncesinden tatbik edegeldikleri bazı esaslar var... Ama tabi arada muazzam bir fark var: Zikrettiğimiz (ve zikretmediğimiz ancak piyasada tanınan) isimler, bu usulleri tatbik ederken, dünya nimetlerinden, olabildiğince uzun bir zaman istifade edebilmek maksadını güdüyorlar. Lakin, bu zevkleri tadabilmek için dahi, bazı şeylerden feragat etmek durumunda kalıyorlar. İslamiyet'in, bahsi geçen disiplinlere olan benzerliğine gelelim:

     Bunlardan ilki, beslenme: Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz kişilerin en bariz hususiyetlerinden bir tanesi, az yemeleri ve bir şekilde, oruçlu bir hayat sürmeleridir. Gerçekten de baktığımızda, kendileri gün içerisinde, 16-19 saat aralığında bir zaman diliminde, yeme işini tamamen rafa kaldırmışlardır.

     İslam dini bu hususta ne diyor? Birçok hadiste, az ve nebati yemek teşvik edilirken, çok yemenin maddi ve manevi zararları bildiriliyor. Filhakika, İslam alimleri ve velilerin hayatlarına bakıldığında, çok ve çeşitli yemek gibi bir durumun olmadığı hemen görülüyor. Yani İslam dininin önder zatları, az yemeyi bir hayat düsturu olarak benimsemişlerdir. Zira kaynaklarda, avama takımı için en iyi beslenme şeklinin, iki günde üç öğün (yani öğün atlayarak) olduğu belirtiliyor ve çok, çeşitli ve karışık yemenin, kanı, tıpkı alkollü içecekler gibi zehirlediği bildiriliyor. Yine bu bağlamda, et ve et ürünleri nadirattandır ve eti çok yemenin, kalbi kararttığı rivayet edilir. Oruç tutmak ise, sadece senenin belli zamanında ifa edilmekten öte, bir hayat biçimidir ve bir yandan bedeni temizlerken bir yandan da ruhu inceltir ve maneviyatı kuvvetlendirir. 

     Uyku da hakeza aynı şekilde. Yaşlanmayı geciktirme gayesi peşinde olan kişilerin uyku disiplinine bakıldığında, yine İslamiyet'in teşvik ettiği uyku düzenini görüyoruz; erken yat - erken kalk! Zira gelen haberlerde, yatsı namazı kılınır kılınmaz yatmak teşvik ediliyor. Sabah namazını farziyeti ise, zaten güneşin doğmasından evvel yataktan kalkmayı zaruri kılıyor. 

     Sair başlıklara baktığımızda, yine aynı tabloyu görüyoruz: Zihin ve ruhun, gam ve gussadan uzak, olabilecek en sakin, en mütevekkil seviyede kararlı bir halde bulunması, aile, arkadaş ve cemiyet bağlarının sıkı ve samimi olması, bedeni dinç tutacak kültür fizik hareketlerin ehemmiyeti, beden ve ruha eziyet olan kötü alışkanlıklardan titizlikle kaçınmak... Tüm bunlar, bir Müslümanın hayatında olan ya da olması gereken prensipler!

     Dolayısıyla, özetleyecek olursak şunu söyleyebiliriz: İslamiyet'i, numune zatların yaşadığı gibi tatbik etmeye çalışan bir Müslüman, anti aging ve longevity konularında zaten uzmandır (tûl-i emele ve dünya sevgisine kapılmadan ölümün muhakkak geleceğini bilerek ve ona hazırlanarak elbette) ve ilave olarak fazlaca da bir şey yapmasına gerek yoktur!

19 Ekim 2024 Cumartesi

Cihad ve Cihad ile Fitne Çıkarmak Arasındaki Fark

    

     İbadetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır. Farzlardan sonra en kıymetlisi, Şafi mezhebinde sünnet namazlar, Hanbeli'de cihaddır. Hanefi ve Maliki'de ise, ilim öğrenmek ve öğretmek ve sonra cihaddır.

