Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: Haziran 2014 Follow my blog with Bloglovin

28 Haziran 2014 Cumartesi

Azalan Beyaz Irkın Toplum Mühendisliği: Öjeni Teorisi - 2

     Amerika Birleşik Devletlerinin birçok eyaletinde, bu sterilizasyon denilen kısırlaştırma devam ederken, Avrupa'da da Irkçılık revaçtaydı. Şimdilerin "aman demokrasi ne güzel, herkeste en az bir tane olmalı" kişilerinin dedeleri "faşizm çok güzel, gelsenize" diye dolanıyordu meydanlarda. 1930'lu yılların ortalarına doğru, Yahudileri iyi tanıyan, resim yapmaya olan hevesi kursağında bırakılan ve Birinci Dünya Savaşında onbaşı rütbesi ile savaşan Adolf Hitler, savaştan yenik çıkmanın verdiği eziklik, çaresizlik, ekonomik bitmişlik ve işsizlikle, çökmenin sınırına gelen Almanya'nın idaresini, hem "nasyonel" hem "sosyalist" hem de "işçi"gibi kelimeleri bir arada bulunduran bir parti vasıtası ile eline aldı. İnanılmaz karizması, Goebbels gibi bir makyajcısı ve propagandisti, Faşizme gönülden bağlı bilim insanları (kırk yıllık bilim adamı kalıbı da değişti ya neyse) ile oluşturduğu muazzam sinerji, kısa sürede netice verdi ve birkaç sen öncesinin "loser" Almanyası, dünyayı fethetmeye başladı.

      Nazi Almanyası'nın güçlü ordusu dünyayı işgal etmekle uğraşırken, bilim de ilerliyordu... ama ne yazık ki bu ilerlemelerin bir kısmı, açıkça bir insanlık suçuydu. Öjeni alanındaki çalışmalar, Avrupa'da modaydı. Almanya, "Ari Irk" sevdası peşinde, çeşitli projeler geliştiriyordu. Çalışmalar ve projeler, ABD'deki durumla paralellik arz ediyordu. Galton ve Darwin'in peşinden giden Alman Ernst Haeckel'in faaliyet ve düşünceleri, Nazi dönemi Öjenistlerinin teorik düzlemini hazırlayanlarındandı. Hitler, Margaret Sanger'ın yakın "kafa" arkadaşlarından ve "Bilimsel Irkçılığın" temsilcilerinden biri olan Madison Grant'ın meşhur kitabı "The  Passing of the Great Race" için "benim İncilim budur" demiş ve Faşist Almanya'da ilk basılan yabancı eser bu kitap olmuştur. Bu süreçte, Amerika ve Almanya arasında bir bilim insanı trafiği yaşandı. Amerikalı Öjenistler bir yığın konferans verdi.

     Öjeni üzerindeki çalışmalarını artıran Almanlar, bu konuyu daha ileri ve haliyle daha da sert yerlere getirdiler. Hatta, Birleşik Devletlerdeki Öjenistlerde, "Almanlar bu işi bizden kaptı ama bizi geçtiler" türünde
hayıflanmalar oldu. Sonradan Nazi Partisine de katılan ve Hitler'den iltifatlar gören antropolog Eugen Fischer,
van Verschuer, hastası olduğu
ikizlerle çalışırken
hareketin öncülerinden biriydi. Propaganda Bakanlığı da boş durmadı ve kamuoyunun güçlenmesi için, engelli, geri zekalı kimselerin topluma verdikleri maddi ve manevi zararlar üzerine videolar hazırlanıp gösterildi. Haliyle, sterilizasyonlar Almanya'da da hayata geçti ve "aşağı" olanlar yeni nesil üretemesin diye kısırlaştırıldı. Otmar van Verschuer'in "ikizler" üzerindeki çalışmaları, yardımcısı tarafından daha ileri boyutlara taşındı. Burada devreye, insanlık tarihinin en kötü ve acımasız bilim adamlarından biri giriyor: Josef Mengele. İkizler üzerinde yaptığı anlatılamayacak derecedeki deneylerden (aslında bildiğin işkencedir bunun adı), Çingene ve Yahudiler üzerinde uyguladığı ilaç ve karışımlara kadar Mengele, Irkçı kafayla harmanlanmış Öjenik Hareketin nerelere kadar varabileceğinin açık bir göstergesiydi. İşin enteresan tarafı, Josef Mengele'nin Auschwitz'teki (ki bu yer bazı Öjenistler tarafından bilimsel deneyler için bir cennet ve laboratuvar olarak isimlendirilmiştir) çalışmalarına başlamadan evvel asistan olarak çalıştığı ve sonradan, toplama kamplarındaki kan örneklerini gönderdiği van Verschuer'in laboratuvarı, doğrudan "The Rockefeller Foundation" tarafından finanse ediliyordu.

