Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin: Ekim 2012 Follow my blog with Bloglovin

29 Ekim 2012 Pazartesi

Söylemesi Haz Veren Kafiyeli Arapça Kitap İsimleri


     Belki rastlamışsınızdır, bazı Arapça kitapların isimleri öyle hoş ve kafiyeli yazılmıştır ki, ismini okurken hem muhteviyatını anlarsınız hem de söylemesi inanılmaz bir haz verir (ya da ben kendimi fazla kaptırdım). Genellikle dini konularla ilgili birkaç tanesini aşağıda:

      Ahbâr-ul ahyâr: Abdülhak Dehlevi'nin kitabı. "Hayırlıların haberleri (ya da menkıbeleri)" gibi bir manası olsa gerek.

     Ahsen-ul kelam fi isbati mevlidi vel kıyam: Muhammed Masum Ömeri'nin, muhtemelen mevlid okumanın bid'at olmadığına dair vesikalar içeriyor.

     Ahvali etfal-il müslimîn: Kitab, büyük İslam alimi İmam-ı Birgivi'nin. Küçük yaşta ölen Müslüman çocuklarla ve genel olarak kabir hayatı ile ilgili idi galiba.

     Akidet-us selefi vel halef: İbni Halife Alivi'nin, Selef-i salihîn ve Halef-i sadikînin itikadlarını anlattığı kitabı.

     Avarif-ul mearif: Şihabuddin Sühreverdi'nin tasavvufu ve ince bilgileri anlattığı kitabı.

     Bedayi-us sanayi fi tertib-iş şerayi: Alaeddin-i Şaşi Kaşani'nin fıkıh kitabı.

     Behçet-ul merdiyye fi ihtisar-il-tuhfe-til isna aşeriyye: Muhammed Emin Süveydi'nin Tuhfe-i isna aşeriyye muhtasarı.

     Bülûg-ul-meram min edille-til ahkam: İbni Hacer Askalani'nin bir kitabının ismi.

     Cila-ul ayneyn fi muhakeme-til Ahmedeyn: Numan Âlûsi'nin İbni Hacer-i Mekki'ye yazdığı reddiyenin ismi.

     Dürer-us seniyye fir-reddi alel Vehhabiyye: Ahmed Zeyni Dahlan'ın Vahhabilere reddiyesi.

     Dürre-tul-madiyye fir-reddi ala ibni Teymiyye: Muhammed ibni Zemlikani'nin İbni Teymiye'ye reddiyesi.

     Fir-reddi alel vehhabiyyeti etba-i mezhebi ibni Teymiyye: Yine Zeyni Dahlan'ın, İbni Teymiye'ye uyduğunu iddia eden Vahhabilere cevabı.

     El besair li münkir-it tevessüli bi ehl-il-mekâbir: Söylemesi inanılmaz zevkli isimlerden biri! Adı da zaten içeriğini gayet iyi açıklıyor; kabir ehli ile tevessül etmeyi inkar edenlere cevap. Müellifi Yusuf Nebhani.

     Ecvibe-tul Irakiyye anil esile-til İraniyye: Mahmud Âlûsi'nin Şiiler hakkındaki kitabının ismi.

     Fecr-us sâdık fir-reddi alel münkiri tevessüli vel havârık: Yine haz veren kitap isimlerinden biri. Cemil Sıdkî Zehâvi, tevessül ve kerameti inkar eden Vahhabilere cevap yazıyor.

     Habl-ul metin fi ittiba-is Selef-is salihin: Said ür-rahman'ın, dört mezhebden birini taklid etmeyi ve tasavvufu anlattığı eseri.

     El-hediyye fil ibarat-il fıkhiyye: Abdürrahman İmâdi'nin fıkıh kitabının adı.

     El istiab fi marife-til-eshab: Yazarı İbni Abdilberr.

     El-mevrid fi amelil mevlid: Ömer bin Ali Fâkihâni'nin eseri.

     El varakat fil ameli bi rub'il mukantarat: Abdullah Mardini'nin namaz vakitleri ve hesplamaları ile ilgili kitabı muhtemelen.

     El cevahir vel yevâkit fi marife-til kıbleti vel mevâkit: Muhammed Emin Süveydi'den çok hoş isimli bir kitap. Kıble cihetini bulmak ve namaz vakitleri ile alakalı olduğu isminden hemen belli oluyor.

     El ilâm bi kavati’il islam: Müellifi İbni Hacer-i Mekki.

     Enis-ut tâlibin fi menakıb-i Şahı Nakşibend Behauddin: Salah bin Mubarek Buhari'nin, büyük veli Bahaeddin-i Buhari'nin hal tercümesini anlattığı kitabı.

     Nef'ul-âm fil ameli bir-rub'ittâm-il mevâlit-il islam: İbni Şâtır Ali bin İbrahim'den, namaz vakitleri ve hesaplamaları ile ilgili bir eser.

     Nimet-ul kübra alel alem fi mevlidi seyyidi veledi Adem: Normalde böyle muazzam bir şeyi karşı tarafa söylediğinizde, karşı tarafın sorgusuz sualsiz teslim olması lazım! Yusuf Nebhani'nin mevlidin meşruiyetine dair kitabının ismi.