     Cihadın üç türlü olduğu bildiriyor: Fiil ile, kavil ile ve dua etmek ile. Birincisi, beden ile yani her türlü harp vasıtaları ile cihad yapmak, İslamiyet'ten haberleri olmayarak, başkalarından görmekle veya zalimlerin, sömürücülerin baskıları ve işkenceleri ve aldatmaları ile küfre sürüklenmiş olan zavallılara İslamiyet'i bildirmeye engel olan diktatörlere, emperyalist güçlere karşı olur. En modern harp vasıtaları ile dövüşerek, bu zalim diktatörlerin, emperyalistlerin güçleri, kuvvetleri yok edilerek, bunların pençeleri, baskıları altında inleyen zavallı milletler esaretten, kölelikten kurtarılır. Bunlara İslamiyet öğretilerek, seve seve Müslüman olmaları teklif olunur. Kabul etmezlerse, Müslümanlarla birlikte İslam dininin adil, hürriyetçi ve eşitlik emreden emirleri altında, Müslümanlarla aynı haklara malik olarak ve kendi dinlerinin icaplarını ve ibadetlerini serbestçe yapmak suretiyle yaşamalarına izin verilir. Bu silahlı cihadı, muharebeyi yalnız devlet yapar. Yani devletin ordusu, savunma kuvvetleri yapar. Devletin emri, bilgisi, izni olmadan hiçbir Müslümanın kafirlere saldırması, eşkıyalık yapması caiz değildir. Devletin sulh yaptığı kafirlerden birini öldüren Müslümanı, İslam dini en ağır cezaya çarptırmaktadır. Görülüyor ki, İslam dininde, cihad demek, memleketleri yıkmak, insanları öldürmek demek değildir. İnsanlara İslamiyet'i tanıtarak, kendiliklerinden seve seve Müslüman olmalarına çalışmak demektir. Tarihteki İslam devletleri (Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar) hep böyle cihad etti. Cihad sayesinde, hiçbir gayr-i müslim, "işitmedim, bilseydim inanırdım" diyemeyecektir.

     Sulh zamanında hudut başında beklemek, yeni silahları yapmasını öğrenmek, harp vasıtalarını kullanmasını ve bunun için lazım olan fen bilgilerini öğrenmek de cihaddır. Müslümanların böyle cihad etmeleri farz-ı kifayedir. Düşman hücum ettiği zaman, kadın, çocuk herkese, yani yakın olanlara, eğer bunların da gücü yetişmezse, uzakta ve daha uzaklarda olanlara da farz-ı ayn olur. Cihad yapan devlete yardım etmeyenler günaha girer.

     Cihadının ikinci şekli, her türlü neşir vasıtası ile İslamiyet'i insanlara yaymak, duyurmaktır. zira zamanımızda, dinsizlerin yazı, film, radyo ile ve her çeşit propaganda ile saldırması aldı yürüdü. İslam'ın iç ve dış düşmanlarının yıkıcı, aldatıcı propagandalarına karşı alimlerin, hakiki Müslümanlığı ani Ehl-i Sünnet itikadını, neşir vasıtaları ile bütün dünyaya yaymaları, günümüzün en kıymetli cihadıdır. Kitap, mecmua, gazete, radyo, televizyon ve filmler ile İslamiyet'in üstünlüğünü, faydalarını, hem Müslümanlara ve çocuklarına öğretmeli, hem de bütün dünyaya yaymalıdır. Bunu yapabilmek için, İslam bilgilerinin hem din, hem de fen kollarını iyi öğrenmelidir.

     Cihadın üçüncü kısmı, dua ile yapılan cihaddır. Bütün Müslümanların bu cihadı yapmaları farz-ı ayndır. Bu cihadı yapmamak, büyük günah olur. Bunu yapmak ise, birinci ve ikinci kısımları yapanlara dua etmekle olur. Yani leşker-i gaza, leşker-i duanın yardımına muhtaçtır.

