Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

14 Temmuz 2013 Pazar

İslâm Olmadan Ahlâk Olur Mu? - 2


     İslam dini, iyi ve kötü ahlakı ve huyları tek tek saymış, bunları tasnif etmiş, kaynaklarını belirtmiş, kötü olanların ilaçlarının ne olduğunu açıklamıştır. Hatta daha da ileriye giderek, iyi olarak görünen fakat aslında kötü olan huyları bile ortaya çıkarmıştır. İslamiyet, toplum ve aile içi iletişim ve dayanışma dini olduğundan, bu iletişim ve dayanışmayı olabilecek en kaliteli ve bütün taraflar için de en faydalı biçimde olması için desteklemiş ve yol göstermiştir.

İslam dininde ahlakın kaynağı, ruhun şu üç kuvvetidir; akıl, gadab ve şehvet. Bunlara bir bakalım:

1. Akıl (buna "idrak" ve "nutuk" da denir): Aklın teorik yani nazari orta miktarına (itidalde olmasına) "hikmet" denir. Nutuk veya aklın amellere müteallik kısmının ortalama olması ise "adalet" denilen övülmüş ahlaktır. Hikmet, iyilik ve kötülüğü ayırabilme erdemidir. Orta haldir, övülen istenilen bir şeydir. Bu durum gerektiğinden fazla olmaya başladığında yani aşırıya kaçtığında hemen karşımıza kötü bir huy çıkar; "cerbeze" yani ukalalık. Cerbeze kişi, aklını, kapasitesini, kendini aşan işlerde kullanmaya kalkar, anlayamayacağı şeylere kalkışır. Aklın az olmasına ise "beladet" yani ahmaklık denir. Böyle olan, iyiyi kötüden, faydayı zarardan ayıramaz.

2. Gadab: Beğenilmeyen, istenilmeyen, zarar vereceğine inanılan şeylere karşı kanı harekete geçiren hayvani kuvvettir. Bu kuvvetin insani olan orta miktarına "şecaat" yani "cesaret" denir. Kaldırabilecek faydalı işlere kalkışılır. Bu kuvvetin ortalamadan fazla olmasına kontrol edilemez aşırı, hiddet ve saldırganlık yani "tehevvür" denir. Gadabın az olmasına ise "cübn" yani "korkaklık" denir. Korkaklıktan lazım olan şeyleri bile yapamaz.

3. Şehvet: Ruhun üçüncü kuvvetidir. Kendine tatlı ve güzel gelen şeyleri isteme ve onlara kavuşma kuvvetidir ki hayvani bir kuvvettir. Bunun orta haline "iffet" veya "namus" denir. İhtiyaç duyduğu ya da kavuşmak istediği şeyleri insanlığa uygun olarak yapar. Bu kuvvetin fazla olması "şereh" yani "hırs"tır. Hak hukuk tanımadan her istediğini elde etmek ister. Şehvetin az olmasına ise "humud" yani uyuşukluk ve gevşeklik denir. Korkudan ya da utanmaktan istenilen şeylere kavuşulamaz.

İşte bu sayılan dört orta derece, yani hikmet, adalet, şecaat ve iffet iyi huyların temelidir. Hikmet sahibi olan kimse, gadab ve şehvetine hakim olur. İnsan hikmet sahibi değilse bu kuvvetlerin her iki tarafındaki kötü huylara meyl eder.

Bu kötü huyların tezahürleri olan bazı huylara ve bunların zıtları ve çarelerine de kısaca bakacak olursak:

Mesela "tamah" kötü bir huydur, az ile yetinmeyip haramlara dalmaktır. Bunu tersi ise "tevfid"dir (tevfiz).

"Kibir" kötü huyunun aksi ve övülmüş hali "tevazu"dur. Tevazunun aşırı olmasına da "temellük" ya da "tezellül" (zelil olmak) denir ki kendini aşırı alçaltmaktır.

"Ucb" kendi ibadet ve iyiliklerini beğenmeye denir ki kötü bir huydur. Bunun zıddı ve ilacı ise "minnet"tir yani bu ibadet ve iyilikleri kendinden bilmemektir.