     Es sahife fi menâkibi Ebi Hanife: Zehebi'nin, İmam-ı Azam Ebu Hanife'yi öven kitabı.

     En nâhiye an ta’ni emir-ül-müminin Muaviye: Abdülaziz Ferhâri'nin, Hz. Muaviye'yi kötüleyenler için hazırladığı kitabı.

     Haddi fâsıl der hak ve bâtıl: Yazarı Muhammed Ferruh.

     Huccetullahi alel alemin fi mucizâti Seyyid-il Murselin: Yine Yusuf Nebhani'den mükemmel isimli bir kitap. İsminden de bir siyer kitabı olduğu anlaşılıyor.

     Hulâsa-tül kelam fi beyani umera-i beled-il haram: Söylemesi haz veren isimlerden biri. Ahmed Zeyni Dahlan'ın Vahhabiler'in içyüzünü anlattığı kitabı.

     Hulâsa-tüt-tahkik fi hükm-it-taklid vet-telfîk: Abdülgani Nablusi'nin mezheb taklidi ve mezheblerin telfiki üzerine yazdığı kıymetli kitabı.

     İlcâm-ul avam anil kelam: Büyük İslam alimi İmam-ı Muhammed Gazâli'nin, Selef-i salihinin itikadını yazdığı kitabının çok hoş ismi.

     Kalâid-ul ukban fi menâkıb-in Numan: İbni Hacer-i Mekki'nin, İmam-ı Azam'ı medhettiği kitabının şahane ismi.

     Kavâid-ut-tarîka-til cemi beyneşşeriati vel hakîka: Ahmed Zerruk'tan tasavvufu anlatan "ince" bir eser ve "ince" bir başlık.

     Keşf-un-nur an eshab-il kubur: Büyük alim Abdülgani Nablusi'nin, evliyanın öldükten sonra da keramet gösterebildiğini anlatan kitabı.

     Kurre-tul ayneyn fi tafdil-i şeyhayn: Şah Veliyullah-ı Dehlevi'nin, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in eshabın en üstünü olmalarını açıklayan eseri. 

     Nefehat-ul kudsiyye fi mebâhis-il imamiyye: Mahmud Âlûsi'nin Şia hakkındaki kitabı.

     Misbah-uz-zulam fil müstegîsin bi hayr-il enâm: Peygamber Efendimiz ile öldükten sonra da istigase caiz olduğunu açıklayan Süleyman bin Musa Kilai'nin güzel başlıklı kitabı.

     Nefehat-ul kurb vel ittisal bi isbat-it-tasarrufi li evliyaillahi teala vel kerâmeti badel intikal: Favorilerimden biri! Bu kadar güzel ve açık bir kitap ismi! Evliyanın, öldükten sonra da keramet sahibi olduğunu ispat eden, Ahmed Hamevi'nin eseri.

     Rıyâd-üs-sâdât fi isbât-il kerâmât lil evliya-i hâlel hayat ve badel memât: Ahizade Abdülhalim Efendi'nin tek kelimeyle mükemmel bir başlığa sahip kitabı! Anlaşılması da gayet kolay.

     Seyfullah alâ men kezzebe alâ evliyaillah: Sunullah Halebi'den bir eser.

     Şifa-us-sikâm fi ziyareti Seyyid-il enâm: İmam-ı Sübki'nin, İbn-i Teymiye'nin fikirlerine cevaplarını içeren kitabı.

     Tahkik-ul burhan fi şân-id-duhân: Biraz alan değiştirelim. Mer'i bin Yusuf Mukaddisi'nin, tütünün ve tütün içmenin haram olmadığını açıklayan ktabı.

     Tuhfet-ul ihvan mâ kîle fid-duhân: Mustafa Rüştü'den, bir önce saydığımız esere paralel bilgiler içeren kitabı ve gayet güzel ismi.

     Tathir-ul fuad min denis-il itikad: Muhammed Bahît-ül-muti Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadına dair bilgiler veriyor.

     Tuhfe-tul erib fir-reddi alâ Ehl-is-Salib: Papaz iken, sonrada Müslüman olan Abdullah Tercüman'ın Hristiyanlara kıymetli reddiyesi.

     Atıyyet-ül vehhâb el-fâsılatü beynel hakkı ves-savâb fir-reddi alel-muteridi aleş-şeyhi Ahmed el Fârûkî: Muhammed bin Muhammed Burhanpuri'nin Ahmed Faruki Serhendi İmam-ı Rabbani'nin hal tercümesini ve kerametlerini anlatan kitabı.

     Kitab-ül alam fi beyan-ı mafid-dinnasara minel bidi vel evham: Hristiyanların ellerindeki İncillerin hakiki İncil olmadığını gösteren İmam-ı Kurtubi'nin eseri.

     Er-reddü-alel-müşebbihi fî-kavlihi teâlâ Errahmânü alel’ Arş-isteva: Şafii fıkıh ve hadis alimlerinden Muhammed bin Cema'a'nın, İbni Teymiyye'nin bozuk inanışları ve bilhassa "Müşebbihe" fırkasının görüşlerini açıklaması ile alakalı fikirlerine bir reddiyedir.