Latin Amerika'da faaliyetlerine
devam eden sevgi kelebeği Mengele
     Adolf Hitler önderliğindeki Almanya'nın, toplama kamplarında ve dolayısıyla deneylerindeki vahşi ve
insanlık ötesi tutumu, Öjeni çalışmalarının "insanlık suçu" ve "soykırım aracı" olduğu kanaatini güçlendiren bir
kamuoyu oluşturdu. Öjenik Hareket, başına gelecekleri sezip, usulca ve zekice strateji ve isim değişikliğine gitti. Artık "Öjeni" yoktu... "genetik", "doğum kontrolü" "aile planlaması" ve "nüfus kontrolü" olacaktı bundan böyle (oysa eski araştırma-geliştirme merkezleri ve buralarda çalışanlar hiç değişmedi)! Yani güçlü sermayelerin ve lobilerin, birçok alandaki "maske takma" ikiyüzlülüğüne bir yenisi daha katılıyordu. Hatta, hayatta kalan bütün Nazi ilişikli insanlar birbir yargılanıp, en azından hapis yatarken, bu vahşetin teorik ve pratik babalarından Otmar van Verschuer hiç yargılanmadan sıyrılırken, kasap yardımcısı Josef Mengele, ölüm yılı olan 1979'a kadar Latin Amerika'da yaşadı. Verschuer'in, Öjenizm'in karargahı konumundaki California'daki Öjenistlerle ilişkisinin, savaş sonrası hiçbir şey olmamış gibi sürdüğü bilinirken, Mengele de "ikizler" üzerindeki çalışmalarına devam etti.

     Savaş sonrası dönemdeki enteresan ve dikkat çeken durumu özetlemek için birkaç tane soru sormak, şimdilik yeterli olacaktır herhalde:

nüfusu şöyle bir %15 indirsek
süper olur diyen Bill Gates
1. Doğum kontrolü faaliyetleri neden en çok azınlıkların ve mesela Zencilerin yaşadığı yerlerde olur?

2. Neden modern dünyada demokrasi, insan hakları ve refah açısından örnek gösterilen Kuzey Avrupa ülkelerinde kısırlaştırma, taa 70'li yılların sonuna kadar devam etmiştir?

3. Neden sıkı bir Öjenist olan Sir Julian Huxley, UNESCO'nun ilk yöneticisidir?

4. UNESCO "nüfus kontrolü" oluşturmak gayesi ile mi kurulmuştur?

5. Öjenik, Beyaz Anglo Saxon ırkı korumak için mi vardır?

6. Bill Gates'in kurduğu "Bill & Melinda Gates Foundation"ın gelişmemiş ülkelerde ve Afrika'da çocuk ölümlerini azaltmak için dağıttığı aşılar, aslında nüfus ve doğum kontrolü maksatlı mıdır?

7. Neden "gelişmiş" olduğunu iddia eden ülkeler, "gelişmemiş" ülkelerde işe yarayıp-yaramayacağı belli olmayan aşılara milyarlarca dolar döküyor da, çok daha ucuza gelecek altyapı ve en azından su kuyuları ve su şebekesi kurmak için hiç çaba sarf etmiyor? Diyelim ki birkaç çocuğu, bir hastalık için aşıladınız ama o çocuk hala o kirlenmiş, leş gibi zehirli su göletlerinden içmeye devam ediyor... bu nasıl bir "iyileştirme" faaliyeti olabilir ki?

