Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

31 Ağustos 2012 Cuma

Öz Kardeşlerini Öldürebilecek Kapasitedeki İnsanların Dünü ve Bugünü - 9



     Seneler 1947'ye geldiğinde, dünyada savaş bitmiş, savaşa katılan devletler yaralarını sarmaya, katılmayanlar da ucuz atlatmanın ya da ucuz atlattığını sanmanın rahatlığını yaşıyordu. Bu arada Aşkenaziler (Almanya ve Doğu Avrupa'da yaşayan Yahudilere verilen isim) de, pratikte hala Filistin diye bilinen topraklara gelmeye devam ediyordu. Filistin'deki keşmekeşi ve çatışmaları çözmek için İngiltere, aynı sene Birleşmiş Milletler'e başvurdu. Daha bir ay önce, Ağustos 1947'de dünyanın en çok müslüman nüfusuna sahip ülkesi olan Hindistan'ı bölüp, Pakistan'ı kurduran ve dolayısıyla "tehlikeli" boyuttaki müslümanları ayıran ve birbirine düşman bırakan Birleşmiş Milletler (tabi ki onaylayan BM'dir, tezgahı kimin kurduğunu söylemeye gerek yok her halde) Fİlistin için de "kavga etmeyin bakayım, ülkeyi aranızda eşitçe bölüp, bir kısmını Fiilistinlilere, bir kısmını da Yahudilere vereceğiz, Kudüs'e de biz göz kulak oluruz" dedi. Bunu der demez de Filistinliler hemen silaha sarıldı ve çatışmalar başladı. Çatışmalar 5-6 ay kadar, kati bir sonuç elde edilmeksizin devam etti. Bölgedeki çatışmalar devam ederken de, otuzuncu yılını bitiren İngiltere yavaş yavaş çekilmenin planlarını yapıyordu.

Ben-Gurion İsrail Bağımsızlık Bildirgesini okurken
     1948 yılının 14 Mayısında, Filistin'de neredeyse İngiliz askeri kalmamıştı. İngiltere, "hadi bana eyvallah, ben yarın gidiyorum" deyince, Polonya Yahudisi Siyonist lider ve Filisten'deki silahlı ve örgütlü mücadelenin önderlerinden olan David Ben-Gurion Tel Aviv'den bütün dünyaya, "peki o zaman, ben de Birleşmiş Milletler'in bana verdiği yetkiye dayanarak İsrail Devletini kurdum" deyiverdi. Dünyanın iki süper gücü ve aynı zamanda da düşmanı olan ABD ve SSCB'nin "tamam, kabul siz de devletsiniz artık" onayı da jet hızıyla oluvermişti.

     İngiltere'yi Cemiyet-i Akvamı hala tanımakta zorlanan, hayallerde yaşayan ve "Arap Dünyası" diye tanımlanan etraftaki devletler rüyadan uyandığında, kendilerinin tam ortasında, hacmen küçük ama "mide bulandırma" kapasitesi oldukça yüksek bir devlet görünce, adeta çılgına döndüler, hemen savaş açtılar. Kuzeyde ve doğuda Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün, güneyde de Mısır hemen saldırıya geçti. Suudi Arabistan da birlikler gönderdi. İlk zamanlar savaşta başarılı gibi gözüken sözüm ona Arap kuvvetleri, İsrail'in sert savunması ve karşı atağı ile afalladı ve bir darbe de bu taze kurulan devletten yedi. İsrail, 2 bin sene sonra kavuştuğu toprakları hiç de öylece vereceğe benzemiyordu ve hatta bu toprakları genişletme planları peşindeydi.

Modern İsrail'in kurucusu ve ilk
başbakanı David Ben-Gurion 
     Sultan Abdülhamid Hanın, zamanında Theodor Herzl'a söylediği, "belki ileride, biz o topraklardan çekilince, siz devletinizi kurarsınız" sözü gerçekleşmişti (o sözdeki "belki"nin şüpheden ziyade ileriyi görmek olduğu gayet açıktır çünki uzun yıllar Osmanlı Devletini idare eden birisinin "belki"si, "nezaketen kesinlik" demekten başka bir ifade olmasa gerek). Filistinliler "felaket" (Nekbe ya da Al Nakba) diye tabir ettiği bu günde, 700 binden ziyade Filistinli kendi toprağında mülteci durumuna düştü.