     Nef'ul enam fi iskati-ssalati ve-ssiyam: namaz ve oruçla alakalı iskatı bildirmektedir.

     Et tahkikat-üs seniyye fi kerahet-il hutbeti bi gayril arabiyye ve kıraetiha bil arabiyyeti ma'a tercemetiha bi gayril arabiyyeti: Her şey ortda değil mi? Hutbeyi Arapça'dan başka dilde okumanın kerahetine dair. 

     Seyf-ul bâtir li-rikab-işşiati ver-rafidatil kevafir: Şii ve Rafizilerin hangi ahval üzere olduğunu açıklar.

     Tathir-ul cenan vel-lisan an Muaviye-tebni Ebu Süfyan: Hz. Muaviye'ye sövenlerin haksız olduklarını ve eshaptan biri olarak, üstünlükleri anlatılıyor.

28 Ekim 2012 Pazar

Sigara Yasağından Kentsel Dönüşüme Kahvehane Kültürü


     "Aman Barroso çevreyolundan geçerse ne der" tedirginliği, Avrupa Birliği müktesebâtı koşuşturması, "insanımız daha kaliteli daha güzel evlerde, sitelerde otursun, Batılı çağdaşlarının standardını yakalasın" derken, "Kentsel Dönüşüm" büyük illerimizde ve özellikle İstanbul'da hızla ilerliyor. Rahmetli Turgut Özal'ın, vatandaşı daha ucuz ve uzun vadelerle konut sahibi yapma projesi TOKİ (T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı) AK Parti iktidarında altın çağını yaşıyor. Yeşillendirilmiş alanları, çocuk parkları, 24 saat güvenliği, asansörlü ve uzun vadelere ve küçük taksitlere bölünmüş çeşitli metrekarelerden evleri ile "başımızı sokacak bir evimiz olsa" temennisindeki vatandaş, apartman hayatına adapte olmaya çalışıyor. Fikir ve uygulama olarak gayet güzel ve tecrübe edilmiş bir yöntem (kadı kızında da bulunabilecek kusurlar olur elbette). Fakat apartman ve site hayatı, beraberinde bazı sıkıntılar ve sorunlar da getiriyor. Bunlardan bir tanesi, fazla kimsenin aklına dahi gelmeyecek bir sorun ki, ileride kendinden, doğrudan olmasa bile dolaylı yoldan bahsettirecek; kahve kültürünün yok olması!

     Kahvehane ya da basit deyişiyle "kahve", özellikle, göç alan İstanbul gibi yerlere sonradan gelen ve bir şekilde tutunmaya çalışan insanların neredeyse hergünkü uğrak yerlerinden biridir. Eski formlarından biri "kıraathane" (yani bir şeyler okunan, bilgilenilen yer) iken, günümüzde sadece esnafı dolaşan, bir davası olan ve abone yapma usulu ile çalışan birkaç gazete ya da daha düşük fiyatlı ve çok satan, bol resimli ve "hikayeli" gazetelerin, şöyle üstün körü geçildiği ya da resimlerine göz gezdirildiği fakat spor sayfaların detaylı okunduğu,  yani "kıraat" kısmı çok azalmış ortamlardır. Bu kahvehanelere uğramanın birçok şekli vardır:

     Genellikle iş çıkışında, erkeklerin bir kısmı eve dahi uğramadan ya da evde yemek yiyip, kahvenin yolunu tutar. Bu davranışın sayısız sebebi vardır. Evdeki dırdırdan kaçmak (onların tabiriyle), yorucu bir iş gününde yaşanan işyeri sorunları, üstlerle girilen diyaloglarda işten olmamak adına alttan almanın verdiği hırs ve intikam duygusu, bazı "mühim" memleket ve siyaset olaylarını tartışmak ve kendi fikirlerine yandaş bulmaya çalışmak, hemşehri veya arkadaşlarla kağıt ya da okey oynamak ve hatta dünden kalan kağıt oyunu yenilgisinin telafisini yapmak...gibi bir sürü sebepler, insanları kahve ortamına çeker.

     Sadece işi olup da iş çıkışı gidenler mi olur kahvede? Tabi ki hayır. Emekli olup, evden dışarıya çıkma alışkanlığı olanlar, iş bulmak için hemşehri ve arkadaşlarıyla görüşmek ve yardım ya da tavsiye alma amacında olanlar, işsiz olup da evde durmaktan rahatsız olanlar, kendi meslektaşları ile bir araya gelip, gündelik meseleleri tartışan çeşitli meslek grubundan insanlar ve daha sayamadığımız bir yığın renkli profil, kahve müdavimleri arasındadır.

     Peki bu, genelde havasız ve sıkışık ortamların, yukarıda bir kısmı sayılan fiil ve söylemlere yardım ve yataklık yapmasının altında ne yatar? Gayet basit; dilediğin kadar söv (fazla yüksek sesle ve etrafı rencide edecek şekilde olmadığı sürece elbet) kimse sana bir şey demez, istediğin kadar çay, kahve, sigara iç, kimse sana karışmaz. Yani, genellikle fakir ve orta direk tabakanın (çok zengin ve işyeri sahibi olanlar da az değil) deşarj olma mekanıdır kahveler. Sosyalleşmenin Akdenizli dolayısıyla sıcak kanlı erkekçesidir.

     Son senelerde, bu kültür, bu yerleşmiş ve kabul görmüş (kahvehane doğrudur, yanlıştır o ayrı konu) erkek sosyalleşmesi biçimi, iki sebepten dolayı sıkıntılar yaşıyor; kapalı mekanlarda sigara içme yasağı ve kentsel dönüşüm.

      Türkiye'de 2008 yılından itibaren, çok sıkı şekilde uygulanmaya çalışılan bir "kapalı mekanlarda sigara içme yasağı" var. Bu yasağa, elbette ki çoğu kapalı mekan olan kahvehaneler, kıraathaneler, dernek ve lokaller de dahil oldu. Dolayısıyla ve hatta doğrudan, bu yasağın ardından birçok kahve ve buna benzer mekan, kapandı veya zor ünler geçirmeye başladı. Bu tür yerleri olanlar, sigara ve tütün içme yasağını bir şekilde aşabilmek için çözümler aradılar. Kahvehanelerin önlerine ayrı yerler yapanlar oldu, biraz daha gözden ırak olanlar sigara içenleri kıyıda köşede bir yerlere sıkıştırmaya çalıştı, hatta içeriden dışarıya boru sistemi kurup, sigaralı nefesin dışarıya atılmasını sağlayacak mekanizmalar geliştirme çabasında olanlar dahi oldu. Neden? Çünki kahve dediğiniz ortamda bulunanların büyük çoğunluğu sigara içer. Sigara yasak oldu mu, kahvehane müdavimlerinin  oyun ya da sohbet arasında ikide bir dışarı çıkıp bir sigara tellendirmesi lazım. Böyle olunca da ne içtiğin sigara, sigara ne de oynadığın oyun, oyun! Bu ise, böyle bir mekanın adeta "büyüsünün bozulması" demektir.

      Kapalı yerlerde sigara ve tütün ürünleri içme yasağından daha ağır ve kalıcı olan mesele ise "kentsel dönüşüm" denilen, en basit haliyle, insanların siteler ve apartmanlarda oturduğu yerlerin çoğalması ve daha da fazla çoğalacak olması. Bu "kentli" yaşam ise, dernek ve kahve kültürünün, kalıcı olarak yok olması demek.

Bol sigara ve bol oyun
ve muhtemelen bol gürültü!  
     Peki, bu diğeri öbüründen daha ağır iki mesele, böyle ortamlarda vakit geçirmeye alışmış ve burada günlük sorunlarını, paylaşarak ya da söverek (iyidir kötüdür o ayrı tabi) ya da sesli ve gürültülü kağıt ve diğer oyunlar oynayarak, ya da bolca sigara ve çay tüketerek azaltmaya çalışan "orta direk" ve sıcakkanlı ve hergün sık sık  değişen yoğun haber gündeminden ve ekonomik, sosyal zorluklardan bunalmış vatandaş ne yapacak? Kısacası, sigara yasağı çok güzel, iyi amaçlı...kentsel dönüşüm mutlaka lazım, çok güzel...ama bu "deşarj olma" mekanlarının yerini ne tutacak?

     Hızla büyüyen ve batıya ayak uydurmak için yarışan, doğusunda kalanlara örnek olmaya çalışan Türkiye'de, kadına uygulanan şiddetin, cinnet getirenlerin, işyerlerinde sürekli kavga edenlerin, işsizlikten bunalıma girenlerin, otobüslerde kendi kendine konuşanların vesaire..."daha da artmaması" dileği ile!


24 Ekim 2012 Çarşamba

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - Hülâsa


     İslam Dünyasındaki bazı ülkelere, çok kısa da olsa, büyüteç tutarak baktıktan sonra, bir de bunların genel halini inceleyelim:

     1. İslam ülkesi olduğunu iddia eden ülkelerin bir kısmı ve en tanınmışları (İran ve Suudi Arabistan gibi) Ehl-i Sünnet vel Cemaat yoluna yani İslamiyet'in özüne reaksiyon, tepki ve düşman olarak doğmuştur. Tarih boyunca, Sünni oluşum ve topluluklara karşı (ecnebi desteği ile tabi) sürekli bir mücadele ve iktidar yarışında olmuşlardır.

     2. "İslam Ülkesi" olduğunu iddia eden memleketlerin tamamına yakını ilim ve fende gelişmemiş, geri kalmıştır. İlm öğrenmeyi farz kılan ve ilim en uzak yerlerde de olsa onu alıp kullanmayı, gayri müslim devletlerde geliştirilen ve yapılan silahların benzerini yapmakla yetinmeyip, bu hususta onları geçmeyi ehemmiyetle emreden bir dinin bu emrine uymamak, en büyük veballerden ve bu ülkelerin halklarına karşı yapılmış en büyük haksızlıklardan biridir.

     3. "Selefilik" olarak tanıtılmaya çalışılan ve "Selef-i Salihin" diye bilinen kavramdan (ilk iki asrın müslümanlarına verilen isim) çarpıtılmaya gayret gösterilen Vahhabilik, "İslam ülkesi" diye geçinen topraklarda hızla yayılmaya devam etmektedir. Bu yayılma, sadece genel nüfusun Müslüman olduğu devletlerde değil, Müslümanların azınlık olduğu bölgelerde de etkilidir. Hatta, İslam nüfusunun azınlık olduğu ve kendine karşı olanların (nicel olarak olduğu kadar nitelik olarak da) fazla olduğu ya da olduğuna inandığı ülkelerde bu yayılma daha hızlıdır.
 
     Vahhabiliğin yayılmasındaki en önemli etkenler;  Haremeyn-i Şerifeyne, hac ve umre için dünyanın her tarafından gelen Müslümanların döktüğü milyarlar ve petrol gelirleri sayesinde basılan yaldızlı ve lüks ciltli kitapların gece-gündüz tüm dünyaya dağıtılması ve gelip-giden hacı ve mutemirlere bedava verilmesi. Yine bu milyarlarla ve bol malla satın alınan din adamlarının ülkelerindeki propagandaları.

     Bu itikadın genişlemesinde çok önemli bir diğer faktör de, müslümanların azınlık olduğu, fiilen ya da en azından fikren ve manen baskı gördüğü yerlerde, Sünni Öğretinin bu baskı ve tecritlerle mücadele etmeye yetmediği ve pasif kaldığı yönündeki algıdır ki bu algı özellikle bu coğrafyalardaki gençlerde çok etkilidir. Ahkam ve fıkıh bilgilerini öğrenip tatbik etmektense, meal ve hadis kitapları ile İslamiyeti öğrenmeye ve bu şekilde yaşamaya çalışan, dört mezhebden birinin metodolojisine bağlı kalmaktansa, "her çiçekten bal alma" hevesindeki gençler, "light" kaçtığına inandıkları Ehl-i Sünneti bırakıp, Selefiliğe kaymaktadır. Başka bir deyişle, çatışma ve mücadele olan her yerde, Selefilik (daha doğrusu Vahhabilik) tehlikesi vardır.

     4. "İslam Devleti" diye nam salmış ülkelerin hemen hepsi insan hakları konusunda sabıkalıdır. Temel insan hakları dahi, hem de "İslam" bahane edilerek çiğnenmekte, Batılı Devletlerin ağzına sakız olunmaktadır.

     5. İmparatorluklar döneminin sona ermesi ve milliyete dayalı ülkelerin kurulması, İslam Dünyasının ayrışmasında da etkili bir rol oynamıştır. Milliyet ve tek etnik unsura dayanan fikirler, zamanla "ümmet" kavramını gölgede bırakmaya başlamıştır. İslam Dünyasının bugünkü parça parça olmuş halinde, milliyetçiliğin hiç de azımsanmayacak rolü vardır.

 


20 Ekim 2012 Cumartesi

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - 4



     Türkî Devletler: Türkî "Cumhuriyetler" diye yazacaktım ama nedense klavyem varmadı! Bu ülkeler, SSCB buldozerinin altından, su katıksız bir yozlaşma (her sahada olduğu gibi dini alanda da) ve kokuşmuşluk ile uyandı. Ülkeri, eski KGB ajanı satılmışlar paylaşıp, Sosyalist Rusya'dan aldıkları acımasız düzeni devam ettirmekte hiç geri kalmayıp, daha da ilerilere taşıdılar. Zina ve özellikle de içki, müslüman denilen bu kitleleri, kaypak, güvenilmez, dinden tamamen uzaklaşmış, para ve maddiyat uğruna yaşayan ruhsuz robotlar haline getirdi. Sünni olduğunu iddia eden ve bir kısmı, Mavera-ün Nehir, Horasan ve Harezm gibi, İslam tarihinde binlerle alim ve veli yetiştiren bölgelerin varisi konumundakiler, dindarlık ölçüsünü sadece "sünnet olmak"la sınırlayıp, domuz eti yemeyenlere bile "hacı-hoca" muamelesi yaptılar.

Azerbaycan'ın ulusal kahramanı!
ve "kalifiye" oğlu yan yana
     Azerbaycan: Bu ülkeye biraz daha çok yer vermek lazım çünki Azerbaycan yukarıda sayılan kötü sıfatların hepsinde diğerlerine önderlik edecek derecede "uzmanlaşmış"tır. Öyle bir ülke düşünün ki eski bir Politbüro üyesi "kıvrak" diktatör tapılacak derecede seviliyor. Öyle bir ülke düşünün ki neredeyse aldığınız nefes için bile rüşvet vermeniz lazım. Öyle bir ülke düşünün ki sokakta giderken, pantolonunuzu çıkarmadan donunuzu çalabilecek kapasitede "profesyonel"ler var. Sazlarla, türkülerle, güya kahramanlık hikayeleri ile uyutulan bir ülke düşünün.

     Azerbaycan, aynı zamanda oran olarak İran'dan sonra, Şii-Caferi nüfusun en yoğun olduğu ülke.

Bağımsızlık mücadelesini
terörizme doğru götüren
Selefi İbn-ül Hattab
     Çeçenistan: Sovyetler çöktükten sonra başlayan haklı bağımısızlık mücadelesi, ithal Selefi-Vahhabi grupların buradaki durumdan istifade ederek bölgeye sızması ile tamamen değişti. Çeçenistan kaynaklı terör eylemleri ve Batı Dünyasını ayağa kaldıran saldırılar, durumu içinden çıkılmaz hale getirdi. Çağdaş tarihte, Müslümanları terörist gibi gösterme çabasının en önemli örneklerinden biri oluverdi burası.

     Ülkeyi şimdilerde ise "renkli" bir kişilik; Ramzan Kadirov yönetmekte.

     Lübnan: Başka bir dinler bahçesi daha! Bir yandan "Hizbullah" diye bilinen Şii örgüt ve güçlü Şii toplum, bir yandan Maruni Hristiyanlar, bir yandan Sünniler, ülkeyi dünyadaki en enteresan yerlerden biri haline getiriyor. Bunlara, Ortodoks, Süryani, Keldani ve Dürzileri de ekleyince iç savaşlar kaçınılmaz oluyor haliyle.

     Kuzey Afrika Ülkeleri: Genel olarak, taa Tarık bin Ziyad'ın İber Yarımadasına çıktığı zamanlardan bu yana, yaşanan fiili işgal ve asimilasyonlara rağmen Sünni ekolde istikrar kılan ülkelerdir.

     Somali: İsmini, deniz korsanları ve tasavvuf düşmanı Selefi terörist cahillerden oluşan Eş-Şebab örgütü sayesinde ara sıra haberlerde duyduğumuz garabet ülke! Tabi ki tahmin edildiği üzere hiç de hayırlı haberler değildir bunlar. İslam düşmanlarının ağzının suyunu akıtan, yağlarını eriten, zevkten dört köşe yapan havadiste Taliban ile yarışmaktadır!

     Etiyopya: Nüfusunun üçte birinin Müslüman olduğu ülke. Açlık, kıtlık ve kara haberlerin ülkesi. Oysa ki buralar, Müslümanların şiddet ve baskıdan kaçıp, ferahlık ve selamet buldukları, nefes aldıkları, kendilerini toparladıkları unutulmaz Habeş hükümdarı Necaşi Eshame bin Ebcar'ın toprakları idi. Şimdilerde ise o kutlu dönemler mumla aranıyor.

     Bahreyn: Üçte ikilik bir çoğunluğa sahip Şii nüfusun, Vahhabi bir hanedan tarafından idare edildiği yer. İran'ın burnunun dibindedir. Dolayısıyla Şii çoğunluk, İran tarafından maddi ve manevi destek görür. Küçük bir ada olduğu halde bulunduğu Basra Körfezi'nde önemli bir yer işgal eder ve dolayısıyla dünya basınında fazla yer almasa da kanayan bir yaradır.

     Yemen: Önemli bir Şii nüfusu vardır. Geri kalan Sünniler, Suudi Arabistan'ın Vahhabi zihniyeti ihracından nasibini almıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nin sözde terörle mücadelesindeki hedeflerinden biridir. ABD'ye göre El Kaide'nin burada güçlü kaleleri ve elebaşları vardır.
Umman'ı idaren eden kişi:
Kâbus bin Seyd

     Umman: "Büyük günah işleyen kafir olur" diyen ve Hz. Ali'ye "Hakem Olayı" sebebiyle düşmanlık eden Hariciler'in bir kolu olan İbadîler'in çoğunlukta ve idarede olduğu dünyadaki tek ülke.








14 Ekim 2012 Pazar

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - 3



     Endonezya: En kalabalık müslüman nüfusa sahip ülke. Ortadoğu'ya ve genel İslam nüfusun yoğun olduğu bölgelere ve etrafında cereyan eden yenilikçi akımlara uzak olduğundan (internet çıkmadan evvel tabi) eskiden kalma Sünni geleneği devam ettirmişlerdir. Yerel gelenek göreneklerle harmanlanmış bu anlayış, dünyayı kocaman bir köy haline getiren ve "internet" denilen bir iletişim ve etkileşim mekanizmasından sonra kendini ne kadar muhafaza edebilir o ayrı konu!
 
   Nijerya: Afrika'nın en kalabalık islam nüfusuna sahip ülkesidir. Buna rağmen genel nüfusun ancak yarısını oluştururlar. Ülkede zaman zaman Müslüman ve Hristiyan nüfus arasında çatışmalar çıkar ve her iki taraftan da çok zayiat verilir. Tabi bu çatışmalar, dini etkenlerden olduğu kadar, ülkenin çok kabileli yapısından da kaynaklanır. Selefi gruplar, tıpkı Afrika'nın tamamında olduğu gibi, burada da etkinliğini giderek artırıyor.

     Irak: Tam bir keşmekeş, tam bir curcuna, tam bir dinler ve milletler bahçesi! Öyle bir ülke düşünün ki, neredeyse dünyanın ortasında, neredeyse insanoğlunun dünyadaki yaşantısına başladığı yerde. Sünniler, Şiiler, Yezidiler, Kürtler, Araplar, Türkmenler, Süryaniler, Dürziler, Sâbiiler, Keldaniler, Şabaklar, Bataklık Arapları vs. Her türlü din, her türlü azınlık, her türlü etnik grup ve çoğu da birbirine düşman. Böyle bir ortamda, bırakın siyasi istikrarı, ülke toparlamak bile zor.

     Irak'ta, hem sayı olarak hem de etkinlik olarak Şiiler üstün. Her ne kadar Bağdat gibi, Sünni İslam'ın kalelerinden birini barındırsa da, Necef gibi de Şiiler'in akın akın gittiği ve kutsal kabul ettiği bir yer var. Özellikle Amerikan kuvvetlerinin bölgeye gelmesinden sonra, Selefi-Vahhabi gruplar iyice devreye girerken, Şiiler de giderek sertleşti. Dolayısıyla ülkede huzur falan hak getire. Hergün yüzlerce ölü, onlarca patlama.

     Suriye: Günümüz Ortadoğu'sunun en problemli yeri. 1960'larda idareyi ele alan seküler Baas rejimi ve Nusayri (Aleviliğin aşırı bir kolu) Esedgiller familyası, memleketi diğer etnik gruplara ve ana unsur olan Sünniler'e zehir etmekle meşgul.

     Balkanlar: İslamiyet'in, genellikle etraftakilere zarar vermeden [diğer yozlaşmalar (Vahhabilik ve Şiilik gibi) genellikle etrafa zarar vererek büyüdükleri ve ana karakterlerinden biri reaksiyonel şiddet olduğu için] yozlaştığı yerlerdir buralar. Hem Slav ırkı gibi genellikle tembel, kibirli, cahil, içki ve sefahete düşkün insanlarla karışmaları, hem Samavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in ve takipçilerinin Balkanlar'ın tamamına yayılan fikirleri ve hem de Anadolu'dan gelen ve kendilerine "Bektaşi" denilen Alevi dedelerinin tasavvufa ve dervişliğe düşkün yerlerdeki tekkelere sızması (tabi bunda, ahkam ve fıkıh öğrenmeden tekke ve zaviyelerde tasavvufa daldığını sanan tahsilsiz, dostu düşmandan ayıramayan güruhun etkisi de çok fazla) bu yozlaşmada en önemli faktörlerdir. Sünni gibi görünen bölgelerde dahi Alevi-Bektaşi bulaşıklığı olmayan bir öğreti yok gibidir. Yaklaşık 40-45 sene süren Komünizm macerası, bu yozlaşmayı daha da körükledi. 1990'ların hemen başında Komünizm ve Sosyalizm'in çöküşü, bu ülkelerdeki Vahhabi yatırımların hızlanması ve Sünni gibi görünen Selefi yapılanmanın da giderek bölgeye sızması sonucunu doğurdu.

     Ayrıca Bosna'ya da bir cümle ile değinecek olursak; Bosna, Balkan Yarımadasının Mısır'ı gibi çalışmakta, Sünni ağırlıkta gibi görünen ülkede, reformcu fikirler hemen zemin bulmakta ve yayılmaktadır.

     ABD: Birleşik Devletler'de Müslüman sayısı hızla artmakta, eline yalan-yanlış bir meal alan insaflı kimseler ya da yüksek tahsilli, kariyer sahibi kimseler, Hristiyanlığın ne ruha ne de bedene hitap eden muğlak ve akla uymayan öğretilerinden kaçmakta, susamış ruhlarını serinletecek olan İslamiyete koşmaktadır. Bunun yanı sıra gündelik hayatında, iş, internet, bilgisayar, teknoloji, karşı cinsle münasebetler gibi yerlerde kendini kaybeden Amerikalılar'ın büyük kısmı da İslamiyeti hapishanelerde tanımaktadır. Yukarıdaki meşgalelerden kurtulunca, sudan çıkmış balığa dönen ve kendine gelmeye başlayıp, "ben ne olacağım, niye varım, nereye gidiyorum" gibi sorgulamalarla ve daha evvel bu soruları kendine soranların da yol göstermesi ile, bu suallere cevap vermekten çok uzak olan Hristiyanlığı bırakmakta ve Müslüman olmaktadır.



6 Ekim 2012 Cumartesi

İslam Dünyasının Hâl-i Pürmelâli - 2



     Mısır: Batısında kalan Sünni ağırlıklı ülkeler ile doğusundaki Vahhabiliğin ortasında, 19. yüzyılın sonlarında ve takip eden yüzyılın başlarındaki reformcu hareketleri ile El Ezher Üniversitesi gibi bir değeri de bulandıran ve İslam dünyasında "ben de varım, ben de başım" çıkışları yapmaya çalışan bir ülke. İslamiyetin yayıldığı coğrafyalarda, 20. yüzyıldaki reformcu, yenilikçi fikirlerin ekserisi buradan çıkmış ve milyonları etkilemiştir. Kahire müftüsü Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mahmud Şeltut, Hasan el Benna ve Seyyid Kutub gibi reformcular hep buradan türedi.