Çocuk hastalıkları için aşılar geliştirmek maksatlı milyon dolarlar harcayan Gates Vakfı ve emelleri:



19 Haziran 2014 Perşembe

İnternetten Güvenli Alışveriş Nasıl Yapılır


     Bazı arkadaşların; "bir şeyler almak istiyoruz ancak hangi siteden alalım, nasıl alalım da kazıklanmayalım, sen nasıl yapıyorsun bu işi" şeklindeki sualleri karşısında, günümüzün bu büyük kolaylıklar sağlayan fakat beraberinde tehlikeler de barındıran alışveriş türü hakkında birkaç satır yazmak elzem oldu (böyle bir konuda yazı yazacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi). Ciddi konuları bir kenara bırakıp, daha az ciddi gibi görünen ama doğrudan hayatın içinden olması ve çok kişinin, "canın yongası" olarak addedilen "mal"ına kastetmesinden dolayı, bazı temel bilgileri paylaşmak yerinde olur muhtemelen (giyimden, buzdolabına, elektronikten kameraya kadar, neredeyse her şeyini internetten alan biri olarak tabi).

      Evvela, internet üzerinden yapılan alışverişin artı ve eksilerine bakalım. Avantajları: En büyük avantajı tabi ki, hiç evden ya da iş yerinden çıkmadan, yorulmadan ve zahmetsiz, arzu edilenleri alabilmek. AVM veya çarşılarda, dükkan dükkan gezmeyi sevmeyenler için birebir. Diğer müspet bir yanı, çok fazla seçenek olması (bazılarının fazla seçenekten dolayı kafasının karışması ve karar verememesini saymazsak). Bunların dışında, taşıma derdi olmaması ve fiyatların genellikle daha uygun olması ve taksit imkanlarının daha geniş olması da ayrı birer güzellik. Dezavantajları: Elleme, yoklama ve test etme imkanından yoksun olmak (çoğu kimsenin, bilhassa pahalı, karmaşık ve çok fonksiyonlu eşyalar alırken internet alışverişinden vazgeçme sebebidir). Ama en önemli dezavantajı tabi ki, kredi kartı bilgilerinin girilip, onay tuşuna basılması esnasında, ense civarında oluşmaya ve birikmeye başlayan soğuk ter damlalarıyla paralel olarak insanı kaplayan şüpheci tedirginliktir. İnsanın o anda neler gelmez ki aklına; geçen gün izlenen belgeseldeki, milletin banka hesaplarına giren, tereyağından kıl çekercesine hesapları boşaltan, daha on sekizine girmemiş ve tüyü bitmemiş liseli hackerlar, Mahmud Abinin kredi kartından 100 lira yerine 1000 lira çeken garson ve bunun günler süren mücadelesi, mail orderla sadece bir defaya mahsus 15 lira çekmeyi taahhüt eden şirketimsi oluşumun, haber vermeden her ay 15'er lira çekmesi vs...! Dolayısıyla, online alışveriş yapacak kimselerin, vesvesesiz, kuruntusuz ve selim karakterli olması lazım. Diğer türlü, "kredi kartı bilgileri acaba ne oldu, mal orijinal mı, kargo gelir mi" gibi kafada uçuşan sorular, yapılacak olan üç-beş kuruşluk kârın getireceğinden çok daha fazlasını götürür.

     İlk psikolojik aşamayı, selamet ve bu işin dezavantajlarını göğüsleyebilecek bir iç huzur ile geçiştirmişseniz, işin daha kolay olan aksiyon kısmına geçebiliriz:

     Öncelikli olarak, almayı kararlaştırdığınız şeyin, hangi modelini ve hangi özelliklere haiz olanını almak istediğinize karar vermek, en uygun fiyatları görebilmek için, fiyat karşılaştırma sitelerinden en çok ziyaret edilenleri olan; Akakçe, Bilio, Karşılaştır ve Cimri gibi sitelere girip filtrelemeye başlayabilirsiniz (ben en çok Akakçe'yi kullanıyorum). Bu gibi sitelerin yüzlerce belki binlerce ürün ve model sıralamasında, popülarite veya fiyat düşüklüğüne göre bir sıralama yaptıktan sonra, aşağı-yukarı bir fikriniz oluşur. Burada dikkat edilecek bir husus; ilk elemeden sonra, açtığınız sayfalardaki satıcılara ve bu satıcılara yapılan yorum ve puanlamalara dikkat etmek. Bu karşılaştırma sitelerinin ürün tedarikçilerini gösteren sayfalarında, genellikle şöyle bir dizayn olur; en üste, üç ya da beş tane, fiyatı düşükten yükseğe sıralanmış, hem çok oylanmış hem de yüksek puan almış siteler sıralanmıştır. Onların altında ise, fiyatı en düşükten başlayan fakat yukarıdakiler kadar oylanmamış siteler vardır. Bu sayfadaki mantık şudur: eğer hiç problem yaşamak istemiyorsan, o en yukarıdakilerden alışverişini yap. Ancak bazen öyle olur ki, çok az oy almış ve biraz da puanı kırık bir siteye denk gelirsiniz ve bu site de diğer tedarikçilerden neredeyse %10 hatta %20 iskontolu satar. İşte orada, ecnebilerin deyimiyle "risk iştahı"nıza bakarsınız. Bu riskten kurtulmanın ya da minimuma indirmenin bir yolu, hemen Google'a "şirketin ismi" ve "şikayet" kelimelerini yazıp aratmak. Eğer Şikayetvar ve Şikayet gibi sitelerde çok fazla şikayet başvurusu yapılmışsa, o siteye fazla yanaşmamak (fakat bunu büyük siteler için yapmaya kalkarsanız, sizi yanıltabilir çünki bu sitelerle alakalı mutlaka şikayet vakaları oluyor, mühim olan bu vakaların fazla olmaması).