Onuncu bölüm:


26 Ağustos 2012 Pazar

Öz Kardeşlerini Öldürebilecek Kapasitedeki İnsanların Dünü ve Bugünü - 8



     1. Dünya Savaşı sona ermek üzereyken, İsriloğulları için her şey yolunda gidiyordu. "Bir karış toprak" dahi koklatmayan Osmanlı gitmiş, pek sevgili Britanya da "canınızı sıkmayın, buralarda patron benim artık" mesajını vermişti. Arz-ı mevuda İngilizler geldikten sonra dengeler hemen değişmeye başladı; Arabistan Yarımadasında İngiliz kontrollü ve destekli Vehhabi Devleti hızla büyümeye ve Hicaz'ı tehdit etmeye devam ediyordu. Kendisini "vatan haini" ilan eden İttihatçılar ve saldırgan, vahşi Vehhabiler arasında sıkışıp kalan Mekke Emiri Şerif Hüseyin, iyi niyetine rağmen, çok büyük bir yanlışlık yaparak İngilizler'den yardım istedi ve onların buralara çözüm getireceğini sandı. İngilizler de ona, Ortadoğu'da büyük bir Arap Devleti kurma ve onu da başına geçirme sözü verdiler. Bir taraftan da Avrupa'daki Yahudiler, Filistin bölgesinde (İngiliz müsaadesi ile) hızla topraklaşıyordu. Yani, 1917'den sonraki Ortadoğu'da hangi taşı kaldırsanız, altından muhakkak Büyük Britanya menşeli biri çıkardı. Daha düne kadar rahat ve huzur içerisinde yaşayan milyonlarca insan, bir daha hiç durulmayacak, çalkantılı ve tehlikeli bir yarına hazırlanıyordu.

     Neyse, İngiliz Hariciye Nazırı Balfour'un yazılı olarak vatansız Yahudilere verdiği müjde, yavaş yavaş yerine getiriliyordu (bunda Avrupa'da giderek hız kazanan Antisemitizm yani Yahudi düşmanlığı da etkili oldu tabi). "Aliyah" denilen göçler başlamış, Avrupa'dan oluk oluk Yahudi gelmeye başlamıştı. Özellikle, Rusya'da,
Devrim sonrasında statükonun değişmesi, zaten Çarlık döneminde de hayatından bezmiş, ülkede yaşayan çok sayıdaki Yahudi'yi bu bölgeye getirdi. Filistinliler de ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette, çareyi silahlı mücadelede buldular ve ilerleyen senelerde -artık isyan mı dersiniz, çatışma mı dersiniz- birçok irili ufaklı çarpışma meydana geldi. Bu çatışmaları engellemek için Yahudiler, "Haganah" denilen (içerisinde kadın birlikleri de bulunduran) bir teşkilat kurarak, hem topraklarını! hem de yeni gelenleri korumak yoluna gitti.

     Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinden sonra bir de şimdi "Nasyonel Sosyalizm" çıktı! Antisemitizm yükselişte yine...hepsi de sanki yeni kurulacak İsrail Devletinin işine yarıyor arkadaş! Hitler, batıda İngilizleri dize getirmek ve doğuda da Komünizmi bitirmek üzere iken, anlaşılmaz bir şekilde, Almanya'daki Yahudilere
tarifi imkansız işkenceler ve insanlık dışı muameleler yapmaya başlayınca, bu işkencelerden kurtulmayı başaran Yahudiler, soluğu Filistin'de aldı. Artık Filistinliler istediği kadar isyan etsin, İsrailli yerleşimciler şimdiden güvenlik güçlerini oluşturmuş, yeni binalar yapmaya başlamış...fiiliyat tamam, Cemiyet-i Akvam'dan gelecek bir yeşil ışığa bakar her şey!

     Adolf Hitler ve Siyonist liderlerden Stephen Samuel Wise'ın birbirine çok benzeyen konuşma tarzı:



Dokuzuncu bölüm:

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Öz Kardeşlerini Öldürebilecek Kapasitedeki İnsanların Dünü ve Bugünü - 7


     20. yüzyıl başladığında Ortadoğu'nun önemli ksımlarını elinde bulunduran Osmanlı Devletini bekleyen iki büyük tehlike vardı; dışarıda, "sanayileşme" gibi gayet masum görünen ve fakat arkasında kan ve kölelik sömürgeciliği bulunan hamle ile giderek büyüyen Avrupa ve içeride, devlet idaresinden bîhaber, halkının değerlerine sırt çevirmiş bir "İttihad ve Terakki" güruhu. Aslında bunlardan daha tehlikeli olan fakat sinsice çalışan daha büyük bir kuvvet vardı, o da Britanya İmparatorluğu. Eğer 1800'lerden sonra, bütün dünyada dönen oyunların başrolüne İngilizleri koymazsanız yapacağınız bütün analizler ve çözüm arayışları sizi çok yanlış yerlere görtürecektir ve muhtemelen gerçek bir tespit yapamamış olma gerçeği ile sizi başbaşa bırakacaktır.


Theodor Herzl
     20. yüzyılın başlamasına sadece üç sene kala, 37 yaşında ateşli bir Macar Yahudisi, İsviçre'nin Basel kentinde tarihin ilk Siyonist Kongresini gerçekleştirir ve akabinde dünyadaki Siyonizm Hareketinin başına geçer. Kongrenin toplanmasından bir sene evvel, yani 1896'da, "Yahudi Devleti" kitabını yayınlayan bu fikir ve aksiyon adamının ismi Benjamin Zeev Herzl idi (Theodor Herzl diye tanınır).

     Theodor Herzl, dediğimiz gibi sadece bir teorisyen değildir, teorisini destekleyecek ve altını dolduracak da bir pratisyendir. Zira hemen faaliyete geçer ve 44 senelik kısa ömrünü bitirmeden evvel, devletinin bir an önce kurulduğunu görmek için önce işin kaynağından başlar; doğrudan Osmanlı sultanı İkinci Abdülhamid han ile görüşmek. Öyle ya, "topraklar onun elinde, ama para da bizde, e bunlar da paraya muhtaç"! Herzl, Abdülhamid Han ile iki kere görüşür ve her ikisinde de gayet rahat anlaşılabileceği üzere rüşvet teklif eder; "sen bize, öyle fazla değil canım, küçücük bir yurt veriversen, biz senin borçlarını hemen siliveririz, rahat eder, nefes alırsın"! Bu toy yazar kiminle dans ettiğinin farkında değildir! Karşında yirmi küsür senedir dünyanın en problemli yerini idare eden, tabiri caiz ise, malı gözünden tanıyan bir idareci var! Theodor Herzl, gayet teknik ve karşı tarafı da üzmeyecek ama istediği de olmayacak bir cevap alır. Bir sene sonra tekrar gelir ve yine kesin ama nazik bir "red" cevabı alınca aklı başına gelir. "İngilizler her yerde cirit atmaya başlamış, yanaş onlara Türkler'in burnunu sürt, ne uğraşıyorsun ki"?! Ömrü yetseydi yapacağı ilk şey Britanya'ya sırtını dayamak ve Filistin bölgesinden yüksek paralarla toprakları yavaş yavaş satın almaktı, fakat 1904'te öldü. Arkasından gelenler de, bu şaşmaz planı devreye sokarak, arz-ı mevud hayallerini gerçek zemine kaydırmaya başladılar ve yepyeni bir ivme kazandılar.

     1908'de işbaşına gelen İttihad ve Terakki, Osmanlı devletini içeriden "yemeye" devam ederken, patlak veren 1. Cihan Harbi, dünyada son ayakta kalan imparatorlukların da sonu oldu. Avusturya-Macaristan, Rusya, Osmanlı gibi büyük ve eski devletler yıkıldı ve dengeler tamamiyle değişti. Ekim Devrimi, Rusya'da Sosyalizmi getirirken, Osmanlı'nın çekildiği bölgelerdeki idari boşlukları ve tabi ki "cebini" de doldurmak için, Batılı Devletler var güçleri ile saldırdı. Bu boşluklardan biri de, aşağı-yukarı 400 sene Osmanlı idaresi altında olan Ortadoğu'da meydana geldi.
Balfour Deklarasyonu

     1917 yılı, Ortadoğu ve Filistin için son derece önemli bir yıl ama Yahudiler için çok daha önemli ve müjdeleyici. Zira, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesi ve İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour'un, Siyonist hareketin önderlerinden ve para babası Lord Lionel Walter Rothschild'e gönderdiği bir mektup (ki tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçecektir) vatan hayali içerisindeki Yahudilere âmiyane tabirle "ilaç gibi" gelecektir!