     Osmanlı sonrası İngiliz sömürgeciliğini Sosyalizm ve Arab Milliyetçiliği ile aşmaya çalışıp, uzun soluklu diktatörlüklere yelken açan, 2011 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki ülkeleri kasıp kavuran "Arap Baharı" sonrasında Hasan el Benna'nın kurduğu "İhvan-ül Müslimin" (Müslüman Kardeşler) denilen siyasi oluşumda (şimdilik) karar kılan, Abdülbasit Abdüssamed, Ümmü Gülsüm ve Mustafa İsmail gibi seslerin ve Hz. Osman'ı şehid eden Kıptiler'in memleketi.

     Mısır, literatürde Sünni olarak gözükse de reformist hareketlerle birlikte Selefi zihniyet de oldukça yayılmıştır.

     Afganistan: Erken dönemde İslamiyet ile tanışmış ve o topraklara hakim olan büyük imparatorlukların parçası olmuş, sıkı bir Sünni gelenekten gelen ülkedir. 1970'lerin ikinci yarısından itibaren, Sovyet Rusya'nın yardımı ve tazyikiyle giderek yükselen Marksist-Komünist hareketin hükümet kurması ve bazı radikal kararlar vermesi üzerine iç savaş başladı ve kısa zaman sonra SSCB duruma müdahale etmek niyetiyle Afganistan topraklarına girdi. Afgan mücahidler, dünya müslümanlarının maddi ve manevi desteği ile on seneye yakın, Sosyalizm'in dünyadaki en güçlü temsilcisine kafa tuttu.

     Bundan sonra başlayacak süreç, Afganistan'a hiç hayır getirmedi. Zira, ithal Selefi-Vahhabi zihniyet ülkeyi esir almaya başlayınca, "orta yol"dan aşırılığa ve yobazlığa kaymalar başladı. Özellikle de 11 Eylül 2001'de, New York'taki Dünya Ticaret Merkezi denilen ikiz gökdelenlere ve Pentagon'a eş zamanlı yapılan saldırılardan sonra, Müslüman=terörist olgusu iyice ayyuka çıkarak Afganistan'ı "yeşil terörizm"in kaynaklardan biri olarak gösterme stratejisi, bu işin işbirlikçi kaynaklarını gizlemek ve "aa, şu iptekine bak" güdümü zirveye ulaştı. Paranoyalar, komplo teorileri, "bin Ladin'in peşindeyiz, valla size bir zararımız olmaz" vaadleri biribirini takip etti. Bir taraftan NATO Kuvvetleri, diğer taraftan Taliban denilen garabet, ülkeyi mahvetti. Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi bir değeri çıkarmış topraklar, tepeden inme (daha doğrusu dışarıdan ithal) Selefiliğe ve dolayısıyla Vahhabiliğe mahkum oldu.

     Afganistan'da ayrıca, güçlü olmasa da, Caferi Şii oluşumlar ve taa Büyük İskender'den kaldığına inanılan ve ekserisi sarışın, mavi gözlü olan, puta tapan, enteresan ve ufak bir azınlık da var.

     Pakistan: Dünyanın ikinci en kalabalık Müslüman nüfusu ünvanına sahip olan ve 1947'de Şii Ali Cinnah'ın önderliğinde ve İngiliz sponsorluğunda, Hindistan'dan koparılan ülke. Zira Bangladeş, Pakistan ve Hindistan'dan oluşan bir devlet, hem Müslümanları ana unsur haline getireceğinden ve hem de bir ağırlık ve çekim merkezi olacağından, Britanya'nın gözünü korkutmaya yetiyordu.

     Ülkede güçlü bir Sünni gelenek olmasına rağmen, nüfus olarak azınlık fakat etki olarak her zaman güçlü ve baskın bir Şii topluluk vardır. Ebu'l Ala Mevdudi'nin kurduğu Cemaat-i İslami ve Hindistan menşeli Tebliğ-i Cemaat denilen oluşumlar da oldukça faaldir. Ayrıca, 1900'lerin başında Müslümanları parçalamak için oluşturulan ve Kadıyani (ya da Ahmedi) ismi verilen azınlık ile genel nüfusa oranla az sayılabilecek Hindu, Hristiyan ve Bahai nüfus da mevcut. Chitral eyaletindeki Kalaşlar, Afganistan'ın kuzeyinde, Pakistan sınırında yerleşmiş olan sarışın, mavi gözlü, enteresan pagan azınlığın akrabalarıdır.

       2001 yılının Eylül ayındaki saldırıların ardından, ABD'nin hedeflerinden biri de El Kaide ve dolayısıyla Pakistan'dı. Vahhabi hareket burada da rahat durmayarak, ülkeyi "geri kalmış", "örümcek kafalı" olarak göstermekte iyi çalıştı.