     Ne alacağınıza aşağı-yukarı karar verdiniz ancak seçmeyi düşündüğünüz ürün ya da ürünler sizin isteklerinizi tam karşılıyor mu ve olumsuz yanları neler? Bu soruların cevabını bulmak için, çok temel ve basit olarak başvurulabilecek üç tane site var: Eğer alacağınız şey, erkeklerle ve/veya erkek kullanımı ile alakalı ise tek yapmanız gereken, arama motorlarının piri Google'ın kapısını çalıp "ürün" ve "forum donanımhaber" yazmak. Genellikle bu sitede, en akla gelmeyecek şeyler bile sorulur ve sorular da cevap bulur. Eğer aradığınız şey, kadınların kullanım alanları ile veya ev kullanımı ile ilgili ise, biraz önceki işlemin sonuna "kadınlar kulübü" yazmamız yeterlidir. Kadınlar kulübünde envai çeşit bilgi ve yorum bulup, almayı düşündüğünüz şeyin olumsuzlarını öğrenebilirsiniz (dikkat edin, bu sitenin jargonuna kendinizi kaptırabilirsiniz ve bazen orada kullanılan kelime ve deyimsi şeyler Metrobüste aklınıza gelebilir, aman diyelim). Eğer seçeceğiniz ürün, biraz daha teknolojik ve rafine ise, Ekşi Sözlükten de yardım alabilirsiniz (basit alet edevat bilgileri bulunmayabilir).

     Çoklu seçimden sonra, yukarıda bahsedilen veya buna benzer çok katılımcılı sitelerden yorumlar aldınız ve ne alacağınıza karar verdiniz. Şimdi sıra, Hasan Kaçan'ın kendine has üslubu ile "yüzüne bakmağa bile kıyamayacağın, cillop gibi..." kredi kartını çıkarıp, o muhteşem on altı rakamlık kombinasyonu ve daha da can sıkıcısı ve terlemeyi artırıcısı, arkadaki o üç rakamı girmek (çünki buraya kadar gelmişsen zaten bu rakamları girmeye değecek bir yere gireceksindir). Rakamları girdiniz ancak bitmedi, "uzaktan alışveriş" formunu onaylamanız lazım. Bu formda bakılması gereken en mühim husus "cayma hakkı", temel cayma hakkı şu nda yasal olarak en aşağı yedi gündür. Kaliteli siteler, bu cayma hakkını bir aya kadar uzatabiliyorlar bu arada.

      Bu saydıklarımızın yanında, giyim-kuşam ile alakalı alışveriş düşünüyorsanız, Hepsiburada ve Gittigidiyor gibi devlerin yanında, Markafoni, Trendyol, Bir varmış bir yokmuş gibi artık kalburüstü sayılabilecek ve müşteri memnuniyeti konusunda üst düzey olan siteleri kullanabilirsiniz.

     (işbu yazı, artan tecrübe ve tavsiyelere binaen kendini geliştirme potansiyeline sahiptir)!

14 Haziran 2014 Cumartesi

Azalan Beyaz Irkın Toplum Mühendisliği: Öjeni Teorisi - 1


     Tahammülsüz, hoşgörüsüz ve kibirli insanın, kendini "Yaratıcı" pozisyonuna sokarak, işine yarayacak nesiller yetiştirme çabasına "Eugenics" demiş ecnebiler. Şairin "dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi" tarifindeki cahiliye vahşetinin, kendine modern, hatta "post modern" diyen toplumlara yansımasıdır. Hristiyanlık boyunduruğundan kurtulup, bilim ve fende coşan Batı'nın, dünyanın ve insanlığın efendiliğine soyunmasıdır.

"Öjeni, insanın kendi evrimini
yönlendirmesidir" konulu köklü ağaç
     Öjeni ya da Öjenik, genetik biliminin yardımıyla, hastalıklı ve sakat nesilleri yok ederek, sağlıklı ve işe yarayacak nesiller yetiştirme projesidir. Kendine (çeşitli efsane ve bazen de uydurmalarla) üstünlük atfeden bir kavim ya da milletin, gelişen teknolojinin de yardımıyla, düşman ya da alçak seviyede gördüğü kavim ve toplulukları asimile ve hatta yok etme çabasının, biraz daha zararsız ve masum sebeplerle tezahür eden ön safhasıdır.

Darwin'in "hık demiş burnundan
düşmüş" yeğeni Galton
     Çok eski felsefeci ve toplum mühendisliğine soyunanların hayallerini süsleyen ve hatta primitif tekniklerle zaman zaman pratiğe geçirilen "üstün ırk" yetiştirme faaliyetlerinin modern manada ilk dillendiricisi, şu meşhur İngiliz amatör biyolog Charles Darwin'in, birçok bilim dalında çalışmalar yapmış, uçuk-kaçık kuzeni Francis Galton'dur. Galton, amcası Darwin'in evrimle ve "doğal seleksiyon"la ilgili fikirlerinin de tesiriyle, "saf ırk" oluşturma, onu ıslah etme ve bu ırkı devam ettirebilme yönünde girişimlerde bulundu. Bu çatlak bilim adamı, bazı insanların alt sınıf olduğunu (bunlardan biri tabi ki Zencilerdir) ve sadece üst sınıf insanların çoğalmasına izin verilmesi gerektiğini söyler. Zekilerin çiftleştirilmesinden, daha kaliteli ve akıllı evlatlar yetiştirilebileceğini savunur.

     Zaten rüzgar Semavi Dinlerin karşısına geçmişti ve Hristiyanlık görünümlü Ateizm artıştaydı, dolayısıyla tabii seleksiyonun bir adım ötesine geçip, insan eliyle vücuda getirilecek bir "sun'i seleksiyon" ürünü insan çalışmaları da hızlandı. Öyle ya, damızlık ve iyi hayvanlar birbirleri ile çiftleştirilip kaliteli nesiller meydana getiriliyor da, insan niye bu yolla ıslah edilmesin? Francis Galton'a, Herbert Spencer ve Thomas Malthus'un bu yöndeki fikir ve teşvikleri da katıldı, pratikteki denemelerin yanında, hemen teorik düzlem de oluşmaya başladı. Öjeni, "insanın kendi evrimini kontrol altına alıp yönlendirmesi" kıvamına getirildi.

     Galton'dan sonra bayrağı, Amerikalı biyolog ve Öjenist (tabi abi artık bilim oldu ne de olsa) Charles
sarışın ve mavi gözlü
nesiller hayali kuran Davenport
Davenport aldı ve 20. yüzyılın hemen başlarında, bilinçli ve güdümlü propagandalarla, Öjeni Kuramı, ilk somut meyvelerini vermek üzere Vahşi Kapitalizmin pençesindeki Amerika Birleşik Devletlerinde hayata geçirildi. Amerika'nın (ve haliyle dünyanın) en zenginlerinden Rockefeller ve Carnegie'lerin  maddi yardımları ile enstitüler, laboratuvarlar kuruldu, bir yığın konferanslar verildi, dünyadaki çeşitli hükumetler dürtüldü. Çok fazla maddiyat ve arkasından gelen güç, en çılgınca, en uygulanamaz fikir ve faaliyetleri, karşınıza bir anda eleştiri kabul etmez tabular şeklinde çıkarıveriyor tabiatıyla. Bilimsel ve çağdaş manada Öjeni'nin babası sayılabilecek Davenport'un erken dönem açıklamalarından bazıları çok enteresandır: "Dejenere ve hastalıklı protoplazmaları besleyen kaynakları kurutmamız lazım... Toplum, kendini, kötü protoplazmaların saldırılarından korumalı ve onları yok etmelidir."

     Birinci Dünya Savaşı, tam da bu Öjenist tayfanın işine yaradı çünki savaştan sonra şehir banliyöleri, kırsal kesimlerden gelen ve kendine bakmakta zorlanan, eğitim düzeyi düşük, çoğu dilencilikle ve hırsızlıkla geçinen insanlarla dolmaya başladı. Charles Benedict Davenport ve sağ kolu Harry Laughlin, Long Island'da yaptırılan devasa tesiste, çok sayıdaki genç asistanın yardımı ile, birçok maddeden oluşan ve insanları kategorize eden kayıtlar tutma işine girişti ve kısa sürede yüz binlerce insan tasnif edildi. İnsanlar, sanki ruhsuz birer hayvanmışçasına sınıflandırıldı. Maksat ulviydi; kötü tohumları yok etmek ve sağlıklı, iyi tohumlarla geleceği garantiye almak! Kullandıkları terimler dahi, o zamanın acımasız Vahşi Kapitalizmine uygundu: "breeding" (hayvan yetiştiriciliği için kullanılan kelime)! Yok edilmesi ya da en azından çoğalmasının engellenmesi gerekenler için birkaç yöntem belirlendi.

     İnsanların kendi eline bırakılamayacak kadar mühim! önlemler hemen alınmalıydı, dolayısıyla federal eyaletlerde lobiler hızlandı. İlk önerilen yol, "gaz odaları" idi. 1908 yılında Ohio eyaletinde, dünyada ilk defa olarak, toplu ötanazi yasaları teklif edildi ancak bu yöntem tutmadı. Bunun yerine "cebri sterilizasyon" modeli gündeme geldi. Virginia eyaletinde, "geri zekalı" olduğu iddia edilen Carrie Buck adlı kadın, yargı kararı ile, "zorunlu sterilizasyon"a tabi tutuldu ve böylece yol açılmış oldu; toplumun sırtına maddi ve manevi yük olan insanların, en azından üremesi durdurulmalıydı! Bu maksatla, 60 binin üzerinde kadın, siyah ya da fakir ya da işe yaramaz oldukları için sterilize edildi yani Türkçesi ile doğurmaktan ve çocuk sahibi olmaktan men edildi, kısırlaştırıldı. Bu uygulamalar birçok eyalette yasalaştı ve hayata geçirildi. Bazı vakalar hiç kayda geçirilmedi, bazı vakalarda ise, insanlara yalan söylenilerek imza attırıldı.
tescilli ırkçı ama
"aktivist" Sanger

     Ar-ge ve lobi için paralar artıyordu... tıpkı artan ırkçılık gibi. Öjeni çalışmalarının bir yeni parçası olarak
sahneye "Zenciler hiç doğmamalı, onlara kürtaj müstehaktır" türü ırkçı sözleri ve Ku Klux Klan katılımları ile bilinen hemşire Margaret Sanger çıktı ve "aile planlaması" kavramı, masum niyetlerle piyasadaki yerini aldı. İşin enteresan yanı, bu kadın, estirilen rüzgarla, "kadın hakları savunucusu" bir aktivist olarak tanıtıldı.

     Yükselen Irkçılığın paralelinde, Avrupa'ya sıçrayan Öjeni çalışmalarının Hitler güdümlü Nazi ayağı ve günümüz uzantıları

   

1 Haziran 2014 Pazar

Heat Filmi ve Özellikle de Sonu Hakkında

     Chicago'lu yönetmen Michael Mann'in "şaheseri" olarak adlandırılabilecek, uzun ama izlenmesi gereken filmi Heat, herhalde sinemanın başına gelen en güzel şeylerden biridir. Yaşayan en başarılı, muhtemelen ilk beş aktörden ikisi olan Robert De Niro ve Al Pacino'yu ihtiva etmesi, "şaheserlik" tanımındaki en mühim faktör elbette. Basit bir polis-hırsız kovalamacasının çok çok ilerisine geçip, sinema sektörünün önde gelen prodüksiyonlarından biri olduğu, birçok organizasyon, dergi ve eleştirmen tarafından söylenen bu filmin, çok beğenilmesinin başka sebepleri de var tabi. Bunlardan birisi, başarılı yan karakterlerle destekleniyor olması... mesela:

Tam bir işkolik olan eşinden (Polis Teğmen Vincent Hanna) gerekli ilgiyi görmeyen ve onu, istemeyerek de olsa ve hatta inadına aldatan, ilk eşinden olma büluğ çağında bir kızla baş etmeye çalışan yalnız bir kadını,

ebeveyni ayrılmış ve her ikisinden de gerekli ilgiyi göremeyen, intihar etmeye yeltenen bir kızı,

gönlünü, sonradan hırsız olduğunu anladığı birine (Neil McCauley) kaptıran, tek başına yaşayan genç bir kadını,