"Tesvif" iyi işleri sonraya bırakmaktır. Bunun zıddı ise "musareat"tır ki hayırlı işlerde acele etmektir.

"Müdahene" yani gücü, kuvveti yettiği halde haram ve yasakların işlenmesine müsaade etmek ya da diğer bir deyişle dininden vererek dünyalık almaktır. Bunun aksi ve övülmüş olanı ise "müdara"dır ki, dininin selameti için dünyalık vermektir.





11 Ocak 2013 Cuma

İslâm Olmadan Ahlâk Olur Mu? - 1



     Ahlak, doğru veya yanlış hareketlerin ve sözlerin, toplumlara, sosyal tabakalara, inanışlara, dinlere, felsefelere göre şekillenmiş ve belirlenmiş halleridir ki, tek tek huylardan oluşur ve sistem halini alır. Sosyal olmanın, yani bir toplulukta yaşamanın getirdiği ikili veya çoklu ilişkilerin ve bu ilişkilerin doğuracağı sonuçların, her iki tarafa da zarar vermemesi üzerine kuruludur. Dolayısıyla ahlak, tek başına söylendiğinde müspet tarafı anlaşılır yani ahlakın kendisi bir yerde varsa, o öncelikli olarak "iyi" tarafından algılanır. Ahlakın kötü olduğunu anlatmak için ise, başına çeşitli sıfatlar (çirkin, kötü, ağır...gibi) getirilir ya da kısaca, ahlaksızlık olarak adlandırılır. Toplumsal düzenin var olmasının ve devam etmesinin gereklerindendir. Ahlak, genellikle yazılı olmayan kurallar manzumesidir, insanlar temel ahlak değerlerini ilk önce ailelerinden alır. Kalıplaşmış törelerin, geleneklerin, inanışların, birey olarak, sosyal bir ortamda kullanılması esnasında, töre veya inanıştaki iyi ya da kötü halinin tezahür etmesi ve karşı taraftan ya da buna şahitlik edenler tarafından iyiye ya da kötüye yorumlanması ve o şahsa buna göre değer verilmesidir. Binaenaleyh, toplumun geneli ve biraz daha yaşlı olan kısmı tarafından ölçülür ve "mahalle baskısı" diye tabir edilen olayı doğurur. Ayrıca son derece göreceli ve toplumlara göre taban tabana dahi zıtlık gösterebilecek bir olgudur. Bir toplumda üstün ahlak nişanesi sayılabilecek bir hareket veya söz, bir başka cemiyette, karşı tarafa hakaret olarak algılanabilir. Yalnızken, "vicdan" denilen iç ses otokontolünün, kalabalığa temas ettiğindeki daha güçlü ve daha "frenli" halidir. Bütün bu anlatılan ve daha anlatılamayan birçok tanım ve açıklamadan, ahlak ya da etik denilen şeyin, ne kadar göreceli ve her topluma göre nasıl şekillendiği anlaşılıyor.

     Peki ama hangi ahlak? Her türlü ahlaksızlığın erdem sayıldığı Pagan toplulukların ahlakı mı? Pasifliği ve sonuna kadar altan almayı ve tezellülü baştacı eden, hayatın bir ızdıraptan ibaret olduğunu anlatan Uzakdoğu öğretileri ve çok tanrılı dinlerdeki ahlak kavramı mı? Binlerce Peygamberi şehid eden, hasislikleri, hırsları, kıskançlıkları, bencillikleri ve sınırtanımazlıkları kutsal kitaplarda yazan ve bu özellkleri ile dünyanın başına bela olmaya devam eden Yahudilerin ahlakı mı? Dünyadan yüz çevirmeyi, fakirliği ve merhameti öven, bir yanağa tokat atana öbür yanağını dönmeyi salık veren bir modeli, çok tanrılı ve muğlak, havada kalan, emirleri ve yasakları çelişkili Hristiyanlık dininin ahlakı mı? Kendini çok entelektüel ve bilimsel ve dinler üstü gören fakat hiçbir kuralı kaidesi olmayan ve fırsatını buldu mu hemen vahşileşiveren ve çıkarlarını elde etmek için hiçbir insan hakkını gözetmeyen Ateistler (Komünist, Pozitivist, Materyalist gibi zuhurlar) mi? Tabi ki hiçbiri değil! Din, felsefe ve dünyevi görüşlerin biri veya birkaçı, ahlakı oluşturan huyların bazılarında, çok temel ve iyi ölçüler koymuş ve bunları uygulamaya sokmuş olabilir. Fakat ahlakın "iyi" olarak sayılabilmesi için, huyların herbirinde de ayrı ayrı iyi olmak ya da en azından kötü olmamak lazım.