     İmam-ı Muhammed hazretlerinin "Siyer-i kebir" kitabında şöyle deniliyor: "Cihad emri yavaş yavaş geldi. İslamiyet'in başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak, onlardan uzak kalmak, onlara yumuşak davranmak emrolundu. Sonra, ikinci emir gelerek, "kafirlere yumuşak ve güzel sözlerle İslamiyet'i bildir" denildi. Üçüncü emir ile harp etmeye yalnız izin verildi. Dördüncü emir ile "kafirler size eziyet verince, onlarla harp ediniz" denilerek, karşı koymak farz oldu. Medine'de İslam devleti teşekkül edince, beşinci olarak, "dört aydan başka zamanlarda harp ediniz" emri geldi. Altıncı olarak gelen ayette, devletin, ordunun kafirlerle her zaman harp etmesi emrolundu. Böylece, cihad etmek, farz-ı kifaye oldu. Devletin her zaman cihada hazırlanması lazımdır. Sulh halinde ve arada anlaşma varsa, ansızın saldırılmaz. Önce, anlaşmanın bozulduğu haber verilir. Kafirler dar-ül-islama saldırınca, bu zalimlere karşı, kadın, erkek, bütün Müslümanların ordunun emrinde harp etmeleri farz-ı ayn olur".

Cihad ve Fitne Arasındaki İnce Çizgi:

     Cihadın mahiyeti ve çeşitleri bu şekilde. Şimdi gelelim, "cihad" adı altında, özellikle son bir asırdır çıkarılan fitnelerin cihaddan farkına:

     Kitaplarda deniliyor ki; dar-ül-harpte de, gayr-i müslimlerin haklarına dokunmamak, hükumetlerinin kanunlarına uymak, kimseyi dolandırmamak, Müslümanlığın icabıdır. Zalim, hatta kafir hükumetlere karşı isyan etmek, fitne çıkarmak yasaktır. Böyle fitne çıkarmak, cihad değil, ahmaklıktır ve büyük günahtır.

     Bu açıklama gayet sarih olmakla birlikte, yakın tarihte, bilhassa Hac Suresinin otuz dokuzuncu ayeti bahane edilerek, birçok faaliyet yürütüldü, kardeş kardeşe düşman edildi. Çok insan idam edildi, birçoğu hapislerde çürüdü. Bunun en bariz örneğini, Cemal Abdünnasır yönetimindeki Mısır'da gördük. Hasen el Benna ve Seyyid Kutub gibi reformistlerin çıkardığı fitnede, Müslümanlar çok zarar gördü ve hatta bu hadiselerin menfi neticeleri, bugün bile hala Mısır'da hissediliyor.  


Hasen el Benna ve Seyyid Kutub


     Hac Suresinin 39. Ayeti Nasıl İzah Ediliyor:

     Mekke'de kafirler, Müslümanlara zulüm ediyor, yaralıyor, öldürüyorlardı. Bu zalimlerle dövüşmek için, Resulullah'tan tekrar tekrar izin istediler. izin verilmedi. Zalimlerin zulmünden kurtulamayacak olanların, kafir memleketi olan Habeşistan'a hicret etmelerine izin verildi. Peygamber Efendimiz, Medine'ye hicret edince, Hac Suresinin otuz dokuzuncu ayeti nazil oldu. Burada mealen; "müminlere saldıran zalimlerle cihad yapmaya izin verildi" buyuruldu. Bu ayet, Medine'de yeni kurulan islam devletinin, Mekke'deki kafirlerle ve zalimlerle cihad yapmasına izin vermektedir. Yani görüldüğü üzere, cihad emri ancak devlet kurulduktan sonra verildi.

12 Eylül 2024 Perşembe

İsrail-Filistin Çatışması ve Gazze'de Çözüm Olur mu?

    

     Ekim 2023'ten bu yana, neredeyse tüm dünyanın gözü, Gazze ve İsrail'in üzerinde. Bir önceki yazıda, Filistin diye bilinen coğrafyanın geçmişine, Siyonistlerin oraya yerleşip devletlerini kurmalarına ve neredeyse 100 senedir devam eden İsrail-Filistin çatışmasına bakmıştık. Bu yazıda ise, bilhassa 7 Ekim 2023'te yaşanan Hamas saldırısı ve akabinde, neredeyse kesintisiz devam eden İsrail'in Gazze ablukası merkezinde, kimlerin, bu yaşananlara nasıl yaklaştığına ve hiç nihayeti gelmeyecek gibi devam edegelen hadiselerin nasıl çözülebileceğine bakalım:

     ABD: Siyonist Yahudiler ile sıkı-fıkı olan Evanjelistlerin nüfuzu ve Ortadoğu'yu bir şekilde, uzaktan kontrol etme arzusu, Amerika'yı İsrail'in yanında olmaya itiyor, her zaman olduğu gibi. İsrail'in, Batı Şeria'daki yerleşimleri ve sivilleri hedef alan saldırıları için, "kınama" şeklinde sesler çıksa da, genelde bunlar çok cılız kalır. Birleşmiş Milletler denilen teşkilatın, veto hakkına sahip 5 ülkesinden birisi olması hasebiyle de ABD, tıpkı yaramaz bir çocuğun arkasını kollayan ağabey pozisyonundadır.

