Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: umreye gitmenin hükmü Follow my blog with Bloglovin
umreye gitmenin hükmü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
umreye gitmenin hükmü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mayıs 2019 Cumartesi

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 4


     Birinci, ikinci ve üçüncü yazıdan sonrası.

       Tedbirli Müslüman, Hz. İsa'nın Eflatun denillen felsefeci ile çağdaş olduğunu bilir. İşte bu çok garip değil mi? Tarihler, ansiklopediler, Googlelar, Hz. İsa ile Eflatun (Platon veya Plato) arasında en azından 350 sene olduğunu iddia etse de, durum hiç öyle değildir.

Eflatun diye pazarlanan heykel
     Platon, yaptığı mücahede ve riyazetler neticesinde, kendinde hasıl olan hali görünce, peygamberlere uymak lazım olmadığını sandı. hatta dedi ki; "biz temizlenmiş, olgun insanlarız. temizleyicilere, bize doğru yolu gösterecek kimselere ihtiyacımız yok". Oysa reddettiği kişi, ölüleri diriltiyor, körlerin gözlerini açıyor, abraş denilen hastaları iyi ederek kurtarıyordu. Yani kendi bilgi ve tecrübesinin ötesinde, hatta normal bir insanın yapması imkansız olan şeyleri yapıyor diye işittiği bir kimseyi, gidip görmesi, halini incelemesi gerekirken, görmeden, anlamadan böyle cevab verdi ve o peygambere inanmadı. Peki hangi peygambere diyor bunu? Çağdaşı olduğu hz. İsa'ya.

     Tabi olarak şu soru akla gelir hemen herkeste: "Hz. İsa ile Eflatun arasında neredeyse 400 sene var" Evet avrupalılar öyle diyor ama dümeni, takvimi bozuk Avrupalılar öyle dedi diye, buna olduğu gibi inanacak halimiz yok. İslam alimlerinin kitaplarında, mesela meşhur "Burhan-ı Kâtı" lügat kitabında, ismi zikredilen şahısların aynı zaman diliminde yaşadıkları belirtilir. Ancak ondan çok daha önemlisi, İslam Dininin en büyük alimlerinden birisi olan İmam-ı Rabbani, çeşitli zatlara gönderdiği mektupların derlemesinden oluşan Mektubat kitabında, bunu açıkca ve birkaç kere zikreder. Orada kısaca şöyle denilmektedir:

     Bu yunan felsefecinin hayatı ve dersleri meşhur olduğundan, ölüm zamanına inanılır, bunda bir sıkıntı yok. Esas sıkıntı bundan sonrasında. Zira hz. İsa, dünyaya gizli geldiği ve dünyada az kaldığı ve kendisini ancak çok az kişi bildiği, İsevi olanlar az ve asrlarca gizli yaşadığından, milat yani Noel gecesi doğru anlaşılamamıştır. Haliyle Miladi takvim, günleri ve daha da önemlisi seneleri ile şüpheli ve yanlıştır.

     İkinci olarak da şunu söylemek lazım ki; hz. Adem'den bu yana, her bin senede bir, resul denilen ve yeni din getiren peygamberler gönderilmiştir. hz. İsa ile hz. Muhammed sadece resul değil, aynı zamanda ulü'l-azm peygamber idiler. dolayısıyla, aralarında bin seneden az bir müddet olması mümkün değil. Zaten bazı dini kitaplarda, aralarında 963 sene olduğu bilgisi verilmektedir.


      Tedbirli Müslüman nafile olan umreye gitmez: Bilindiği üzere, İngilizlerin Ortadoğu ve Arabistan'a oralarda bulunan maşaları vasıtasıyla çöreklenmesi neticesinde, Arabistan yarımadasında, Sünni ve Şii Müslümanlara "kafir" diyecek kadar alçalan Vehhabi zihniyette bir devlet kuruldu ve Haremeyn-i Şerifeyn maalesef bunların kontrolü altına girdi. Dolayısıyla İslam'ın farzlarından birisi olan Hac ibadetini ve nafile bir ibadet olan Umre ve farz olan Hac dışındaki nafile hac yapmak için, Müslümanların bu devlete bir takım ücretler ödemesi gerekiyor. Bu ücretler de çoğu zaman fahiş ve bir kısmı da düpedüz rüşvet ve ayakbastı kıvamında.

     Hali vakti yerinde olan Müslümana, ömründe bir kere Hac yapmak farz olduğu için, tüm bu ücret ve haraçları ödemekte sıkıntı yok ancak işin diğer kısmında büyük bir cahillik ve israf söz konusu. Nafile olan, yani hesabı neredeyse hiç sorulmayacak bir ibadeti yerine getirmek için, her sene inanılmaz boyutlarda paralar, Suudi eşkıyalarının eline geçiyor. Bunun yanında da, yolculuk ve ikamet esnasında, vakit namazı gibi farzlar geciktiriliyor hatta bazen kazaya kalıyor. Şimdi, aklı başında olan bir müminin, şöyle düşünmesi lazım gelmez mi? "Yahu ben kendi helal paramı, bu haydutlara veriyorum. Bunlarda o paralarla, ellerinin uzanabildiği her yeri ifsad ediyor. Bunun üstüne de, farz olan ibadetlerim gecikiyor veya kazaya kalıyor. Filhakika böyle bir işe kalkışmak, neresinden bakarsan bak tam bir basiretsizlik ve cahillik." Yukarıda ismini zikrettiğimiz büyük alim İmam-ı Rabbani de, nafile hac ve umreye gidilmesinin doğru olmadığını bildirmiştir.
    
     Tedbirli Müslüman, avret mahalline ve avret mahallini kapatmaya çok özen gösterir: Maalesef günümüzde, kendisini"dindar" olarak tanımlayan insanların bile avret mahalli kavramı çok zayıfladı. Nedir peki avret mahalli? Bir Müslümanın, başkalarına göstermesi gunah olan vücut kısımları. İslamiyet'te insanların birbirine görünmesi ve bakması dört türlüdür: Erkeğin erkeğe, erkeğin kadına, kadının kadına ve kadını erkeğe görünmesi. Bu dört halden ortaya çıkan durumlar, en basit haliyle şöyledir: Erkeklerin (ülkenin çoğunluğunun Hanefi olduğu düşünüldüğünde) her halükarda,  başklarının yanında göbek ile diz aralarını örtmesi vaciptir, bu kısımların açık olarak görünmesi haramdır. Oysa bilhassa yazın da dikkatimizi çektiği gibi, giderek artan sayıda genç, insan içine dizleri açık bir halde çıkıyor.

     Kadınlardaki durum ise çok daha vahim tabiyatıyla. Kadınların dışarı çıkarken örtmesi gereken yerleri, el ve yüzleri hariç tüm vücutları iken, mütedeyyin diye geçinen kadınlar bile buna tam manasıyla riayet etmez. Yarım yamalak örtünenler ise, avret mahalli konusunda harama girmeleri bir yana, tesettürü eksik ve yanlış olarak temsil ettikleri için, kötü çığır açmakta ve dine çok büyük zararlar vermektedir.

     Tedbirli Müslüman bir kadın yabancı erkeklerin olduğu yerlere gitmez: Hemen yukarıdaki konu ile doğrudan alakalı başka bir durum. Bilinçli ve bilgili bir hanım, örtünmenin sadece "örtünmek" olmadığını, bunun yanında, kendisine yakın akraba olmayan erkerlerin yanına zaruret olmadıkça gitmesinin ve onlarla konuşmasının da tesettür kapsamında olduğunu bilir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, AK Parti iktidarı bu konuda sınıfta kaldı. Sadece başlarının üstünde birazcık kumaş parçası olan kızlar-kadınlar, yabancı erkeklerin arasında artık pervasızca, hiçbir haram çekincesi olmadan yaşıyor. İslam Dininde kadınlara, babaları, eşleri veya en yakın akrabaları bakmak zorunda olmasına rağmen, hiç ihtiyaçları olmadığı halde (pek azı müstesna), işyerleri kadınlarla dolup taşıyor, toplum hızla ahlaki bir çöküşe do[ru gidiyor. 