çete liderine (Neil McCauley) kayıtsız-şartsız biat eden ve ne olursa olsun peşinden giden fakat kumar ve alkol bağımlılığından bir türlü kurtulamayan ve bu sebeple beraber olduğu çete liderinin kız kardeşi tarafından aldatılan profesyonel  bir hırsızı,

hapishaneden çıkar-çıkmaz tekrar eski işine yani hırsızlığa dönen ve patronuna (Neil McCauley) tam bir sadakatle bağlı eski bir mahkumu,

hapishaneden şartlı tahliye ile çıkıp, bir lokantada iş bulan ve tam bir baş belası olan patronundan çok çeken genç bir adamı ve sevgilisini,

kocasından fazla ilgi göremediği için, onu bir içki satıcısı ile aldatan, tek çocuklu bir eşi.

Bu yukarıdan zikredilen karakterleri ve diğer yan rolleri canlandırması için kadroya alınan oyuncuların hepsi de kalburüstü sayılabilecek oyuncular:

Val Kilmer, Tom Sizemore, Natalie Portman, Ashley Judd, Jon Voight, Hank Azaria, Danny Trejo.



Filmi uzun-uzadıya anlatmaya gerek yok elbette, zaten her şey yazılmış. Filmin sonuna, yani De Niro ile Al Pacino'nun baş başa kalıp hesaplaştıkları anlara odaklanalım biraz ve iki ana karakterin iç seslerine kulak verelim:

Meçhul ama bir o kadar da malum sona doğru yaklaşılırken, her iki karakter de az sonra gerçekleşmesi kaçınılmaz olan düelloya hazırlanmaktadır. Polis, bir suçluyu daha kodese atma peşindedir ve son derece hırslı ve bu hırsa yenilmeyecek kadar da dikkatlidir. Hırsız, az önce otelin bir köşesinde bıraktığı sevdiceğini düşünmek şöyle dursun, onu buraya sürükleyen durumu, özgürlük uçağına varmaya ramak kalmışken, intikam ve hırsının tuzağına düşüşünü hatırlamak dahi istememektedir. Çok kısa bir zaman sonra, her iki karakter de, artık saniyeler kalan son için, en ufak bir hatayı bile kaldırmayacak derecede dikkatlerini son haddine çıkarmıştır. Polis, sanki biraz daha cüretkardır... polislik hayatı boyunca hep böyle değil miydi zaten? Her zaman öne atılan, gözünü budaktan sakınmayan, özel hayatını zindana çeviren cüretkarlıkta, cesarette ve işkoliklikte değil miydi zaten? Son derece güçlü olan altıncı hissine güveninden, siperleri bile tam manası ile kullanmamaktadır. O, av kokusu almış bir yırtıcı kaplandır artık!

Hırsız, sanki biraz daha defanstadır, biraz daha olayların karşı taraftan gelişimini beklemektedir. Kim bilir, belki de o iç hesaplaşmalar, o kıvır kıvır saçlı, taze yarin ağlamaklı hali gelmiştir aklına. Ama profesyonel biridir o, böyle kritik bir anda, böyle şeyler ancak saniyeler uçuşabilir kafasında... o yine, o eski acımasız ve işini bilen suçludur.

Derken... her iki profesyoneli tongaya düşürecek, dikkatlerini dağıtıp, belki de düello planlarını temelli değiştirecek bir gelişme olur; bir uçak hava alanına inmek üzeredir ve aniden çok güçlü ışıklar, düello alanını gündüze çevirir. Sinir bozucudur bu, "karanlık her şeye rağmen daha iyiydi, ama elden ne gelir". Planlar anında gözden geçirilir, durum tespiti yapılır, tekrar nihai hedefe kilitlenilir. Her iki kahraman da, biraz önceki konsantrasyondadır tekrar, onları için bunlar çocuk oyuncağı, bir anlık bir dikkat dağılması sadece...böyle durumlarla kaç kere karşılaştılar kim bilir?

Ancak her ikisi çok garip başka bir duygunun, daha evvel belki de tatmadıkları bir hissiyatın içindedirler: "Niye içimde, sanki bu sonmuş gibi geliyor, niye sanki çok takdir ettiğim bir meslektaşımı ve hatta hayran olduğum birini, hatta sanki kardeşimi öldürecekmişim gibi bir his var ki içimde? Çok garip... bunların yeri değil ama şimdi, önce görevimi yerine getirmeliyim... öncelikli görevim de hayatta kalmak!

Yönetmen, hafifçe müziği devreye sokar... sanki polis de tekrar devreye girmiş ve yine o eski cesur haliyle siperi bir tarafa bırakıp ileriye atılmıştır... "artık son çok yakın, tek bir siper kaldı, bunun arkasından başka bir yerde olamaz."

Hırsız yine savunmada, "bu ayak sesleri kesinlikle onun, hadi artık hamle yap!"

Polisin altıncı hissi ve tecrübeleri tek bir noktada!

Ama hayır! yine bir uçak ve uçak demek, tekrar ortalığın gündüz olması demek!

Hırsızın içini kemiren iç hesaplaşması durdurulamaz bir haldedir: "Nasıl olur da katı kuralları olan ben, aşık olabilirim, nasıl olur da sevdiğim kadını terkedecek alçaklığı gösterebilirim? Nasıl olur da özgürlüğe sadece dakikalar kalmışken, hırsıma yenik düşerim... hayır! Ben artık yaşamayı hak etmiyorum! Takdir ettiğim bu polisi öldürürsem, zaten vicdan azabından yaşayamam!" Hırsız, saliseler bile sürmeyecek bir zaman diliminde stratejisini tamamen değiştirir, saklandığı yerden çıkar.

İkisi de artık korumasızdır, ilk ateş eden mutlaka düelloyu kazanacaktır... bu rakipler öyle ıskalayacak adamlar değildir!

Her tarafı aydınlatan ışıklar bir an için polisin dikkatini dağıtır gibi olur... ki arka tarafın ışıkları, birden hedefin gölgesini ayaklarına kadar getirir.

Uçak gürültüsü giderek yaklaşır. Yönetmen müziği tamamen kaldırmıştır. Bir el ateş... işte sonun başlangıcı... ikinci el... hemen ardından üçüncü el, sonra dördüncü... bu dördüncü emniyet atışı mıydı acaba?

Polisin gözlerinde önce sarsılmaz bir bakış; "sabret, bitti sayılır, sakın dikkatini dağıtma, karşındaki tam bir profesyonel... evet bitti... fakat... bu duygular da ne... şu an seviniyor olmam gerekirdi!"

Hırsız, öldürücü noktalara gelen dört el ateşten sonra bir yere çökmüş fakat daha ölmemiştir. Uçağın sesi şimdi yok. Polis rahatlıkla hırsızın yanına doğru gitmeye başlar, artık tehlike geçti!

Çok ama çok hafif bir piyano sesi gelmeye başlar... polis, hırsıza yaklaştıkça piyanonun sesi artmaya başlar. Polis, kurbanını daha yakından görür. Yüzünde ve gözlerinde, zafer kazanmış, büyük bir hırsız ve çete reisini haklamış görev adamının gözlerinde görülmeye alışık olunan ifadeden eser yoktur.

Hırsız ölmek üzeredir, ama tuhaf bir şekilde rahat ve huzurludur; "yaptıklarımın cezasını buldum... sen, büyük adam... evet sen... yaşamayı hak ediyorsun... senin gibi birine yenilmek bir şereftir, bir onurdur benim için.... iyi ki sen kazandın kardeşim!"

Polisi garip duygular kemirmektedir; "keşke bu vurduğum adam, o eskiden vurduğum suçlular gibi olsaydı, keşke bunları hissetmeseydim.... ah kardeşim, görevimi yapmak zorundayım biliyorsun... ama, keşke bunlar hiç yaşanmasaydı, keşke biz dost olsaydık!"

Moby etkinliğini iyiden iyiye artırmaya başlamıştır... "artık senden önceki o rutin hayatıma nasıl dönerim kardeşim, benden kocaman bir parçayı alıp götürdün! Senden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Niye karşıma çıktın ki?! Keşke farklı bir şekilde karşılaşsaydık... keşke!"

Moby devam eder, birçok kötü yanı da olan "iyi" kazanmıştır... birçok iyi yanı da olan "kötü" kaybetmiştir... biraz önce uçağın geldiği gibi, bir yazı belirir: Michael Mann!