     Almanya: İsrail'i destekleyenler arasındaki ülkelerin, tabiri caizse, "en zavallısı"! Holokost ayağına ikide bir zırlayan İsrail'i susturmak için, habire yardım, hibe yaparlar, sorgusuz sualsiz destek verirler!

     İngiltere: Balfour Deklarasyonu ile başlayan, İsrail devletinin kuruluş hikayesi vesilesiyle, İsrail'e yakın durur. Her ne kadar, İngiliz vesayetinin sonlarına doğru, sıkıntılı dönemler geçirmiş olsalar da, derin İngiliz lobisi, her zaman için İsrail'in yanındadır. Elbette böyle durumlar için, her zaman olduğu gibi takındığı, "herkesin serbestçe söz söyleme hürriyetini kısıtlamama" mefhumu çerçevesinde, "hem nalına hem mıhına" siyasetini sürdürmeyi hiç ihmal etmez!

     Rusya: ABD ile iyice limoni olan Putin, İsrail'e karşı açıkça Filistin tarafını destekliyor. Zaten Rusların, Filistinliler ile olan ilişkileri, soğuk savaş döneminden beri yakınlık arz ediyordu. Hele de Filistin Kurtuluş Örgütü ve El-Fetih gibi sol teşkilatlanmaların tesisi akabinde, SSCB, Filistin ile daha da alakadar olmuştu. Mevcut Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas'ın, bir müddet Moskova'da bir üniversitede talebe olduğunu da ekleyelim. 

     Çin: Tıpkı Rusya gibi, Çin de İsrail'in Gazze'deki operasyonuna karşı çıkıyor.  

     Dünya Genelindeki Sol Hareket: Sol zihniyetin revaçta ve/veya iktidarda olduğu memleketlerde (Brezilya, İspanya, Küba...), FKÖ ve sair solcu teşkilatların senelerdir süren mücadeleleri sebebiyle, genel manada bir Filistin hassasiyeti vardır. Hatta birçoğunda, Filistin'i hatırlatacak, cadde sokak, meydan isimleri de mevcuttur. Şu an dünya genelinde yapılan protestoların büyük ekseriyeti de yine sol tanzimlerin tahrikiyle gelişmektedir.  

     Arap Dünyası: En enteresan kısmı burası, zira Araplar, ırkdaşlarına, dışarıdan birisinin zannedeceği tarzda yakınlık göstermezler! Hatta, Suudi Arabistan gibi olanlar, doğrudan kulaklarını tıkar. Refah hudut kapısının açıldığı Mısır ve Batı Şeria'nın komşusu Ürdün, Filistin tarafından bir tane bile mülteci kabul etmez! Neden? Çünki her iki komşu memleket de, bir zamanlar ülkelerine gelen Filistinlilerin, bir şekilde düzensizliği, karışıklığı hatta anarşiyi körüklediklerini, acı şekilde tecrübe etmiş ve bir daha böyle adımlar atmaya tövbe etmişti!