     Tedbirli Müslüman dini konularla dalga geçmez ve dini terimleri alaya almaz: Osmanlı'nın son zamanlarında ve sonrasında artarak yaşanan bir durum. Dini bilgilere vukufiyetin hızla azalmasıyla, dinin mukaddes saydığı terimlerle alay edilir oldu. Tazim edilmesi gerekenler tahkir, tahkir edilmesi gerekenler tazim ediliyor. Bu sözler arasında, imanı tehlikeye sokacak olan kelime ve ifadelerin çokluğu dikkate alındığında, bu tür sözlerden kaçınmak ve kullanmamak akl-ı selim icabıdır
çocuğu adeta "yutan" alet,
televizyon

     Tedbirli Müslüman bir aile yozlaştırıcısı ve vakit öldürücüsü olan televizyonu evine sokmaz: Modern ailenin olmazsa olmazlarından gözüyle bakılan ve en süslü odaların en mutena köşesinde kendine mutlaka yer bulan aletin adı televizyon. Bu öyle bir şey ki, kumandasını elinize aldınız mı, saatlerce karşısında oturur, vaktinizi ekran karşısında heba edersiniz. Neden "heba" dedik, çünki televizyon, genel olarak bir eğlence vasıtasıdır. Buradan öğrenilecek şeyler çok kısıtlıdır ve genel manada, kıymetli olan vakti "öldürmek" için tasarlanmıştır.

     Bu kadar ile sınırlı olsa, yine o kadar kötü diyemezsiniz belki ancak televizyonların büyük kısmının İslam düşmanlarının ellerinde olduğunu ve ekranı istedikleri gibi manipüle edebildikleri gerçeğini kabul ettiğinizde, zararın sadece vakti öldürmekle kalmadığı, çok daha kapsamlı, uzun vadeli bir erozyona neden olduğu hemen anlaşılır.

     Tedbirli Müslüman, çocuklarının dini ve ahlaki terbiyesi için son derece gayret gösterir: Zamanlar, devirler neden yozlaşır, neden bir sonraki nesil bir önekini mumla aratır? Cevabı çok basit aslında: eski nesiller, yenilere dini ve ahlaki konuları doğru dürüst aktarmadığı, onların dini eğitimleri ile ilgilenmesi gerektiği gibi ilgilenmediği için. Bu tip insanları her yerde görüyoruz. Peki ne görüyoruz tam olarak? Bariz bir misal olması açısından; başı örtülü bir anneler ve yanında, baliğ olalı seneler olmuş açık saçık bir genç kızlar, Namaz kılan ailesine inat, alnı secdeye gitmeyen evlalar, Dedesi müftü, allame olduğu halde, iman ve İslam'ın şartlarından bihaber torunlar... Bu ve buna benzer numunelerin hepsi, bir sonraki nesilleri zehirlemektir. Ama sayılanlardan çok daha zehirli olanı, çocuklarının bu halini görüp, "aman canım, ne olacakmış, gençliğini yaşasın biraz, büyüyünce kendisi öğrenir, yapar zaten" gibi, aklı başında hiçbir Müslümanın sarf edemeyeceği sözlerle ve bahanelerle, gençliğin kötü gidişatına ses çıkarmak şöyle dursun, adeta saha açmaktır.

     Oysa çocuk eğitiminde son derece hassas olup, iyi yetişmeleri için azami gayret sarf etmek gerekir. Vicadanı biraz rahatlatmak için, yazın birkaç kere Kur'an-ı Kerim kursuna gönderip, sonrasında hiçbir talime tabi tutmak, "bu çocuk niye böyle oldu" pişmanlığından öteye bir şey vermeyecektir.