     Ahlaka son derece önem veren, onu dindarlığın ölçüsü sayan, ahlak bilgilerinin temellerini öğrenmeyi farz-ı ayn kılan ve öğrenmenin de ötesinde, bunları gerçek hayatta kullanılmasına son derece ehemmiyet veren ve tabi ki bütün dünyaya gönderilen son Peygamberin ahlakını överken, "Sen, iyi ahlakı tamamlamak için yaratıldın" diyen tek din vardır elbette; İslamiyet.



8 Aralık 2012 Cumartesi

Şarkıcıların Kaderle İmtihânı (Arabesk Style)


     Amentünün yani imanın şartlarının altıncısı olan "kadere iman", Allah'ın bir şeyin olmasını ezelde dilemesi demektir. İslamiyetin temel taşlarından biridir ve dolayısıyla kadere iman olmadan iman eksik kalır ve bu iman tam olmaz. Kaza ve kadere iman meselesi (ki bu iki kelime genellikle birbirinin yerine kullanılır) imanın esasları arasında en çok yanlış anlaşılan ya da yanlış anlaşılmak istenen husustur. Zeki kimseleri bile şaşırtmasını bir tarafa bırakalım, İslam dünyasını dahi bu konuda çeşitli yollara ayrılmıştır. İmanın bu şartı, karışık ve girift olduğundan, çoğu zaman yanlış yerlere çekilmiş, bazen de yenilkçi ve reformcu tayfa tarafından (özellikle tevekkülle birlikte anıldığında) Müslümanları aşağılamak için kullanılmıştır. Kimileri, insan kendi kaderini kendi yaratır demiş (Mutezile ya da diğer ismiyle Kaderiyye yolu gibi) diğer bir kısmı ise,insan kaderin elinde rüzgarın önündeki yaprak gibidir, Allah herşeyi zorla yaptırır, günah işlemek de dolayısıyla Cebrîdir, insan mesul olmaz derler (Cebriyye fırkası böyledir). Ehl-i sünnet vel Cemaat olarak bilinen orta yol ise, kader vardır fakat kimseye zorla bir şeyler yaptırmaz der. Muallimin, imtihanın cevaplarını önceden bilmesi gibidir, yani öğretmenin, sınava girecek talebelere dağıttığı kağıtlardaki soruların cevaplarını biliyor olması, hiçbir şekilde talebeleri zorlamaz. Sünni metodolojide kadere iman konusunu kısaca, "cebr-i mütehakkim değil, ilm-i mütekaddimdir" şeklinde formülize edilebilir.

     20. yüzyılla birlikte endüstrileşen müzik sektöründe ise (bilhassa Türkçe şarkılarda) kader meselesi değişik bir forma girdi. Özellikle Arabesk denilen (birçok açıdan Klasik Türk Müziği diye bilinen Sanat Müziğinin devamıdır hatta kader konusunu deforme etmede) ve ayrılık, sevgiliden darbe yeme, hayatta bir baltaya sap olamama ve hayata küsme, itilip kakılma konulu şarkılarda, kader meselesi çok işlenmekte ve hayattaki olumsuzlukların tamamı kadere yüklenilmektedir. Bu tip şarkılardaki "kader", insanların önüne set çeken, onlara, hayattaki en büyük sıkıntılarını yaşatmak için and içmiş, görünmez ve karanlık bir güçtür. Bu insanüstü karanlık güç, her fırsatta şarkıcının ya da şarkıcının şarkısındaki ana karakterin anasından emdiği sütü burnundan getirir. Acı, aldatılma, kayıp, hayata küsme, hayatta hiçbir başarı elde edememe konulu şarkılar ve şarkıcılar için kader, "ben beceremedim değil, çok çalıştım, çok çabaladım ama benden üstün bir kuvvet bunları bana çok gördü, benim karşıma adeta bir duvar gibi dikildi, bakın görüyorsunuz yapacak bir şey kalmadı" sözlerinin kafiyeli ve şiirsel anlatımıdır. Yani, sevdiği kişiye kavuşamayan, sürekli itilip-kakılan ve hayattaki emellerine kavuşamayan kimselerin, rahatlamak için uydurdukları hayali bir düşmandır. Şarkının esas kişisinin, bu açıdan baktığınızda, klasik bir Cebriyye aczi içinde olduğu anlaşılır. Biraz daha derinlerde ise, gönderilen rızıklara ve bu konulardaki rızıkların (ki rızkın sadece ağızdan girenler olmadığı, çok çeşitli rızıklar olduğu malum) azlığına olan isyanı ve dolayısıyla Allah'a inancın zayıflığı çok rahat bir şekilde anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle, İmanın altı şartından biri olan "kaza ve kaderin, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman" ya yok ya da tatile çıkmış, sevgili denilen kişi geri gelince ve fakirlikten kurtulunca tatilden dönecek!

     Ancak kadere sövmenin ya da kadere suçu atmanın, şarkıcılar için, kısa zamanda "üzerinde resimler olan küçük kağıt parçalarına" dönüşme süreci var ki, o da, işte bu hayatta hiçbir isteği gerçekleşmeyen ve kader rüzgarının öünde bir yaprak gibi (arabesk şarkı sözü gibi oldu) olan sözde Cebrî şarkıcının en sevdiği kısımlarından biri. Şarkıyı yazıp söylerken tam bir "Cebrî" ama para ve şöhret kazanma kısmına gelince o Cebrîlikten eser yok! Formül çok basit aslında, acıların çocuğunu oyna, sevgi kelebeği ol, suçu kadere at, arabeskin dibine vur, parayı götür!

     Kader konusunu şarkılara taşımada ve kaderi suçlamada çok bilinen isimler vardır ama bunların içinde biri var ki, neredeyse her şarkısında kaderle kavgalıdır hatta bununla yetinmez, ağzındaki baklayı çıkarır ve "ben Yaratıcı olsaydım şöyle yapardım, bak bu konularda yanlışın var, ara-sıra şu dünyayı durdur da işimize bakalım" diye açık açık Allah'a isyan edebilecek kadar ileriye giden bir şarkıcı var. İşin en enteresan tarafı ise, bu şarkıcının, ortalamanın üstünde bir dindarlık anlayışına (tatbikatta olmasa bile en azından itikad kısmında) sahip Türk toplumu tarafından çok sevilmesi ve üst gelir seviyesine göre daha düşük gelirli ve "dertli" Arabesk seven tayfanın baştacı olması.

     Bütün bu olan biteni, mantıklı bir neden-sonuç ilişkisi ile açıklamak zor olsa gerek ama akla gelenleri yazalım:

1. Kader konusu ve mahiyeti, Sünni Öğretinin yıllarca kalesi olarak görülmüş bu topraklarda iyi bilinmiyor ya da unutulmaya yüz tutmuş ve gençlere aktarılmıyor.

2. Kader konusu iyi biliniyor fakat "aman canım o kadar olur, şarkı nasıl esas ona bak sen" mantığı var.

3. Gençlerin Allah'a imanla ve İslamiyet'le ve kaderle sıkıntısı var fakat mahalle baskısı yüzünden bunu doğrudan söyleyemiyor, bu konuların dolaylı yoldan dışa vurumları olan şarkılarla bu sıkıntısını dile getiriyor.