        Gazze'deki Genel Durumu Nasıl Okumak Lazım:

      Gazze'de olup bitenleri doğru olarak analiz edebilmek için bazı şeyleri yerli yerine koymak lazım. Zira hem solcuların beynelmilel kampanyaları hem de bizim, sağını solundan ayıramayan muhafazakarımız yüzünden, bazı mevzular doğru bir şekilde temellendirilmekten pek uzak! Bunlardan ilki ve en mühimi şu: 

     * İsrail'in Gazze'yi, tamamen ve toptan işgal etmek gibi bir düşüncesi yok ve hiç olmadı! Gazze'nin Arz-ı mevud'un bir parçası olduğunu iddia eden aşırı dinciler var elbette ama şimdiye kadarki resmi politikalar, bu yönde müşahhas bir adım atılmadığını açık olarak gösteriyor. İsrail burayı işgal edecek olsa, şimdiye kadar çoktan yapardı. Ancak ellerine geçen her fırsatta, buradan çekildi. Evet, 2005'e kadar, sayısı tedricen 8 bine kadar artan bir yerleşimci Yahudi nüfusu oldu Gazze'de ancak bunlar, 1947 sonrasında, bir türlü normalleşmeyen güvenlik meselesini, biraz olsun düzeltmek gayesiyleydi. 2005'te, içteki sert muhalefete rağmen, İsrail hükumeti, Gazze'deki varlığını tamamen sonlandırdı. 

     * Gazze'yi idare eden Hamas denilen teşkilat, tüm varlığı ve siyasetini, İsrail'i yeryüzünden silmek üzerine kurmuş, kime hizmet ettiği bilinmeyen, kendi bekası için kendi halkına dahi acımasızca davranmaktan çekinmeyen bir organizasyon. Gazze'ye yağan yardımların aslan payına, bu teşkilatın yönetici kadrosunun konduğu da ortada. Bu teşkilatın kullandığı lisan ve her şeyi, intikam, kin ve ne olursa olsun uzlaşmama üzerine kurulu. 

     * İzzeddin el Kassam tugayları isimli garabetin faaliyetleri! Muhammed Abduh'un bir talebesinin (aynı zamanda Reşid Rıza'nın da sınıf arkadaşı) ismini taşıyan bu yapı, 7 ekim 2023'te Hamas'ın İsrail'e çıkarma yapması sonrasında iyice zirve yaptı. Bunların vazifesi, ateşi, işgali alevlendirmek... Zira kendileri hasbelkader birkaç israil askeri öldürünce, bir-iki boş tank patlatınca, bu askerin ve zayiatın ikamesi olarak İsrail emniyet kuvvetleri, onlarca bebek ve masum öldürmeye tekrar tekrar şevkleniyor!

                                            Peki bu Ateş Nasıl Biter:

     Gazze'de senelerdir devam eden ve yüz binlerce masumun canına kasteden çatışmaların sona ermesi için yapılması gereken şey, aslında en basit ve tesirli olanı... Sulh! Söylemesi kolay tabi ama, nasıl olacak ki? 

Gazze'nin hali

     Ayağı yere basmayan, hakikatleri olduğu gibi görmemekte ısrar edenlere, bir kez daha çıplak gerçekleri söyleyelim: İsrail, dünyanın en kuvvetli devletlerinin şartsız desteği ile, bu hadiselerin tereddütsüz üstün gücü! İsrail'i tehdit etmek, meskun mahallere füze falan fırlatmak, baskın yapıp rehine almak gibi faaliyetler, daha fazla ateş, daha fazla masum ve bebek ölümü demek! İki bin sene sonra, kendi devletlerini kurmuş ve kurulurken, kendi dininden olanları dahil öldürebilecek kalibredeki insanları, birkaç tane füze, patlama, rehine ve silahla durdurabileceğini sanmak, acayip bir saflık olacaktır! 

     Dolayısıyla sulh yoluna girmekten başka alternatif yok. Bölgedeki ateşin sönmesi için, evvela Hamas'ın, elindeki rehineleri, aldığı gibi teslim etmesi lazım. Sonrasında ise, Hamas ve altındaki silahlı teşkilatların, derhal, silahlı ve tehditli icraatlarından vazgeçmesi şart. Bundan sonraki adım ise, en kalıcı ve en sağlam temelli olanı: Filistinliler, İsrail'in varlığını, olduğu gibi kabul edecek ve onlarla, ellerindeki mevcut topraklarının müreffeh hale gelmesi için işbirliği yapacak. Kesintisiz bir travma yaşayan Filistinli çocukların tedrisatı, intikam ve kin üzerine değil, kendilerine saldırılmadığı sürece saldırganlaşmama temeline oturtulacak. 

     İsrailli bir yerleşimci, tüm hadiseyi özetler biçimde açıklıyor sanki: